Hasan TEPE
İÇİMİZDEKI SAVAŞI KAYBEDİYORUZ
Efendimiz buyurmuştu; En büyük cihad, kişinin nefsiyle yaptığı cihattır.
Artık en büyük savunma savaşımızı kendi içimizde vermek zorundayız.
Peki, biz bu savaşın/cihadın ve savunmanın neresindeyiz?
Ya da farkındamıyız bu var oluş, yok oluş savaşının?
Evet, eriyoruz her geçen gün bir mum gibi!
Manevi heyecanını kaybetmiş, manevi disiplinini terk etmiş, aşk ve vecd şuurunu yitirmiş kalabalıklar yığınına döndük.
Hadisi şerif tecelli etmiş olmalı ki "sel sularının üstündeki çer çöp" gibiyiz artık!
Melekût alemiyle bağlarını koparmış, bütün gayesini mülk alemine harcayan, ruhsuz ve idealsiz, içindeki savaşı kaybetmenin eşiğine gelmiş bir otonom/makine halini almış durumdayız.
Unuttuk!
Kul olduğumuzu, Allah'ın kainattaki hizmetkarı olduğumuzu, en büyük makamın 'kulluk makamı' olduğunu unuttuk!
Kul olduğumuzu unuttuğumuzdan beri, Ahsen-i takvimden Esfel-i Sâfiline doğru son sürat yuvarlanıyoruz.
Her çağın kendine göre ayartıcı yönleri vardır. 21. Yüzyılın ise baştan çıkarıcı yönleri ve yolları daha fazla. Bu çağ, Batı'nın insanlığa yaptığı ihanet Çağı. İnsanlığın, eşyaya/maddeye teslim olup, kendi elleriyle kendini esir ettiği, ontolojik gayesini unuttuğu, daha da kötüsü unuttuğunu da unuttuğu gayesiz bir çağ.
Nereden geldik ve nereye gidiyoruz sorularının sorulmadığı, unutulduğu ve anlamını yitirdiği bir çağın içindeyiz. Bundan dolayıdır ki felaketin eşiğine gelmiş durumdayız.
Farkında mıyız?
Dünyaya meydan okuyan insan, kendi içindeki savunma savaşını kaybetmek üzeredir.
Neden mi?
Çünkü tamamen mülk alemine yerleştik.
Gökyüzü artık görünmüyor devasa yapılardan!
Semaya bakıp yüce Yaradanın varlığını tefekküre dalamıyoruz. Göklerle aramızda artık engeller var. Elli katlı binaların bilmem kaçıncı katında yaşıyoruz. Bu çağın kuleleri gözlerimize perde çekti. Bizi gökten yeryüzüne indirdi. Bizi yeryüzüne yerleştirdi. Yeryüzünü artık iskan edindik. Ve sonra ruhlarımız köreldi. Ruhlarımız sonsuz bir karanlığın girdabında bir kurtarıcıyı bekliyor. Artık şefkatli bir ele muhtacız.
Her Müslüman artık haykırmak istiyor; Ey bâd-ı Sabâ rüzgarı bize doğru es, es ki ruhlarımız tekrar dirilsin, üç asır boyunca manevi bir uykuya dalan Ashabı Kehfin ruhları gibi dirilsin, ve ruhlarımız bayram etsin.
Dünden daha çok muhtacız Bâd-ı Sabâ rüzgarına.
Ruhumuzu diriltecek, Müslüman olma aşk ve vecdini bize iliklerimize kadar hatırlatacak manevi rüzgarların gönül penceremizden içeri gireceği günlere muhtacız.
Peki! Gönül pencerelerimizi ne zaman aralayacağız?
Evet, içimizdeki savaşı kaybediyoruz!
Dıştaki zaferler, içteki zaferlerle pekiştirilmeli.
Yol almak için, yola çıkmak lazım yoldan çıkmamak için.
En büyük ve en uzun yol içimizdedir.
Kendi iç yolculuğuna çıkmamış olanlara dıştaki bütün yolculuklar meşakkatli ve çetin gelir. Kuyuda sadece üç gün kalıp, Cenabı Allah'ın bütün Esma-i Hüsna'sını zikrederek "İçselleştiren" Hazreti Yusuf'a sonraki hayatında yaşadığı bütün zahiri/dış yolculuklara karşı dayanma gücü ve sabrı verildi.
Hazreti Yusuf, bize kuyuda teslim olmayı, islamı/inancı içselleştirmeyi öğretiyor.
Biz bu çağda çok şeyler biliyoruz.Ancak herşeyin başı olan İslamı içselleştirmeyi unutuyoruz ya da ihmal ediyoruz.
"İçselleştirmek" eşyaya/maddeye değil, yüce yaratıcıya teslim olmaktır ve O'nu özünde yani ruhunda her an yaşamaktır.
İslamın birinci asırdaki çağrısı, insanları bir tek yaratıcıya inanmaları ve O'na teslim olmalarına yönelik bir çağrıydı. Bu çağrı insanı, bütün beşeri ve arızi olandan koparıp tek bir ilaha boyun eğmeye çağıran bir çağrıydı. Her çağda olduğu gibi bu çağrı, bu çağda da devam ediyor.
Günde beş vakit ezanla yüce yaradan çağrısını her vakit tazelemektedir. Ancak bu çağrıya kulaklarımız sağır, ruhlarımız ölü taklidi yapıyor. Bedenlerimize morfin verilmiş durumda.Her gün biraz daha ölüyoruz yeniden dirilmemiz gerekirken.
İçimizdeki savaşı kaybediyoruz.
Bizi Allah'a götüren bütün yolları kendi ellerimizle tıkadık.Semayla aramızda devasa yapılar var artık.Hakikatin izini kaybettik.Semaya bakamayan toplumlar düşünemez ve hakikati idrak edemezler. Melekut aleminden süt ememezler.
Bizim Medeniyetimiz İç'e dönüktür. İç'ten Dış'a doğrudur yolculuk. Yaşadığımız bu çağ Batı icadı bir çağdır.İç alemin terk edildiği, bütün gayenin dış yani görünen aleme tasarruf edildiği bir çağdır.
Bütün Müslümanlar, Yüce Yaratıcının " Ben yerlere ve göklere sığmadım, ancak Mümin kulumun kalbine sığdım" ilahi kelamına kulak vermelidir.
Her ne ararsan kendi içinde ara.
En büyük hazine senin içinde.
Mevlana'nın dediği gibi; "Fihi Mâ fîh" ne varsa onun içinde var, ne varsa onda var.
Herşey senin içinde. İçinde olanın içinde.
Bütün defineler İç'tedir. Define aramak isteyen tenhalarda olmalı, kalabalıklardan uzak durmalı ve define bulmak isteyen Hazreti Yusuf'un yaptığı gibi, Esma-ül Hüsna'yı kendi içinde içselleştirmelidir. Kendi iç alemine yoğunlaşmalı ve inanmalı ki birgün aradığı defineyi mutlaka bulacaktır. Ve sonsuz saadete her iki cihanda da erişecektir.
Unutma ki, aradığın herşey senin içinde.