Mustafa Cemal TOMAR
YAHUDİLER NEDEN GÜÇLÜ (3)
YAHUDİLER NEDEN GÜÇLÜ. (3)
Bir ıönceki yazımın davamı niteliğindedir bu yazım. Önceki yazıyı okuyanlar konunun serencamını hatırlayacaklardır.
II. Dünya Savaşından sonra dünyayı Hegel diyalektiği çerçevesinde tez-antitez kavramları çerçevesinde kapitalist ve kominist olarak iki kutuplu olarak inşa eden Yahudiler, devletleri bir şekilde kendi istekleri doğrultusunda davranmaya zorlamışlardır. “Paraya hâkim olan üretime, üretime hâkim olan ülkeye hâkim olur” mantığı ile ülkelerin para arzını hakimiyetin tamamen kendilerinde olduğu faize ve borca dayalı para sistemi üzerine kurmayı başarmışlardır. Bunu yaparken de her ülkenin merkez bankasına ya doğrudan kendileri veya yerli işbirlikçileri aracılığıyla ortak olmuşlardır. Bugün ABD merkez bankası FED tamamen Yahudilere aittir. Aynı şekilde dünyadaki diğer birçok merkez bankası da ya bunlara aittir veya hemen her merkez bankasında Yahudilerin veya yerli taşeronlarının imtiyazlı hisseleri bulunmaktadır. Bu sayede Yahudiler, ülkelerin kendi para arzlarından dahi para kazanmakta ve ülkeleri izlemeyebilmektedirler. Bütün merkez bankalarının bağlı olduğu yer ise bankacılık hususunda standartların belirlendiği yer olarak da bilinen İsviçre’nin Basel kentidir.
Ülkeleri izleyen ve ülkelerin kendi para arzlarından dahi para kazanmaya devam eden bu şeytani akıl, sadece ülkeleri izlemekle de yetinmezler. 1960’lı yıllardan itibaren elektronik ve kartlı ödeme sistemlerini de piyasaya sürerler. Bu sayede genel olarak devletlerin ticaret durumunu izleyenler, artık bireysel olarak insanların harcama eğilimlerini de görmeye ve buna uygun politika geliştirmeyi de başarırlar. Bunu yaparken de kendi PR’larını yapmaktan da geri durmazlar. Nakitsiz toplum hareketi gibi organizasyonlar kurarak, ülkelerin kayıt dışılığını bitirerek vergi gelirlerini arttırmak veya insanların para taşıma mecburiyetinden kurtulmalarını sağlamak gibi masum gerekçelerin arkasına sığınırlar. Ancak her ne kadar görünüşteki sebep bu olsa da gerçekteki sebep bireylerin harcamalarını kontrol etmek, tüketim kalıplarını öğrenmek, onların nerede ve neye para harcadıklarını görerek buna uygun politika geliştirmektir. Bu sayede insanlığı kontrole bir adım daha yaklaşmış olmaktadırlar. Bugün dünyada küresel çapta faaliyet gösteren Visa, Mastercard, UnionPay gibi elektronik ödeme sistemlerinin %85’i doğrudan bunların elindedir. Nakitsiz toplum hareketinin arkasında da başta Rockefeller olmak üzere Yahudi sermayesi bulunmaktadır. Böylelikle insanların nerede olduklarını, nereye para harcadıklarını, toplumların ve bireylerin harcama eğilimlerini ve kimlere bağışta bulunduklarını görebilmektedirler.
İşte bahsettiğimiz bu bilgi sayesinde ülke ve dünya piyasalarını ele geçirmek için insanların zaaflarından istifade ederek ülkeleri üretim toplumundan çıkararak tüketim toplumu haline getirebilmektedirler. İhtiyacını erteleme sloganı ile insanları yeterli gelire sahip olmasalar bile borca sokarak, esasen zorunlu ihtiyaç olmayan alanlarda dahi harcama yapmalarına sebep olmaktadırlar. Böylelikle insanlar belli bir dönem için refaha ve ürettiklerinden çok daha fazlasına sahip olarak rahata kavuşmaktadır. Ancak söz konusu durum iktisadi gerçeklerle uyuşmadığı için belli bir sürenin sonunda cari açık ve borç krizi patlak vermektedir. Kriz dönemlerinde sermaye piyasalarını alt üst eden Yahudi sermayesi ve bunların taşeronları, genellikle faiz ve faize dayalı enstrümanlar sayesinde ellerinde tuttukları nakit sayesinde batan veya batma tehlikesi altında bulunan şirketleri yok pahasına almakta ve o ülkenin ekonomisinde söz sahibi olmaktadır. 1997’de Asya’da meydana gelen krizde ve yine 1994 ve 2001 yıllarında da ülkemizde yaşanan ekonomik krizde oluşan durum aynen bu şekildedir.
