Mehmed Sıddık ALADAĞ
FAİZCİLİK YAPMAK.
Faizcilik Yapmak
"Riba (faiz) yiyenler, kendilerini şeytan çarprmiş(birer mecnun)dan başka bir halde (kabirlerinden)kalkmazlar. Böyle olması da onların "Alim-satım da
ancak riba gibidir!" demelerindendir. Halbuki Allah,alişverişi helal, ribayr (faizi) haram kulmiştır.
(Bundanböyle) kim Rabbinden kendisine bir öğüt gelip de (faizden) vazgeçerse, geçmişi ona ve işi (hakkındaki hüküm)de Allah'a aittir. Kim de (helal kabul ederek faize) dö-
nerse, onlar o ateş halkıdır ki orada (bir daha çıkmamak üzere) ebedi kalicilardır." (Sûre-i Bakara, 275)Ribâ, lügat itibariyle, ziyadeleşmek, nemalanıpartmak anlamında olup, daha sonra "faiz" adı verilen
hususi ziyadeye isim olmuştur.
Dini istilahlar dikkate alindığı zaman bu ifade biraz daha genişlik ve derinlik
kazanmaktadır. Şöyle ki: Akit yapan iki kişiden birisine şart kilinmış ve karşılıksız olan ziyadeliktir. (Târifat-ı
Seyyid Şerif)Cinsi ve miktarı bir olan iki şey birbiriyle mübadele edildiğinde, bir taraf için kabul edilen mal fazlasına"faiz" adı verilmektedir.
Mesela, bir şahsa ödünç verilen
yüzbin lira, vadesi dolduğunda yüzon bin lira olarakalınacak olursa, karşlığı bulunmayan 10,000 lira "riba
faiz" olur. Hulasa etmek gerekirse, ödünç para veren kimseye, alınan miktardan fazlası ile iadesi şart kılınan
ödünçtür.Riba, başlica iki kısımdır:
a) Ribel-fadl: Karşılığında hiçbir şey bulunmayan fazlaliktır. 100,000 lira verip 110,000 lira alındığında,
10,000 liranın karşılıği olmadiğından, bu fazlalık "ribelfadl" olmaktadır.
b) Ribâ-i Nesie: Bu çeşit faizde ziyadelik, hükmi olup, ziyadesi geç ödemeden, yani bir müddet vermekten ibarettir.
"Ey Iman Edenler! Gerçek müminler iseniz, Allah 'tan korkun, faizden (henüz alınmamış olup da) kalanı brakn (almayın). Işte (böyle) yapmazsanız Alah'a ve Peygarmberi'ne karşı harb(e girmiş olduğunuzu) bilin. Eğer (tefeciliğe) tevbe ederseniz mallarinızın başları(sermayeleriniz) yine sizindir.
(Bu suretle) ne haksızlık yapmıs, ne de haksızlığa uğratılmış olmazsınız." (Sûre-i Bakara, 278-279) Süddi'den nakledildiğine göre, riba ayeti, cahiliye devrinde ortak iş yapan Abbas bin Abdülmuttalib ile
Muğire Oğulları' ndan bir şahıs hakkında nazil olmuştur.
Bu ikisi Amr Oğulları ile Sekif Kabilesi' nden birçok kişiye faiz karşılığı borç para veriyorlardı. İslam dini geldi-
ğinde, bunların faiz alacaklarında büyük paraları vardı.Kendilerine, sadece ana paralarını (sermayelerini) alabi-
lecekleri bildirilmiştir.
Müfessirlerin ekseriyetine göre Sekif Kabilesi'nden Amr bin Umeyr Oğulları adı verilen dört kardes, faiz alacaklarının vadesi gelince bunları tahsil için Mekke'ye adam göndermişlerdi. Mekke' de oturan Muğire Oğulla faiz yolu ile biriken borçlarını ödemek istemeyince,
aralarında münakaşalar oldu.
Bu anlaşmazlık, Mekke Valisi Attâb bin Esid'e götürüldü. O da durumu Medi-
ne'ye, Resûlullah'a (s.a.v.) yazdı. Bunun üzerine faiz ayetleri nazil oldu. Resûlullah (s.a.v.), inen ayetleri
Mekke Valisi'ne bildirdi ve bu hükme raz1 olmazlarsa onlara karşı harp ilan etmesini bildirdi.
