Mustafa Cemal TOMAR
TAŞI GEDİĞİNE KOYMAK VE NÜKTELERİMİZ
TAŞI GEDİĞİNE KOYMAK VE NÜKTELERİMİZ
Taşı gediğine koymak deyiminin anlamı bir kişinin başka birine söylemek istediği bir lafı tam da yeri gelince söylemesi yani lafı yerine oturmasıdır. Bu durum taşın tam olarak yerine yerleşmesi ile benzetilmiştir.
Tonya İmam- Hatip Lisesi'nden bir hatıramı paylaşmak istiyorum. Whatsap gubumuzda aynı hatıramı paylaşmıştım. Başlığıma açıklık getirmesi açısından diyorum.
1984-85 Eğitim-öğretim yılıydı.(83-84 de olabilir) . Hatırladığım kadarıyla son sınıftaydık. Sınıfta 5'i kız olmak üzere 30 öğrenci vardı. Arapça dersine Davut OKÇU Hocamız geliyordu. Bir ara İmam-ı Gazali ile ilgili aşağıda paylaşacağım ibretlik hadiseyi anlatmıştı. Hadiseyi yazıma alıyorum.
İmsm-ı Gazali'nin Cürcan’de okuduğu dersleri not ettiği defterlerin, vatanına dönüşünde içinde bulunduğu kervanı soyan haydutlar tarafından gasp edilmesi hadisesi tarihte şöhret bulmuş olduğundan bahsediliyor
İmam-ı Gazali, kervanı basan haydutların reisinden, defterlerini geri vermesini, zira bunların hiçbir işlerine yaramayacağını söylemişti. Haydutların reisi o defterlerde ne olduğunu sorduğunda; “onlara yazılı bilgileri edinmek için yurdumu terk ettim ve uzun müddet süren tahsilimin semeresini onlara yazdım” dedi. Haydutların reisi güldü ve: “Nasıl olur da ilim tahsil etmiş olduğunu ileri sürebilirsin? Baksana defterlerin elinden alınınca hiç ilmin kalmıyor” dedi. Defterleri ger verdirtti. Bu hadise İmam-ı Gazali üzerinde büyük bir tesir bıraktı ve memleketine dönüşünde ilk işi defterlerindeki notları hafızasına nakşetmek oldu.
Aradan zaman geçti. Bu ibretlik olay hatırımdaydı.
Bir gün okuldayız ve dersimiz Arapçaydı. Dersimize Davut Hocamız geliyordu. Hoca derse girene kadar sınıf başkanı kendince yaramazlık yapan öğrencilerin numaralarını tahtaya yazıyordu.
Davut Hocamız sakin, sabırlı ve orta ses şiddetinde konuşan biriydi. Hiç bağırmaz, öğrencilere hakaret etmez, fiili ceza veren biri değildi. Şu anda Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nde İlahiyat Fakültesi'nde Docent sıfatıyla hocalık yapmaktadır. Takdir ettiğim hocalarımızdan biridir.
Seyyiatı hasenata tebdil etme diye Kur'an'da geçen bir ibare vardır. Allah Teâlâ hakiki tevbe edenlerin kötülüklerini hasenata tabdil edebiliyor. Modern eğitimde de; öğrencilerin yaramazlıklarını eğitim fırsatına çevirme diye bir tanımlama vardır. Davut Hocam bu yöntemi o zamanlar kullanırdı.
Hoca derse girdiğinde tahtada 147 ile 63 numaraları yazılıydı. 147 benim numara, 63 numara ise Muhammet Günaydın'ın numarasıydı. Hocamız sınıfın arka tarafına gidip tahtaya döndüğünde bu numaralar gözüne çarpmıştı.
Arapça dersinde metinler hareketsizdi. Yeni bir parça işleyecektik.
Hoca;
" Kataplarınızı açın 147 numaralı öğrenci oku ve parçanın anlam ver" dedi. Çalışmamıştım, parçanın anlamını nasıl verebilirdim ki?
Bir yıl önceki öğrencilerden arapça defteri almıştım. Tüm parçalar hareketliydi ve her kelimenin anlamı altına yazılıydı. Oradan okuyup anlam vermeye başladım.
Bu durumu fark eden Davut Hocamız sessizce yanıma geldi ve defterimi önümden çekti aldı. Yanımda oturan Sabri Uzun'un kitabını önüme çekerek "devam et Cemal" dedi.
Nasıl devam edebilirim ki!
" İmam-ı Gazali'nin durumuna düştüm hocam" dedim. Önce şaşırdı! sonra da siz "böyle böyle" anlatmadınız mı? deyince...
