Namazsız olmaz Reis!
1977 yılında Niğde İmam Hatip Lisesi’nden mezun olup Niğde’nin dağlık bir kasabasına tayin olmuştum.
1977 yılında Niğde İmam Hatip Lisesi’nden mezun olup Niğde’nin dağlık bir kasabasına tayin olmuştum. İnsanları tabii ki dini anlamda aç bırakılmış kimselerdi ama çok samimi ve hocalara karşı pek hürmetkâr idiler. Gençlik heyecanı ile hızlı bir şekilde göreve başlamıştım.
Bir yandan vaazlar, diğer yandan isteyenlere Kur’an öğretmek ve hele özellikle gençleri toplamak suretiyle sohbet, ilmihal bilgileri ve Kur’an eğitimi derken derslerimize ilgi her geçen gün artıyordu. Çevre köyler de bunları duymaya başlayınca Cumalar çevreden gelenlerle dolup taşıyordu.
Canlılık oldu
Vaazları minare hoparlöründen yayınladığım için, yollara ve damlara kadınlar çıkıyor ve vaazları dinliyorlardı. Gerçekten de kasaba halkı sohbetlere, derslere, vaazlara çok büyük ilgi gösteriyordu. Çocukları okuturken, İmam Hatip çağına gelenleri de şehre yönlendiriyorduk ki bu da gerçekten ileriye dönük bir kazançtı.
Hanımlar ayrı, çocuklar ayrı her kesimde bir hareketlilik oluşmuştu. Evimize gelip eşimden okuyanlar da olduğu için, zamanla eksikliklerini anlıyorlar ve tesettürü de tam yerine getirmek için gayret ediyorlardı. Bu istekleri bizim teşviklerimizle de artınca, onlara Konya‘dan büyük örtüler götürüyorduk. Zira onlarda “dış örtüsü” alışkanlığı yoktu.
Allah’ın bir lütfu olacak ki kasabada zikir ehli insanlar da vardı. Fakat onların muârrızları da mevcuttu. Belli bir muhabbet hasıl olunca, sabah namazlarında topluca besmele ve kelime-i tevhid zikrine başladık. Genç, ihtiyar her birisi bu muhabbete dahil oldu ve ayrıca gönüllere sürura, bedenlere huzura vesile oldu. Bu zikirlerin tadını bunca geçen yıla rağmen hiç unutamam.
Bir hatıra
Yalnız kasaba halkının kötü bir hali vardı; o da husumetti. Maalesef bu acı bazen yaşanıyordu. Elimizden geldikçe bu konuya da değiniyor ve aralarının ıslahı için gayret ediyorduk. Bu arada çok otoriter ve yanına varmaktan çekinilen bir belediye reisleri vardı ki, onunla olan hatıramızı hiç unutamıyoruz.
Temmuzda başladığım görevin üzerinden dört ay geçmiş ve kış kapıyı çalmaya başlamıştı. Cami taştan yapılmıştı ve camide soba yakma adetleri yoktu. Gerçekten soğuk oluyordu. Bir Cuma vaazının ardından, buraya bir soba alalım deyince, Reis hemen atıldı ve “Ben alayım hocam” dedi. Teşekkür ve dua ettik.
O günkü hutbe konusu “adalet” idi. Biz heyecanla ve daha çok irticalî olarak bu konuyu işlerken, idarecilerin ibadetli de olması gerektiğini dile getirip hiç akılda olmadığı halde; “Bizim Reisimiz de inşâallah namaza başlayacak, bunu kendisinden Allah için bekliyoruz” diyerek hutbeyi bitirdik.
Herkes şaşırdı
Cemaat şaşırmıştı. Herkes birbiriyle bakışıyordu. Göz ucuyla da Reis’i süzüyorlardı. Acaba nasıl bir tepki verecek diye bakışmalarmış meğer. Biz ise gayet sakin namaza geçtik. Bir şey anlamadık. Meğer herkeste bir heyecan varmış. Tabii ki hadise buymuş ama biz sanki hiç bir şey yokmuş gibi bir hal içindeydik. Herkes biraz tedirgin halde; acaba çıkarken ne olur, düşüncesi ile dağılmış.