Durumun ciddiyetini öğrenen Sekif Kabilesi, faiz istemekten vazgeçti.(Tefsir-i Kurtubi, c. 3, s. 234-235)Ey Iman Edenler! Ribayı (faizi) öyle kat kat artrlmiş olarak yemeyin. Allah'tan korkun, tâ ki muradınıza eresiniz.
Kafirler için hazirlanmış o ateşten sakınınız.(Süre-i Al-i Imrân, 130-131)
Vadesi dolduğunda ana paraya eklenen faize,basit faiz" adı verilmektedir. Ana para ve faiz ödenemeyecek olursa, bu ikisinin yekununa eklenecek yeni bir faize "ad'âf-1 mudaafe = mürekkeb faiz" denilmektedir.
Cahiliye devrinde ve İslam'ın ilk yıllarında, borçluyu altından kalkamaz hale getiren bu mürekkeb (bir-
leşik) faiz idi. Ribadan ilk yasaklanan, bu kayıtlı faiz(fåiz-i mürekkep) oldu. Ondan daha sonra, mutlak manada, faiz alıp verme kesin olarak yasaklandı.Abdullah bin Mes'ud'dan şöyle dediği rivayet olunmuştur:
"Hakikat, Resûlullah (s.a.u.) faiz yiyene ve yedirene, onun şahitlerine ve(senedini yazan) katibine lanet etmiştir.Cemiyetleri iktisadi yönden çöküntüye uğratan,insanların inanç ve ahlakına zarar veren etkenlerin ba-
Şında "faiz" gelmektedir. Mali yönden zayıflayan kimseler, kurtuluşu Cenab-i Hakk'n inayetinde değil, banka
kredilerinde aramaktadırlar.
Bu sakat davranış, susuzluğu gidermek için deniz suyu içmeye benzemektedir.
Çünkü sıkıntısı gün geçtikçe daha fazla artmakta, faizle kabaran borçlarını kapatmak için kazancının ekserisini
bankalara aktarmaktadır.
Ticaretini faizli sisteme bağlı kalarak yürüteceğini zanneden kimseler, dara düştüğü zaman, malını asli
değerinden daha ucuza satarak sermaye kaybına uğrayacak, ticari hayatında bir duraklama ve gerileme olacaktır.Zahirde görülen didinmeler, memnuniyet verici bir gelişmenin heyecani değil, iflastan kurtulabilmenin O kimnsenin haline vakıf olmayan telaş ve heyecanidır.
başarlı bir aliş-veriş içinde bulunduğunu sanarak kendilerini de faizli sistemin çarkına kaptırmaktadırlar.
Ekonomik sahada zorluk ve sikıntı ile karşılaşan bir kimse, ticaret ahlakını ihmal edecek, fazilet duygulannı hissetmez olacak, emlak sahibi olmayı ahlak sahibi olmanın önünde tutacaktır.
Menfaate aşırı düşkünlüğün
neticesinde, diğerkamlıktan uzaklaşıp hodkam olacaktır.Bundan daha tehlikeli bir cihet, işini faizli sisteme
dayamiş kimsede, tevekkül duygusu sarsılacak ve "errnzku alellah" (Rızik, Allah'tandır) akidesi, "errzku alelbanka" (Rızık, bankadandır!) sekline dönüşecektir. Böylece bir inanç sarsıntısı, Yüce Allah'ın o kimse üzerindeki yardıminın kalkmasına sebep olacak ve perişan haliyle baş başa kalacaktır.
Bu yanlış yolu takip eden kimse,
sonunda hakikati anlamış olsa bile, iş işten geçmiş olacaktır. Ihlası bırakan o kimse, "iflas'n çarkından eteğini kurtaramayacaktır.
Faizcilik, her zaman zararlı bir uygulama olduğundan, Ahd-i Atik'te de yasaklanmış bulunmaktadır.Faizin zararını ihtar eden birkaç hadis-i şerif meali ile, gaflet içinde bulunanları uyarmak istiyoruz:Kim Allah'a ve ahiret gününe inanyorsa sakın misli misline olmaktan başka türlü almasın.
Hazreti Peygamber (s.a.v.), bu hadis-i şeriflerinde,Allah'a ve ahiret gününe inanma şartına bağlayarak, riba ile ilgili malların birbirleri ile mübadelesinde misli misline olmaktan başka bir şekilde alip vermeyi yasaklamiştır.
