İbrahim Halil ER
İşçi ve İşveren Hakları
İslam’da İşçi ve İşveren:
İslâm'da işçi ile işveren, bir sınıf teşkil edecek ve birinden diğerine geçiş veya ikisini bir anda temsil mümkün olmayacak şekilde birbirinden ayrılmış değildir. İslâm'da iş akdi, "icâre"; yâni "kiraya verme" mefhumu içinde ele alınmıştır; işçi, emeğini kiraya verendir. Buna göre herkese iş yapan zanaatkârlar, sanâyiciler, doktor, avukat gibi serbest meslek sahipleri bu vasıflarıyla işçidirler; işlerini yaparken başkalarının emeğinden de istifade ediyor, yani işçi kullanılıyorsa, bu vasıflarıyla da işverendirler? Buna mukabil, yalnız bir şahsa veya müesseseye çalışan kimse sırf işçidir; ancak bu işçi, emeği karşılığında ücret yerine, üretim ve gelirden pay alıyorsa, işçilik vasfına bir ölçüde işverenlik de katılmaktadır. İşte bu işçi-işveren anlayışı İslâm'da hem sınıf teşekkülü ve çatışmasını önlemiş, hem de işçinin işe sahip çıkarak üretimi arttırmasını, bir gün işveren haline gelme ümidiyle daha verimli olmasını sağlamıştır.
(hayrettinkaraman/kitap/meseleler)
İslam’da insanların geçim ve nafakasını sağlama görevi yani ona iş imkanı oluşturma görevi de devletindir. İnsanların tembel tembel oturmasını istemediği gibi fakirliği de mücadele edilmesi gereken bir sosyal yara olarak görür ve insanlara yeni iş imkanlarını, istihdam kaynaklarını oluşturmaya çalışır. Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Sizden birinizin oturup dilenmektense sırtına ip alıp odunculuk yapması ve bu yolla para kazanması daha hayırlıdır.”
İşçi Hakları:
İslâm hukukuna göre iş akdi karşılıklı rızâ ve irade beyanı ile olur. O zat Musa'ya dedi ki, “Bu iki kızımdan birini sen, bana sekiz yıl ecîrlik etmek üzere sana nikahlamak istiyorum. Eğer hizmetini on yıla tamamlarsan o da kendinden. Bununla beraber arzu etmem ki sana zorluk çektireyim. Înşâ-Allah beni salihlerden bulacaksın.” Mûsâ dedi, “O, seninle benim aramdadır. Bu iki müddetten hangisini ödersem demek ki, bana karşı bir husûmet yok. Allah da şu dediğimiz üzerinde bir vekil.” (el-Kasas: 28/24-28.)
İşveren, işçinin rengi, inancı, cinsiyeti, dini, mezhebi veya etnik yapısına göre muamele etmez, liyakat esasına göre davranır. Onun hizmetine bakar ve emeğinin karşılığını işin bitiminde verir. Nitekim Resulullah (sav) de aynı prensibi “İşçinin ücretini alnının teri kurumadan veriniz…” (İbn Mace) sözüyle vurgulamıştır.
İslam’da işçi hakların başında ücret yani emeğinin karşılığının verilmesi ve izinler gelir.Kur’an bu konuda şöyle buyurur: “Herkeseişlediklerinin karşılığı ödenir. Kendilerine haksızlık yapılmaz.” (Ahkaf: 46/19. ) İşçi, yapacağı işin ücretini önceden beyan etmeli veya işveren ücretini önceden belirtmelidir. Ücreti belirtilmeden, yapılan iş akdi geçersizdir. Fakat yapılan işin toplumda belirli bir ücreti takdir edilmişse o zaman önceden belirtilmemiş olsa da bu ücrete göre takdir edilir. Ücretin mikdarı da örfe bırakılmıştır. Bu konuda dayatmacı davranılmamıştır. Eşit işe eşit ücret verilirken, zor ve maharet gerektiren işlere de işin durumuna göre farklı ücret verilir. Çünkü eşitlik her zaman adil olmayabilir. Kişilerin maharetleri, uzmanlıkları ve işin niteliğine göre ücret farklılığı olabilir. “Herkes için emeğinin karşılığı vardır.” (Necm: 53/39.) Ücretinin eksik verilmesi, kararlaştırılan ücretin altında verilmesi veya kararlaştırılan zamandan daha çok çalıştırılması durumunda işçinin dava hakkı doğar ve İslam hukukuna göre kadıya ya da muhtesibe başvurabilir.
