Murat PADAK
Kınadıklarımızın Sınandıkları İle Sınandık Mı Hiç?
Hangimiz kınadıklarımız ile aynı ortamda büyüdük? Düşünsenize bir çocuk, içki içen bir anne babanın yanında büyümüş. Etrafındaki herkes ona, günü gelince içersin demiş. Daha ergen olmadan tadına bakmış ve bir daha bırakamamış. Şimdi böyle bir ortam ile sınandık mı? Sınansaydık bırakma hususunda başarılı olur muyduk?
Başka bir çocuk, daha altı yedi yaşındayken etrafı sevgili adayı dolu. Anne baba, eş dost normal görüyor bunu. Çocuk ilkokuldan itibaren sevgili değiştiriyor. Ortaokulda üç beş tane eskitiyor. Lise de birkaç tane, üniversitede de bir o kadar... Ortamı öyle. Kınayanı yok, ayıplayanı yok. Hatta sevgilisiz kalması ayıplanıyor. Şimdi hangimiz böyle bir ortamda, “ben Allah'tan korkarım!” diyerek ortamı terk ettik? Ya da ederdik? Böyle bir ortam ile kaçımız sınandık da sınavı kazandık?
Bir kız hep açık seçik giydirildi. Annesi öyle, ablası öyle, teyzesi öyle, komşusu öyle, gittiği ortam ve okul öyle... Ailede sadece neneler örtülü. Akraba kızlarının hepsi açık. Ne ayıptır diyen var ne de böyle giyinme diyen var. O da böyle bir ortamda başı açıktır, kollar açıktır, ayaklar açıktır... Belki böyle ortamda yetişen biri için kot pantolon giymek bile tesettür sayılıyor. Ya da diz altı etek tesettür sayılıyor... Şimdi kaçımız bu kızları yerden yere vururken onların imtihanı ile imtihan olduk?
Bir genç ara mahallede büyüdü. Araç girmeyen, polis girmeyen, devlet girmeyen sokaklarda büyüdü. Uyuşturucu diye bir maraz ile tanıştı. İçti, bir nefes çekti. Yaşadığı acıları bir nebze de olsa unuttu. Sonra bağlandı ve bağımlı oldu. İçmeye ve satmaya başladı. Cezaevlerine girdi çıktı ama bırakmadı peşini uyuşturucunun... Evet, bahsini bile ederken korktuğumuz böyle ortamda hangimiz yetişti de imtihanı kazandık? Hangimiz böyle bir sınav olduk da başardık?
O züppedir diye kınadığımız çocuk, doğduğunda bir serveti vardı. Bir eli yağda bir eli balda idi. Bir şeye sahip olmak için ona göz ucuyla bakması yeterliydi. Parayı harcadıkça harcadı. Har vurup harman savurdu. Kaçımız böyle bir mal ile imtihan olup da servetimizi doğru kullandık? Hep eleştirdik zenginleri cimrilik ile. Kaçımız böyle bir hayatı yaşayıp cömert olduk? Kaçımız sahip olduğumuz malın cömerdiyiz?
Hangimizin eline imza yetkisi verildi? Bir imza ile milyonlarca liralık işlere onay verme yetkisi kaçımızda vardı da bunu başarılı bir şekilde kullandık? Beş yüz bin lira rüşvetle hangimiz sınandık da ben bu parayı almam dedik?
Kaçımız mevki makam ile sınandık da sınavı başarı ile geçtik? Bunları, günahı ve suçu masum göstermek için anlatmıyorum. Unutmayın ki, suç, günah, edep, ahlak vb. dediğimiz şey bize göredir. Ona göre bunlar sıradan işler. İşte ona bunların sıradan işler olmadığını anlatırken nasıl davranıyoruz? Başkalarının geçmişte yaşadığı ya da anbean yaşadığı ortamı rüyamızda görsek utanç duyarız ya da gerilim yaşarız...
Değerli kardeşlerim, sınanmadığımız konularda konuşurken gönül incitmeyelim. Hataları hata ile düzeltemeyiz. İnsanları kazanmak için uğraşalım. Herkes sizin gibi takke ile, seccade ile, örtü ile, Kur’ân ile, dini kitaplar ile, dindar bir çevre ile büyümedi. Herkes sizin Kur’ân Kursu, İmam Hatip, Medrese, İlahiyat gibi okullarda dini eğitim almadı.
Acaba biz başka bir ortamda olsaydık nasıl olurduk? Başarabilir miydik? Biraz empati yapalım. Kendimizi o insanların yerine koyalım. Belki her biri içten içe ne olur kurtarın beni bu bataklıktan diyordur. Ama biz ise “senin ne işin var bu bataklıkta? Tabi batarsın? Sen pis olmuşsun. Sen şusun busun” diyerek itiyoruz, incitiyoruz.
Gönül dili kulaktan gönle girer. Bu dile çok ihtiyacımız var. Şunu da unutmayalım. Bizler yargıç değil, davetçiyiz. Hâkim değil, tebliğciyiz. Cellat değil, haberciyiz. Nefret ettirici değil, müjdeleyiciyiz.