Bu krizlerdeki temel stratejileri ise genellikle şu şekilde olmaktadır. Sermaye piyasalarına sıcak para diye tabir edilen fonlar araçlığıyla hızlı bir şekilde giriş yapılmaktadır. Bu sayede ithalat ucuz hale gelmekte, insanlar rahata ve lüks tüketime alıştırılmakta, gereksiz lüks harcamalar artmakta ve ekonomiler aşırı şekilde ısındırılarak verimsiz alanlarda (inşaat gibi) gereğinden fazla yatırım yapılarak suni istihdam oluşturulmaktadır. Ülke ekonomilerinin artık iyice bağımlı hale geldiği, borç ve cari açığın ekonominin kaldıramayacağı bir noktaya ulaştığı noktada ise hızla piyasadan çıkarak devalüasyona ve ekonomik krize sebep olmaktadırlar. IMF veya diğer kuruluşlarla bu ülkeler anlaşma yapmaya zorlanmakta ve şirketlerin isteği doğrultusunda yasal düzenlemeler yapılmaktadır. Ekonominin krize girdiği, milyonlarca insanın işsiz kaldığı bir ortamda, eskiden milyar dolarlar vererek alamadıkları şirket ve malları tabir caizse ölü eşek fiyatına kapatmaktadırlar. Bu sayede o ülkede bir şekilde önemli şirketlere çok ucuza (hatta bazen bedavaya) el koymakta ve ülke ekonomisine daha rahat nüfuz etme imkânı bulmaktadırlar. Sermaye piyasası başta olmak üzere ekonomi alanındaki kendi istekleri doğrultusunda yapılan düzenlemeler sayesinde ise bir şekilde dokunulmazlık zırhına sahip olmakta, ekonomi yönetimindeki ağırlıklarını her geçen gün daha da artırmaktadırlar.
Doğu Asya krizinde ve ülkemizde yaşanan 2001 krizinde olan olay aynen budur. Örneğin DEMİRBANK 2001 krizinden önce 1,2 milyar dolar değer biçilmesine rağmen yabancılara satılmazken, 2001 krizinden sonra 350 milyon dolara HSBC’ye (Rothchild’lerin bankasına) satılmıştır. Yani yaklaşık 4’te bir fiyatına. Oysaki DEMİRBANK 2000 yılındaki ekonomik programa en çok destek veren banka idi. Aldığı sendikasyon kredilerini hazine borçlanma senetlerinde değerlendirerek programa destek olmasına rağmen, o zaman ki Merkez Bankası Başkanı’nın ve ekonomi yönetiminin hataları ve yerli işbirlikçi bankaların piyasadan likiditeyi çekmesi nedeniyle gecelik faizlerin Kasım ayında %2000’lere çıkması nedeniyle aktif dengesi bozulmuştur. BDDK tarafından da kendilerine aktif yapısını düzeltmek için fırsat verilmediği için 2001 Aralık ayında DEMİRBANK’a el konulmuştur. Ülke kaynaklarını hortumlamayan tam tersine destek olan bir kuruluşun bu şekilde harcanması oyunun ne kadar büyük olduğunun da habercisiydi. Nitekim Şubat 2001 krizi ile birlikte DEMİRBANK’ta oynanan oyunun benzeri diğer bankalara ve şirketlere de oynanıyor, ülkenin değerli şirketleri birer birer bunların veya yerli taşeronlarının eline geçiyordu.
Oyun genellikle hep bu şekilde oynanmaktadır. Bir şekilde insanlar rahata ve lüks tüketime alıştırılıp kriz çıkartılmakta, daha sonra da o ülkedeki şirketler yok pahasına satın alınarak ülke ekonomisi ele geçirilmektedir. Bugün de aynı oyunun değişik bir versiyonu sergilenmektedir. 2019 yılında çıkarılan bir virüs ve oluşturulan korku imparatorluğu ile dünya ekonomileri alt üst edilmiştir. Bugün ÇİN hariç dünyadaki tüm ülkeler korona virüs etkisiyle ekonomik kriz altındadır. Para basarak kurtarma operasyonları ise şuana kadar bir işe yaramamıştır. Esasen dünyayı yöneten ve neredeyse dünyanın tamamına hâkim olan bu şeytani akıl nedense sahip oldukları ile yetinmemektedir. Mal, sermaye ve ekonomiye hükmetme bunları kesmemiş,sahip oldukları şeylerin yanında dijital küreselizm (veya dijital diktatörlük) ile insanları artık tamamen kontrol altına almak istemektedirler.
Konuya devam edeceğiz. Selâm ve dua ile...
18.01.2025