Devlet her işçiye aynı ücreti vermeyebilir.
Evli ve kalabalık bir ailesi olan ya da bakmakla yükümlü olduğu kişi sayısı fazla olana ek ödeme yani günümüz tabiriyle aile yardımı verebilir. Ebu Davud'un rivayet ettiği şu hadis, genel mânada evlilere öncelik tanındığını andırmaktadır:
“Avf b. Mâlik diyor ki: Resulullah (s.a.s.)'e ganimet malı geldiği zaman aynı gün taksim ederdi. Evliye iki, bekâra bir hisse verirdi. İbn Musaffa rivayetinde şu ilâve vardır: Bir seferinde ganimet gelmişti. Beni Ammâr b. Yasir'den önce çağırdılar. Evli olduğum için bana iki hisse verdiler. Ammâr'a ise bir hisse verdiler. Çünkü o, evli değildi
İslam’da grev hakkı ve buna bağlı olarak lokavt hakkı yoktur. Çünkü işçinin işveren tarafından ezdirilmesine İslam müsaade etmez. İşçi, ücretinden memnun değilse devlete başvurur ve devlet emeğinin karşılığını takdir ederek işverenden alır. İşçi bu takdirden memnun değilse işi bırakabilir. İşsiz kalan bir insanın geçimini devlet üstlenir. Kendisine asgari bir geçim kaynağı takdir edilir. Yani işsizlik sigortası verilmiş olur. (Dr. Abdülvehhab Öztürk, İslâm’da Emek ve İşçi-İşveren Münasebetleri, Ensar Neşriyat Yayınları: 60-62.)
İşçi dilediği zaman işini bırakma yani iş akdini fesh etme hakkına da sahiptir. Fakat işi terk etmesinden dolayı işvereni mağdur edemez. İşveren de iş akdi ile tesbit edilen işin bitiminden veya sürenin sona ermesinden önce işçinin işine son veremez. Eğer verirse onun zararını tazmin etmek zorundadır. Çünkü İslam'da andlaşmalara riayet ve zararların izalesiesastır.
İşçinin Vazifeleri:
İşçinin hakları olduğu gibi vazifeleri de vardır. Vazifelerin başında kendisinden istenen işi düzgün ve zamanında yapması, işin hilesine kaçmaması ve mesai saatleri içerisinde işini aksatıp başka işle uğraşmamasıdır. İşçinin emin ve güvenilir olması konusunda Kur’an şöyle buyurur: “İki kadından biri: “Babacığım, onu ücretli tut; ücretli tuttuklarının en iyisi bu güçlü ve güvenilir' (emin) adamdır.”dedi” (Kasas: 28/26.)
Eğer işçi işi kendisi değil de başkasına yaptırıyorsa, artık o işçi değil işveren konumuna düşmüş olur. Ayrıca, işveren o işi işçiden yapmasını bekliyorsa ve işçi bilgi vermeden işi başkasına yaptırırsa iş akdine aykırı davranmış olur. Örneğin meşhur bir sanatçıdan resim yapması için sözleşip parasını verseniz ve o da işi talebelerine yaptırsa bu geçersiz olur. Çünkü bu işin ücreti meşhur sanatçıdan dolayı yükselmiştir. Ya da ameliyat için meşhur bir doktorla anlaşsanız fakat ameliyatınıza talebesi girse yine aynı şekilde iş akdine aykırı davrandığı için ücreti hak etmemiş olur.
“Binnefs amel etmek yani kendi işlemek üzere isticar olunan ecir (işçi) kendi yerinde başkasını kullanamaz”(mad. 571). Eğer böyle bir şart yoksa müşterek işçi kendi kalfa veya işçisini kullanabilir.
Peki devlet bir asgari ücret koyabilir mi?