Gülümsedi ve "tmm" dedi.
Bakışlarından " ne güzel" cevap deyiverdi sanki hocamız bana.
Bir adamın sevdiği ve arkadaşlık ettiği insanlar gerçekten iyiymiş. Bir adamım da beraber olduğu insanlar makbul insanlar değilmiş. İyi dostları olana sorulmuş. Nasıl dost seçiyorsun? diye. Adam verdiği cevapla taşı gediğine koymuş. İşte cevabı:
- Ben insanları içten dışa doğru severim, dıştan içe değil, demiş. Cümleyi izah etmeye gerek yoktur.
Hani M. Akif'e biri alayvari bir üslûpla sormuş ya! Sen hayvan doktoru musun? diye. Akif ne demiş?
Bir yerin mi ağırıyor?
Hocanın evine hırsız girer. O zaman evde fazla eşya yok. Kıymetli eşya ne varsa hırsız toplar götürür. Bunu fark eden hoca, geri kalan eşyaları da toplar, hırsızın evine gider. Hırsız olup bitenlere şaşkın şaşkın bakarken!!!
Hoca:
- Bu eve taşınmadık mı? der.
Çok cimri bir adam misafiriyle beraber lokantaya gitmek zorunda kalır. Karsonu çağırır ve siparişini verir:
-Az çorba iki kaşık getir, der.
Bu hazır cevapçılık ve taşı gediğine koyma becerisi bir maharettir, bir ustalık işidir. Avam halk arasında dahi muazzam diyebileceğimiz laflar vardır. Edebiyetçılarda bile bulamayacağınız derinlikler, anlatma yöntemleri, nükteler, cümleler, deyimler, sloganlaşmış sözler vardır. Genellikle " bizim orda bir tabir vardır ya da derler ya! " biçiminde başlayan cümleler vardır. Halk arasındaki bu lâf ustalarını bulup konuşturmak ve o güzel lâfları kayıt altına almak gerekir diye düşünüyorum.
. Bir iki örnek daha vererek yazımı sonlandırmak istiyorum. Bu arada biraz da konumuzla alakalı olduğundan "nükteden" bahsedelim.
Nükte”nin Türkçe Sözlük’teki karşılığı “İnce anlamlı, düşündürücü ve şakalı söz, espri”dir. İnce, güzel nükteler yapan kimseye de, nükteci (nüktedan) deniyor.
Meşhur olmuş nüktecilerimizden bazıları şunlar:
Nasrettin hoca, İncili Çavuş, Öküz Mehmet Paşa, Nef’i, Ziya Paşa, Şair Eşref, Kavuklu Hamdi, Neyzen Tevfik…
Bir iki örnek verelim:
Nükteci, bir işi yapmamak için açlığını mazeret olarak öne sürecekse onun dilinde “Karnım aç”sözü “Aç ayı oynamaz.” şekline dönüşür.
Önemsiz bulduğu bir kişiden söz edecekse “Adam desem ünü yok, koyun desem yünü yok.” sözünü kullanır.
İş yapmada yeteneksiz olan şanslı kişiler için “Allah, uçmayan kuşa alçacık dal verir.”der.
El şakası, dil şakası yaptığı kişi bundan şikâyet ederse “Ayı sevdiği yavrusunu hırpalar.” sözüyle kendini savunur.
Yaptıklarıyla ve sözleriyle aile büyüklerine benzeyenler için sözü hazırdır: “Ağaca çıkan keçinin, dala bakan oğlağı olur.” Bu insanları değiştirmenin imkânsızlığını da şu sözüyle dile getirir: “Katranı kaynatsan olur mu şeker, cinsine tükürdüğüm cinsine çeker.”
İşleri yolunda giden kişinin gün gelir de işleri kötüye dönerse “Ala keçi, her zaman püsküllü oğlak doğurmaz.” diyerek uyarısını yapar.
Bir işe gönülsüz olduğumuzda sahte mazeret gösterenlerimiz hayli çoktur. Nasrettin Hoca ipe un serdim derken böyle kişileri örneklemek istemiştir. Nüktecimizin bunlar için de hazırlanmış sözü vardır: “Devekuşu uçmaya gelince ayağını, yük taşımaya gelince kanadını gösterirmiş.”
Sorulan sorunun cevabını vermek işimize gelmediği zaman bize uyan bir söz cevabımız olur. Buradaki kaçamağı, şu sözle ne de güzel ifade eder nükteci: “Katıra “Baban kim?” diye sormuşlar; “At dayım olur.” Demiş.”
Bir başka yazımızda buluşmak umuduyla...
17.08.2024