Bu emrin hilafına hareket eden
eden bir kimse,yapmakta olduğu yanlış işi bu hadis-i şerifin işiği altinda
tetkik edecek olursa, iki acı gerçek ile karşılaşacaktır: Ya Allah'a ve ahiret gününe inanmiyor veya inmanı faizi
muameleyi engelleyemeyecek derecede zayıftır.
Bu iki tehlikeli halden kurtuluşun yegane çaresi, faizle ilaili
işleri terk etmektir.Faizden (mal) çoğaltan hiçbir kimse yoktur ki
onun işinin sonucu azlık (ve perişanlık) olmasın.
Faiz, zahiren malı çoğaltır gibi görünmekte ve insanların aldanıp harama bulaşmasına ve alışmasına
sebep olmaktadır. Yüce Allah'ın haram kıldiğı şeyden ferde ve cemiyete asla fayda gelmemiştir ve gelmeyecektir.
Kazanç yolunda ilk aranacak husus,helalden kâr elde etmek olmalıdır. Cenab-ı Hakk'ın "Rezzâk" sıfatına kuvvetli bir inançla bağlanan kimse, asla faize bulaşmamalıdır.
Rahmetine sinır çekilemeyen Rabbimiz, Bakara Sûresi' nin 276. ayeti ile biz kullarını uyarmakta ve
şöyle buyurmaktadır: “Allah, ribanın bereketini tamamen giderir ve sadaka(sı verilen mal) ları artırır. Allah
(haramı helal tanımakta ısrar eden) çok münkir ve çok günahkar hiçbir kimseyi sevmez.
"Alan da, veren de faizde (cürmünde) birbirine eşittir, 50.Faiz muamelesi, ekseriyetle iki kişi arasında cari
olmaktadır. Biri tefecilik yapan, diğeri faiz vermek suretiyle para alan şahistır. Biri almazsa diğeri veremeyecek
ve faiz ortadan kalkmış olacaktır.
Faizle para verenin bir kazanç elde etmesi ve alan şahsın zarar görmesi, hadisenin ikinci planda kalan yönleridir.
Asil mesele, Yüce Allah'n emrine aykırnı hareket edilmesidir.
Faiz işini bu yönden ele alacak olursak,
alan ile veren bu suçta birbirine eşit durumdadırlar.Hastalığın teşhisi bakımından Allah Resûlü'nün tespiti
çok isabetlidir. Bu hastalığın tedavisinin başlıca çaresi,faizli sistem"e yanaşmamaktır.
Mali imkanlarıinın çok
üstünde bulunan işlere başlayıp, altindan kalkamadığı zaman, "zaruretler mahzurları mubah kılar" anlamındaki kaideyi kendi meselesi için kullanmaya kalkışmak,ikinci bir suç işlemektir.
Çünkü yapacağı işe teşebbüs
halinde iken, mali imkanlarının yetersiz olduğunu kesin olarak bilmektedir. Hal böyle olunca o işe başlamaması
qerekirdi. Kendisini sikıntıya sokacak bir işe teşebbüs
edip, sonra bu ruhsattan faydalanmaya kalkışmak caiz değildir.
Bu gibi Islami ruhsatlar, bankerliğe heveslenen
kimseyi veya faiz veren müesseseyi kurtarmak için düşünülmüş ve konulmuş değildir. Olümle burun buruna gelmiş veya hayatını tehlikeye sokan bir hastalığa müptela olmuş kimse, başkaca hiçbir çaresi olmazsa, hayatinı kurtarmak için bu ruhsatlardan faydalanabilir.
Böyle bir kimseye tanınan imkan, "zaruretler, miktarları ile takdir (ve tahdit) olunur" kaidesi ile sinırlandırilarak verilmiş bulunmaktadır.
"Faiz yetmiş üç çeşittir. En hafifi, bir adamıin kendi anasını nikahlamaya kalkışmasının dengidir. Ribanın
ötesindeki qünah ise. kisinin Müslümanlarn irzina saldirmasıdır. "51
Nikah, kendileriyle evlenilmesi caiz olan kadınlardan birisi ile hayatını birleştirmeyi ve bir yuva kurmayı
mümkün kilan bir akittir.