İşverenin emek sömürüsü yapmaya yönelebileceği durumlarda devletin o iş için asgari bir ücret takdim edebilme hakkı vardır. Ücret bu rakamın altında olamaz, fakat daha yukarı olabilir. Bu ücretin amacı emek sömürüsünü engellemek, emeğin ucuzlamasına fırsat vermemek ve işverenlerin tekel oluşturarak emek üzerinde belirleyici olmalarını engellemektir. Devletin sosyal devlet olma hasebiyle sömürüye izin vermemesi gerekir. Yalnız İslam’da her türlü üretim emektir. Yani kitap yazmak, devlet yönetmek, askeri hizmetler, öğretmenlik ve ziraatçilik gibi tüm alanlardaki hizmetler emektir. Her emeğin bir değeri ve niteliği vardır. Ücret tespitinde emeğin bu izafi durumu göz önüne alınır. Ücretler için asgarî bir sınır tespit edilmesinin “narh” müessesesiyle yakın alâkası vardır. İslâm Hukukçularının çoğunluğuna göre fiyatların devletçe tespiti demek olan narh caiz görülmemiş olmakla birlikte İmam Mâlik ve bazı müteahhirûn hukukçular belli şartlarda caiz, hatta fiyatlarda adaleti sağlayıp bozulan dengeyi gerçek değer (semeni misl, ecri misl) üzerine tesis etmesi halinde vacip görmüşlerdir.
Ücret para olarak tespit edilebileceği gibi menfaat veya ayn (eşya) olarak da kararlaştırılabilir. Bazı îslâm hukukçuları yeme ve içmenin ücret veya ücretin bir parçası olarak kararlaştırılmasını, ücretin bilinmezliğine yol açacağı endişesiyle kabul etmemişlerdir. Çünkü bu durumda işçinin mağdur olması mümkün ve muhtemeldir. Fakat yeme ve içmenin işçi ücretine dahil edilmesi yönünde örfün bulunması ve yeme-içmenin anahatlarıyla önceden bilinebilmesi durumlarda bunda bir mahzur olmayacağı, akdin geçerli olacağı belirtilmiştir. (Ali Bardakoğlu, İslâm’da Emek ve İşçi-İşveren Münasebetleri, Ensar Neşriyat Yayınları: 197-202.9 Bazı İslam hukukçuları da işçi ücretinin yapılan işin hissesi veya karın yüzdesi üzerinden verilmesini doğru bulmamıştır. Yani dokumacı dokuyacağı ürünün bir kısmından, terzi dikeceği elbisenin bir kısmından veya çiftçi üreteceği ürünün bir kısmından ücretini takdir edemez. Çünkü burada bilinmezlik vardır, halbuki ücret işinin ihtilafkonusu olmaması için net olmalıdır. Buna rağmen hisseli veya yüzdeli ücret sistemine onay veren alimler olmuştur.
İşçi kendisine emanet edilen mal, malzeme, araç ve gereçleri koruyacak, onlara bir zarar gelmemesine çalışarak bunu bir emanet olarak telakki edecektir. Kendisinin ihmali sonucu telef olan malları da tazmin etmekle yükümlüdür. Peygamber efendimiz de şöyle buyurmuştur; “insan işinde kusur ederse, Allah onu sıkıntıya düşürür.”
İş Sağlığı:
İşçinin manevi hakları da bulunmaktadır. Bunun başında kendisine gücünün üzerinde iş yüklenmemesi, ağır ve zor çalışma koşulları sunulmamasıdır. Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Kimin elinin altında bir kardeşi bulunuyorsa, ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin. Onlara kaldıramayacakları işleri yüklemesin, eğer yüklerseniz kendilerine yardım ediniz." (Buharî)
İşçi izin ve dinlenme hakkına da sahiptir.
