Bencillik de diğergamlık da insandaki fıtri hisler arasında yer alır. Bunların nasıl yönetildiğine ya da nasıl yönlendirildiğine göre dışa yansımaları farklı olur. Her ikisi de ekstremdir ve İslam bencilliği hiçbir şekilde onaylamazken, diğergamlığı teşvik eden müesseselere sahiptir. Kapitalizm ise pür haliyle diğergamlık müessesesi ile herhangi bir şekilde ilgilenmez ve makbul saymazken, bencilliği ekonomide amaç kabul edilen refah artışının merkezine koyar. Kapitalizmin bu pür, doğal ve ilk hali; sosyal devletle nisbi olarak yumuşatılmışken, sonraki süreçte insancıl kapitalizm, altruizm gibi henüz kurumsallaşmayan yaklaşımlarla da geliştirilmiştir. Ekonomik ilişkileri de ilgilendiren ve esasen birey merkezli gelişen ‘empati’ de pür kapitalist anlayışa karşı gelişen müesseseler arasındadır.
Oysa bu kurumları bünyesinde barındırmanın ötesinde kapitalist sistemin aksine bu kurumları içsel bir teşvikle hayata geçirmesi İslam’ın ayırt edici yanını oluşturur. Zira kapitalist sistemin kurumsallaşma adına kamusal zorlama ile yerine getirmeye çalıştığı bu ihtiyaç, birinci basamakta (zekat ve örfi vergiler) zorunlu ve kamusal ise de, zenginlerin sahip oldukları şeyleri toplum yararına kullanmasını teşvik eden bir çok müessese vasıtasıyla hayata geçirilir. İslam toplumundaki vakıf müessesesinin ana doğuş sebeplerinden birisi budur. Nitekim Osmanlı’da bir çok kamu hizmeti bu şekilde finanse edilmiştir.
Kişi bakımından ise bu görev yakın çevresinden başlamak üzere ihtiyaç sahiplerine bigane kalmamak şeklinde tezahür eder. Bu çoğu zaman ‘zekat’ sınırını aşan bir ilişki biçimidir. Bir başka deyişle zorunlu (farz) olan zekatın verilmiş olması müslümanı sorumluluktan kurtarmaz. Mal varlığının kamu yararı çerçevesinde paylaşımı bakımından içsel teşvik ya da zorlama anlamında başka müesseseler de yok değildir. Buna sınır koymak da mümkün değildir.