Malumunuz olduğu üzere, kapitalist ekonomide kaynakların ‘kıt’ olduğu varsayımından hareket edilir. Kaynakların kıt olduğu tartışmalı bir konudur ama insanlığın bu kaynakları hor ve dengesiz kullandığı da bir o kadar tartışmasızdır. Zira bu kaynakların bölüşümü hem uluslararası hem de ulusal bakımdan kapitalist iktisadın mantığına uygun bir şekilde güçlünün elindedir. Uluslararası paylaşımın ne kadar adaletsiz olduğu genel olarak bilinir de milli düzeyde bu paylaşımın, özellikle de gelişmiş ülkelerde sorunsuz bir şekilde işlediği düşünülür. Oysa bu ülkelerde sermaye kesimi ile çalışan kesim arasında uçurum denecek kadar gelir farklılıkları vardır. Avrupa’da sosyal devletin nisbi olarak dengelediği bu durum, özellikle de Amerika’da fevkalade belirgin bir toplumsal sorundur.
Aslında ilahi kökenli bütün dinler bu konu ile de ilgili olan değerler sistemi vaz etmiştir.
Ancak yine bilinen bir gerçek olarak Batıda 16. Yüz yılda başlayan 18. Yüzyıl Fransız evrimi ile tamamlanan sekülerleşme din kaynaklı uygulamaları toplum hayatından çıkarmayı başarmıştır. Bizde ise benzer bir süreç 19. Yüzyılda başlamış, 20. Yüzyılda ise hayata geçirilmiştir. Önemli bir fark şu ki; batıda toplumsal tabanlı olan bu talepler, Müslüman beldelerde dış odaklı ve dayatma şeklinde tezahür etmiştir. Oysa şu insani ve islami duygulardan hiç birisinin bir karşılığı ve açıklaması yoktur beşeri sistemlerde; mülkün gerçek sahibinin Allah, dolayısıyla bize emanet olduğu, hayırseverlik, paylaşmak, kanaat, sabır, şükür, diğergamlık, i'sar (başkası için yaşamak), zekat, sadaka, bireysel değil toplumsal çıkar öncelikli düşünme, insanı merkeze alma, sınırlı ekonomik özgürlük, karaborsacılığın ve faizin olmadığı bir ekonomik düzen... çoğaltılabilir... Yaşadığımız sorunların bazı kaynaklarına dikkat çekmek istedim...