Aynı zamanda mesai saati içerisinde yemek, namaz ve ihtiyaç molaları gibi hakları da bulunmaktadır ve bu pazarlık konusu bile olmaz. Fakat işçi namaz kılmak bahanesiyle işinden kaytarmaya veya bu süreyi istismar etmeye çalışması caiz değildir. İslam’da tatil günü diye bir kavram yoktur. Haftanın yedi günü de çalışılabilir. Cuma günü İslam’a göre bir tatil günü değildir o günde sadece Cuma namazı esnasında çalışılmaz ve Cuma kılındığı için de ücret kesintisi olamaz. Fakat her işveren işinin mahiyetine göre işçiye bir izin günü takdir vermek zorundadır. Fakat günümüzdeki izin sistemi örfe göre düzenlenebilir. İbn Maze (Mace değil), şöyle diyor: Kadı haftada, bir gün istirahat etmelidir; aksi takdirde usanır; kendi işlerine bakacak vakit bulamaz. Ebu Hanife zamanında (hicrî 2. asır) Cumartesi günleri tatil idî. Hassaf zamamnda ise (h. 3. asır) kadılar bazen Pazartesi, bazen de Salı günü tatil yapıyorlardı. Bizim zamanımızda ise (h. 6. asır) Salı günleri tatil yapıyorlar. Çünkü Salı günü devlet daireleri de kapalı oluyor. (İbn Maze; Şerhu Edebi'1-Kadî li'1-Hassaf, 1/250) İşçi bu günde dinlenir ve ailesine de zaman ayırmış olur.
İşçinin beden sağlığını korumak için iş ve işyeri şartları iyileştirilecek, mesâi müddeti buna göre tesbit edilecek, dinlendirme, muâyene, gerektiğinde tedâvi gibi bütün tedbirler alınacaktır. İşçinin ruh sağlığını korumak için haftalık, aylık izinler ve inancı istikametinde ibadet fırsatı verilecek, gerekli diğer tedbirler alınacaktır.
(hayrettinkaraman/kitap/meseleler/0301.htm)
Hastalık veya iş yapamayacak bir rahatsızlığının bulunması durumunda işine son verilen bir işçinin bakımını devlet üstlenmek zorundadır. Yaşlanma veya yıpranma nedeniyle işi bırakan işçinin geçimini devlet üstlenir.
İş Güvenliği:
İş yerinin ve yapılan işinin güvenliğini sağlamak işverenin görevidir. İşçi’nin işverenin hatası, ihmali veya iş kazası sonucu iş yapamaz duruma düşmesi ya da yaralanması durumunda işveren sorumlu olup, masrafları ve bakımını üstlenmek zorundadır. İşçi kendisine teslim edilen her türlü eşya veya aracı emanet olarak görüp korumalı ve işine ihanetetmemelidir.
Emeklilik:
İslam’da modern anlamda bir emeklilik sistemi yoktur. Sadece insanların çalışamayacak kadar yaşlanması veya yıpranmasından dolayı çalışmaması durumu vardır. Bu durumda devlet destek olur. Modern anlamda emeklilik sanayi devriminin bir sonucudur. Sanayi devlerimi nedeniyle ağır ve zor fabrika koşullarından dolayı emeklilik gündeme geldi. Çünkü bu işler ancak belli bir yaşta yapılabiliyordu. Yaşlandığında yapılamayacak işlerdi. Fakat tarım toplumunda gücü yeten herkesin yapabileceği bir iş vardır. Modern bir konu olduğu için bunu İslam’ın genel prensipleri içerisinde çözüyoruz. O da yaşlılık ve çalışamayacak duruma gelmesi nedeniyle geçimini devletin üstlenmesidir.