Kayınbabam rahmetli de misafirimizdi, bu sözümü duyunca; “Reis ne tepki verecek!” diye endişelenmiş. Eve gelince; “Oğlum sen ne yaptın? Adamın hali belli. Nasıl söylersin böyle? İnan cemaat de ben de çok korktuk bir hadise çıkacak diye” deyiverdi.Onu teselli etmeye çalıştım ama tabii ki bende de bir tedirginlik başlamıştı. Çünkü namaz çıkışında cemaatten de aynısını diyenler olmuştu.
Dua ediyorduk bir sıkıntı olmasın diye. Biz biraz heyecanla ikindi namazını bekledik. İkindi vakti caminin önünde iken, bir de baktım ki geriden reis ve adamları geliyor, zabıtası, memuru hepsi var. Acaba bana bir tepki koymaya mı geliyorlar diye düşünmeden edemedim. Reis büyük cüssesiyle, paltoyu sırtına atmış bir vaziyette geldi ve belediye çalışanlarıyla doğruca namaza girmesinler mi?
“Aman Allah’ım! Bu ne büyük bir ikram?” Herkes sevinçli bir hale geliverdi. Artık biz dost olmuştuk. Her hizmette görüşüyorduk. Anadolu da bir tabir var; “höflü adam” derler. Bu korkulu adama ne olmuştu sahi? Nasıl yumuşatmıştı Rabbimiz? Dilerse “ol” der, oldurur diyorduk. Artık biz zikir, sohbet, vaaz, okutma gibi her şeyde o kadar rahattık ki! Bu, Allah’ın sonsuz bir rahmetiydi.
Tayinim çıktı
Aylar geçmiş ve bizim tayin çıkmıştı. Ama ayrılmak çok zordu. O ayrılışı hala unutamıyorum. Kimisi; “Kal hocam malımın yarısını sana vereceğim” diye söylüyor, kimisi başka türlü dil döküyordu. Ama biz İslâm Enstitüsü okuyacağız, ilim tahsil edeceğiz diye mazeret ileri sürüyor ve gönüllerini yapmaya çalışıyorduk.
Yeni yerimize başladıktan altı ay sonra, o kasabaya ziyarete gittim. Dostlarla bir araya geldik. Onlarca kişi namaza başlamıştı. Bu konuda müthiş bir takibimiz vardı. Döne dolaşa söz Reis’e geldi. “O namazı bıraktı” dediler. Çok üzüldüm.
Sabah olunca Belediye’ye gittim. Hoş beşten sonra; “Niçin namazı bıraktın başkanım” dedim. Biraz da sert çıkmışım. O da; “Bak hocam zabıtaları çağırır, seni dışarı attırırım” diye takıldı. Tekrar sordum. Bir şeyler anlatmaya çalıştım. En sonunda şöyle dedi: “Ben hasımlı birisiyim hocam. Yolda, tarlada ardımdan biri vuracak olursa ne yapabilirim?”
Şaşırmıştım. Nasıl bir savunmaydı bu? Dedim ki: “Keşke öyle olsun da, şehid olarak git. Ya namazsız halde olursa bu, ne olur halin? Namazsız olmaz Reis!” Tabiri caizse, tatlı sert sohbet ettik ve üzüntü ile ayrıldım. Evet, hayret ki hem de nasıl hayret! Aylar sonra duydum ki Reis’i yolda vurmuşlar. Bu da bir ibret sahnesi olarak hatıramızda kaldı.
Cenab-ı Allah bizleri namazsız, niyazsız, duasız bırakmasın. Son nefese kadar bunlarla gıdalanmayı bizlere nasip eylesin.
Muzaffer Dereli