Mustafa Cemal TOMAR
GÜZEL HATIRALARIN SESİNE KULAK VERELİM
GÜZEL HATIRALARIN SESİNE KULAK VERMEK
Herkesin geçmişe yönelik acı ya da tatlı hatıraları vardır. Hatıralarımızı sözlü olarak ara ara yeri ve zamanı geldikçe anlatırız. Sözlü anlatımlar güzel de orada kalıyor. Nedense yazıya dökmekten kaçınıyoruz. Satırlara döktüğümüz yazılar kalıcı, sözle anlattıklarınız geçicidir. Söz uçar, yazı kalır, demişler.
Hep başkalarının, romanlarını, masallarını, hikayelerini, şiirlerini, hatıralarını...niye okuyalım canım? Biraz da başkaları bizi okusun ve bizi konuşsun.
Ben bu cümleleri yazarken kendimden bahsetmiyorum. Umumi bir eksikliğimizi ifade etmeye çalışıyorum. Dünyadaki istatistiklere göre az okuyan bir topluluğuz. Bu tamam da ya! yazma konusuna gelince çok daha gerilerdeyiz. Buna dikkat çekmek istiyorum.
Yazamıyorsak usta kalemlere yazdırabiliriz. Yazdıralım ve gelecek neslimiz bu vesile ile eserlerimizi okuyârak daha aydın olsun.
Her şey soluyor vakti gelince. Yapraklar soluyor, elbiseler soluyor, dağ- taş soluyor, toprak su soluyor, yüzümüz- bedenimiz soluyor, dünya soluyor, lâkin "okuma ve yazma" solmuyor. Tam aksine okuyup yazdıkça, araştırdıkça beyinler parııltıyor, yeni ufuklar açılıyor, genç yaşlı demeden baharlar açılıyor, ölüme terk edilmiş beyinler yeniden dirilişe geçiyor Yazar çizer olmanın mutluluğu bir başkadır. Erenler bilir, yazarlar ve yazanlar bilir
Hatıralarımız demiştik. Giriş paragrafım yazmaya ve okumaya teşviktir. Şöhret ve servet peşinde değiliz. Bir kardeşimize buradan zihinsel anlamda olumlu yönde dokunabiliyorsak/ dokunabiliyorsam ne mutlu bize/ bana diyorum.
Şimdi müsaadenizle hatırama geçiyorum. Sizi kırk yıl öncesine götürüyorum.
Lise ikide idik sanırım. Sami Atalay Matematik dersine geliyordu. Ödev vermişti. Denklemlerle ilgili. Sorulardan birisini halâ hayırlıyorum. Soru şöyleydi:
Toplamları 64, çarpımları 799 olan iki doğal sayı hangisidir?
Denklem yoluyla değil de muhakememi kullanarak bu soruyu defterime çözmüştüm.
Ödev kontrolünde bu soruya sıra gelmişti. Sınıfta çözen çıkmayınca hoca sınıfa fırça atmaya başlamıştı.
Fırçanın dozunu hoca artırmasın diye " ben bu soruyu denklemle değil de muhakeme yoluyla çözdüm" dedim.
"Kallk tahtaya çöz o zaman" dedi. O zamanlar hocalar emir kipiyle konuşur, öğrencilere tepeden bakan bir anlayış vardı. Mülayim ve kibar öğretmenler de elbette vardı ama azınlıktaydı.
Tahtaya kalkarak sorunun çözümünü kısaca şöyle izah etmiştim:
Çarpım tablosuna baktım, çarpıldığında birler basamağı 9 gelebilecek sayı 7*7' den başka sayı görmedim, toplandığında da birler basamağı 4 oluyor, öyleyse bu iki sayının birler basamakları 7 dir dedim. Birler basamakları bulununca gerisi kolay zaten.
Diğer alternatiflere baktıktan sonra 17+47=64, 17*47=799 dedim.
Hoca çözümü doğru buldu, lakin "aferin" demedi. O zaman hocalar aferin pek demezlerdi.
Aradan epeyce zaman geçti. Okulumuzun bahçesinde bilgi yarışması düzenlenmişti. Matematik sorularından birisi de bu soruydu. Yarışmacılardan bilen çıkmayınca Sami Hoca, "seyircilerden bulan var mı cavabı" diye sordu. Hemen" ben biliyorum" dedim. Bana söz hakkı vermişti. Sorunun cevabını verince seyirciler tarafından alkışlandım.
Hoca bana, "bu soruyu sen çözemezsin, kimden kopya aldın deyince" " bu soruyu sen bana sınıfta çözdürmüştün, unuttun mu?" karşılığını verdim. O zaman da daha bir şey diyemedi.
. Eskiden büyükler de soru sorarak öğrencilerin bilgilerini yoklamaya çalışıyorlardı. Okul çağında olan öğrencilere okuduğu okula, yaşına ve başına göre soru sorarlardı. Kimisi öğrencilere katkı sağlamak, kimisi öğrencilerin bilgi seviyesini ölçmek, kimisi de yargılamak için soruyordu. Literatürde üç maksatla soru sorulduğu yazılıdır.
1- İmtihan etmek içindir ki, öğretmen öğrencisine sorar.
2- Bilgi edinmek içindir ki, öğrenci öğretmenine sorar.
3- Yargılamak için sorulur ki, bu tür sorular iyi niyetli sorular değildir. Amaç karşıdaki kişiye "bilgisiz ve cahil damgasını" vurdurmaktır. Diğer yandan kendini ıspatlamaktır. Bu tür soruları soranları fark ettiğim zaman "azarlarım" veya pazarlık yaparım. "Bir sen sor, bir de ben sorayım" derim. O zaman hemen foyaları ortaya çıkıyor.
Bir keresinde müfettişin biri " sizin memleketteki insanların kafaları sayısala daha çok çalışır" demişti. İdari teftiş için müdür odasında üç beş müfettişle otururken "sana bir matematik sorusu sorayım" dedi. Ona " bir sen sor, bir de ben sorayım" deyince bu sefer sormaktan vaz geçti.
İlim bir deryadır, yoktur kenarı
Bunu böyle söyler Molla Fenarı
Bu mısraları 86-87 yıllarında Erzurum'un Oltu ilçesi'nin Yolboyu Köyünde İmam -Hatiplik görevi yaparken tanıştığım hemşerim, meslektaşım Niyazi AYDIN Hocamdan öğrenmiştim. Kendisi uzun yıllardan beri Almanyada'dır.
. Sonuca gelelim.Ders verici hatıralarımızı yazalım ya da yazdıralım. Ölümden sonra hatırlayanımız ve dua edenimiz olur. Okumaya özen gösterelim, iki günümüzü eşit olanlardan olmayalım. Sosyal hayatımızda öğrenmek için bilginlere soru sorabiliriz. Öğretmeni olmadığımız hiç birine, hiç bir maksatla soru sorulması doğru değildir. Ne kadar alim olursak olalım ilim deryasının içinde bir damlasına vakıf olabildiysek ne alâ bize.
Satırlarımı hihayetlendirirken bir Hadis-i Şerife'in mealiyle son vermek istiyorum.
Ebu Hureyre (ra)'den rivayet edildiğine göre, Rasûlüllah (sav) şöyle buyurdu:
"İnsanoğlu öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat."
Selam ve dua ile...
18.08.2024