Murat Erşad AL
Kör Kütük AŞK
Tek bildiği renk kırmızıydı, en sevdiği yeşildi onu da hiç bilmedi. Kırmızıyı son kez ayağı kayıp düşünce elindeki yarada gördü. Bir daha görmek dünya gözüyle nasip olmadı. Kan, aşk, kırmızı ve sazdı onun hayatı. Sivas ellerinde kırılan saz, yüzyıllar sonra tekrar bir canda can buldu. Umutlarını toprağa ekmiş, topraktan beslenip, toprağı işlemiş, bir saz şairinde nefeslenelim.
Gözlerini yaz sıcağında
Anasının serin kucağında
Tozlu topraklı köy yolunda
Açmıştı, Sivrialan’da dünyaya.
Çok acılı bir hayata merhaba dedi. Şöyle bir göz gezdirdi ki zaten o gözlerde fazla dayanamadı o acıları görmeye. Henüz beşinde yedisinde kaybediverdi iki kara gözü. Yetmedi tabii dibi delik dünyaya daha çektirecekleri yeni başlamıştı. İki kız kardeşini kaybetti. Yeşertmeye çalıştığı çiçeklerine dokundu, ağladı ve hiçbir şeye ağlamadı cepheye gidemediğine ağladığı kadar “kör kütük ozan.”
Armut ağacı ilk dostu, yıldızlar sırdaşı olmuştu. Aşk için illa görmek mi gerekti, aşk zaten görememek değil miydi? Sevda yüzünden başına gelmeyen kalmadı, “mavi gözlü dev” için karanlık yollarda Ankara’ya kadar üç ay yürüyecekti. “Esma” diye biriyle evlendi. Belki adı güzel diye belki de hakikaten sevmişti. Fakat sevdiği kadında bir sabah erkenden habersizce terk ediverdi. Azıcık gülümsedi ki çocuğu öldü, yüzünü göremese de acısını kalbine gömdü.
“Talih çile kadar sözü bir etmiş,
Her nereye gidersem, gezer peşimde.”
Sazı alınca eline her dem susardı, etrafındaki her nesne onu dinlerdi, hüzünlü bir gurbet türküsünde. Göz pınarları zemzem olurdu. Dost dost diye çoklarına sarıldı, onun sadık dostu kara toprak olacaktı. Uzun ince bir yolda aşk ona hep yakındı. O, ise hiç aşka ulaşamadı, acep ulaşınca aşk yalan mıydı? Vatanına bağlandı, mavi gözlere sevdalandı, peşinde çok dolandı ama ulaşamadı. Gündüz gece gitse de gündüzü 5’inde 7’disinde çoktan bitmiş, hayatı gece yol almakla geçmişti. Görememek neydi, sadece körlük müydü? Ya da varlık mı? “Ahmet Kutsi Tecer” O’nu nihayet keşfetmişti, tüm vatan onun sazında büyüyecekti. O, nihayetinde ‘Kızılırmak’ gibiydi; bazen kızıl bir renk olur akar, bazen durulur uzaklara görmeden bakardı. Zara’dan doğup Bafra’da biten bir aşktı onunki. Her bitiş yeniden doğuştu o’nda. Edebi kimliği yoktu lakin edipti. İçi dolu tekniği, saf ve kusursuz söyleyen “kör kütük” âşıktı o.
Deyişleri, Sazından Sesleri, dostları onu hatırladı mı? Ya da hiç unutmuşlar mıydı? Onun ki vefaydı. “Aşk, Veysel ve Tanrı” üçünün de özünde sevda vardı. Ha dün ha bugün hep yandı. Ömür biterken, yangın yeri oldu Şarkışla. Karacaoğlan’da başlayan sevda türküleri, “kör kütük” ozanla son buldu. O’nun gidişi bir edebiyatın bitişiydi. “Kara” bir yiğitle başlayan edebiyat “âmâ” bir şairle son buluyordu. Sazı düştü yere, oldu sere serpe, teller dirense de inatla, sapı çürüyecekti zamanla, vatana, toprağa, bitkiye ve suya böylesine âşık gelir mi bir daha? Ey büyük usta sadık dostunla ebedi saadetler sana!