Ana ile evladın evliliği, müeb-
beden haramdır. Bu yasaklamayı ortadan kaldırmak için hiçbir çare yoktur. Faizin haramliğı o kadar kesindir
ki, bunun helale döndürülmesi, ananın oğlu tarafindan nikahlanması kadar imkansızdır.
"Mevrid-i nasta ictihâda mesâğ yoktur" kaidesine göre, bu hususta çare aramak yersizdir ve hiçbir dini
dayanak da yoktur. Böyle bir hüküm, Islami bir içtihad değil, Islam dinine karşı cihada kalkışmaktır.
"Faize dini yönden bir çare bulmalıyız" diye yaygara yapanlar,cahil değilse gafildirler, gafil değilse cahildirler. Bilerek bu işi yapmakta iseler Islam düşmanidırlar. Bunun başka bir ihtimali yoktur.
"Bir adamın bilerek yediği bir dirhem miktarı faiz,Allah katında otuz altı defa zina yapmaktan daha şiddetlidir.
Bu hadis-i şerifteki ağır suçlama, bildiği halde yapana isnat olunmaktadır.
Dini hükümlerden habersiz ve Islam alimlerinin ikazlarından uzak düşmüş insanlar, ancak mazur sayılabilirler. Bilerek faizcilik yapan kimse, Allah'a ve Resulü'ne muhalefet cephesi kurmuş ve harp ilan etmiş sayilmaktadır.
Bu meydan muharebesinde öyle bir yenilgiye uğrayacaktır ki, dünyası perişan ve ahireti hüsran olacaktır. Ribanın zinadan daha ağır bir suç olmasına gelince, zina eden hayâ perdesini yırtmiş; faizi yiyen,
Allah'ın "haramdır" diye yaptığı ilanı yırtmış olmaktadır. Zina eden nefsine uyup gizli bir yerde suç işlemekte;
faiz yiyen senetli ve şahitli, bilgili ve belgeli bir suçu alenen işlemektedir.
"(Resûlullah s.a.v.,) altını gümüş karşılığında veresiye olarak satmaktan (bizleri) nehyetti (yasakladı).
Ribåi nesiede bir fazlalık görülmediği için, bazı kimselerin aklı meseleyi kavrayamamaktadır. Ribâ-i
nesienin faizi, faizle ilgili malların veresiye olarak satılmasıdır.
Binaenaleyh altını altın karşılığında veya altinı gümüş mukabilinde veresiye olarak satmanın faiz olduğunda Islam alimlerinin ittifakı (icması) vardır. Bu hususu Imam Nebevi tasrih etmiş bulunmaktadır. (Feyz'ül-Kadir, c. 6, s. 306).
"Altın, altin ile (peşin ve eşit olarak değiş-tokuş edilebilir). Aralarında bir fazlalık olmayacaktır. (Gümüş)
dirhem, dirhem ile (mübadele edilebilir. Fakat), aralarında bir fazlalik olmayaca ktır.54.
Altinı altın ile mübadelede, antik değerine ve piyasada daha fazla fiyatla satılmasına bakarak, bir fark
talep edilemez. Çünkủ alınacak fazlalik faiz olur. Gümús için de hüküm aynıdr.
Altn gümüş ile mübadele edile.
cek olursa, kâr alınabilir, fakat veresiye satilamaz. Cins değiştiği için bu kâr, faiz değildir. Veresiye satılacak
olursa "ribå-i nesie" olur.Bu hususu bir misalle açalım: Bir gram altin fiyatınin yüz lira, on gram gümüşün de yüz lira olduğunu kabul edelim.
Peşin olarak değiş-tokuş edilme şartı ile,bir gram altin oniki gram gümüş karşılığında satılabilir.Cins değiştiği için bu fark faiz olmaz. Altın kendi cinsi ile
değiş-tokuş edilecek olursa, hiçbir fazlalik alınmayacak
ve veresiye olarak da satılmayacaktır.
Gümüşün gümüş ile değiş-tokuşunda da hüküm aynıdır."Insanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, onlardan faiz yemedik hiçbir fert kalmayacaktır. Kim yemezse ona da tozu (olsun) konacaktır. "55 Bu hadis-i şerifi, Kütüb-i Sitte' den Nesâi ve Ebû
Dâvud da rivayet etmişlerdir.
Ebû Dâvud'un bir rivayetinde "min ğubârihi = tozundan" ifâdesi yerine "min
buhârihi = buharınından" ibaresi vardır. Biz, bu hadis-i şerifin beyanından, faizin zamanla çok yaygınlaşacağını anlamaktayz.