Aslında buradaki sorun İslam’daki işçi kavramının çağdaş anlamdaki işçi kavramından farklı olmasıdır. Mecelle'de işçi; “kendini kiraya veren kimse” olarak tarif edilmiştir. ( Mecelle, md. 413.) İşçi İslam fıkhında ecir diye isimlendirilmiştir. Buna göre işçi ücret karşılığında emeğini kiralayan kişidir ve bir işçi, hizmetçi, çoban, şoför istihdam etmek yahut bir terziye sipariş vermek bir işçi-işveren ilişkisi oluşturur. Hatta devlet başkanı, vali, memurlar, hakimler, doktorlar vs., işçi kabul edilebilirler, çünkü belli bir ücret karşılığı çalışmaktadırlar. Bir başka açıdan bazı müteşebbisler, sanatkarlar, Öğretmenler, mühendisler vs. emek sarfeden kişiler olarak işçi kavramına dahildirler. (Dr. Ahmed Tabakoğlu, İslâm’da Emek ve İşçi-İşveren Münasebetleri, Ensar Neşriyat Yayınları: 85.) İslam fıkhındaki bu işçi tanımını günümüze göre yeniden düzenlememiz gerekmektedir ve modern işçi kavramındaki fabrika çalışanları şeklinde düzenleyerek emeklilik olayını çözebiliriz. Fakat buna rağmen işi yapamayacak şekilde yıpranma ve yaşlanma ilkesini koyduğumuzda emeklilik sorunu çözülür. Buna göre emeklilikteki ölçüt çalışma primleri değil, çalışanın yaşıdır. Fakat günümüzde bazı alimler emeklilik döneminde alınan ücretin bir emek karşılığı olmadığı için caiz olmadığını söyleseler de devletin çalışamayacak durumda yıpranmış ve yaşlanmış olanlara bakma sorumluluğu göz önüne alınarak caiz olur. Çalışamama ve yıpranma ilkeleri de örfe göre tanzim edilebilir. Burada caiz olmayacak nokta erken emeklilik veya genç yaşta emeklilik gibi durumlar için geçerli olabilir.
İşveren
Kaynaklarda “müstecir” veya “sâhibu'l amel” olarak geçen işveren, iş akdinin işçiye göre diğer tarafını teşkil eder. İşveren, işçinin belli bir süre veya işte sarfedeceği emeğini satın alan kimsedir. Diğer bir ifadeyle işçi kavramına bağlı olarak işveren kavramı, İslâm hukukunda birçok kesimi kapsamakta, belli süreyle işçi istihdam eden kimse yanısıra ücretle başkalarına iş gördüren kimseler de işveren sayılmaktadır.
İşveren gerçek şahıslar olabileceği gibi hükmî şahışlar, bu arada devlet de olabilir. Nitekim İş Kanunumuz işvereni; “işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişiye işveren denir” (Md. 1.) Her devirde başta memurlar olmak üzere toplumun ücret karşılığı çalışan önemli bir kesiminin işvereni durumunda olan devlet, İslâm hukukçuları tarafından gerçek şahıslara nazaran biraz daha farklı değerlendirilmiş, gerek sosyal devlet anlayışı, gerekse iş akdinin süreklilik arzetmesi sebebiyle, işveren olarak devlete birtakım ilâve sosyal, sürekli ve ağır mükellefiyetler yüklenmiştir. (Dk. Ali Bardakoğlu, İslâm’da Emek ve İşçi-İşveren Münasebetleri, Ensar Neşriyat Yayınları: 196-197.)
İşveren, işçinin yapılan işten zarar görmesi veya çalışamaz duruma düşmesinde kendi ihmali olması halinde zararı tazmin etmekle yükümlüdür. Bir işverenin en önemli sorumluluğu işçinin hakkını ve ücretini zamanında vermesidir. İşçiye zulmetmemesi, sözleşmeye aykırı işler yüklememesi ve haklarına riayet etmesi gerekir. İşverenin işçi üzerindeki en önemli hakkı, işçinin sözleşmede emredilen işi zamanında ve en iyi şekilde yapmasıdır. Hile yapılmış veya zamanında teslim edilmeyen işten işveren zarar göreceğinden zararını tazmin hakkı doğar.
Sonuç Olarak
İslam, hak ve emeğe çok önem vermiş ve insanların emeğinin sömürülmemesi için ciddi kurallar koymuştur. Fakat günümüzde ekonomik sistem Kapitalist ve Sosyalist ekonomik sistem parantezine sıkıştırıldığı için İslam’ın bu insani görüşü görülmediği gibi, istisatçılar ve ekonomi fakülteleri üzerinde çalışma gereğini bile duymamış, tüm güçlerini batılı düşünürlerin ekonomi teorilerinin çözümlemesine harcamışlardır.
Müslümanlara düşen görev, Ekonomi ile ilgili bir araştırma merkezi kurup, İslam’ın bu konudaki görüşlerini güncelleştirme ve ilmi birer teori haline getirmeleri gerekir. Bu konuda fıkıhçılarınve ekonomistlerin birlikte mesai harcamaları gerekir.