Bu yayılma o derece genişleme gösterecek ki, faiz alip vemeyenlerin üzerine, ribanın tozu olsun bulaşacaktır.
Tozuma veya buhalaşma nasl en küçük delikten binalarn içine girmekte ise, faizin işi ve tozu da böylesine bir yayılma gösterecektir.
Resûl-i Ekrem'in (s.a.v.)bu beyanı, bir mucize olarak, zamanımizda aynen açiğa cikmış bulunmaktadır. Zira bazı insanlar, faiz muamelesine kefil, şahit veya katip olarak katılmaktadırlar. Misafir olarak gittiğimiz ev sahibinin yaptiğı ikramın veya ziyaretimize gelen bir şahsın getirdiği hediyenin faiz olarak aldığ para veya faiz karşılığı aldiği kredi ile alınmiş olması ihtimali vardır.
Işte bunlar, faizin tozu veya buharı niteliğindedir.Kişi faiz işinden kaçmaya muvaffak olsa bile, faizin tozundan sakınması zorlaşmaktadır.Biriniz (din) kardeşine borç verdiği zaman, o da
kendisine bir tabak hediye verecek olsa, (onu) kabul etmesin. Veya hayvanına bindirmek istese binmesin.
Meğer ki daha önce bu kimse ile kendi arasında (bu gibi hediyeleşme) cari (bir âdet) olsun.»57..Hadis-i şerifte geçen "tabak" lafzı, hakiki anlaminda kullanılmiş olabileceği gibi, "tabağın içine konulan şey" anlamında kullanılmış olması ihtimali de vardır.
Böyle bir hediyeyi kabul veya ret etmek, borçlunun daha önceki durumu ile anlaşılacaktır. İki dost olarak
hediyeleşme daha önce de var idiyse, hediyesini kabul etmekte bir mahzur yoktur.
Fakat gördüğü iyiliğin minnet duygusu altinda kaldığı için bu hediyeyi getirmiş
olduğu kanaati hakim ise almamalıdır. Diğer bir izah para vemeseydim bu hediyeyi tarzı ile, "Borç hediyeyi getirir
miydi?" sorusunu kalbine yöneltmeli, oradan çıkacak
cevaba göre hareket etmelidir.
Faiz, veresiye satişta da caridir, "(feyzül Kadir c.2,s560)
Bu hadis-i şerifin metnindeki "innemâ", ancak anlamını ifade eden bir "hasr" edatıdır. Şu bir fark Şu kadar bir fark
var ki, buradaki "hasr", hakiki değil, hasr-ı izafidir.Süre-i Nisâ nun 171. ayet-i kerimesindeki "Allah, ancak
bir tek ilahtır." mealindeki hasr gibi izafi bir hasr olmaktadır. Zira Cenab-ı Hakk'ın başkaca sifatları da vardır.
Ayet-i kerime, teslis (üçleme, üç tanrı) inancı içinde bulunan ve vahdaniyet-i ilahiyi inkar eden bir zümreye
hitap ettiği için, "hasr-ı izafi" yoluyla inzal buyrulmuştur.
Bu hadis-i şerifteki innemâ" edatının ifâde ettiği
hasr da bu kabildendir. Bu sebeple, "Faiz, ancak nesiededir!" şeklinde mana vermek, ribel-fazlı faiz sınırı dışında mütalaa eden dalalet ehline malzeme olabilir endişesini hatira getirdiği için, "Faiz, veresiye satışta da caridir. şeklinde manalandırmış bulunuyoruz.
"Resúlullah (s.a.v.); faiz yiyene ve yedirene, (senedi yazan) katibe ve (onu imzalayan) iki şahide de lanet etti ve "Bunların hepsi (qünahta) müsavidirler.
buyurdu (müslum c,5.s.50).
İbn-i Mâce'nin bu metne çok yakın bir ifade ile rivayet etiği hadis-i şerif ve izahı yukarıda geçmiş bulunmaktadır. Burada ondan farklı olarak, "Bunların hepsi musavidirler.ziyadesi vardır.bu eşitlik bazı yünlerde farklılık arz etse bile sorumlulukta aynı cürümden mesul olacaklardır.
Bir ateşin içinden girmek ile onun içine elini sokmak gibi yanma işinde bir müştereklik ve yakınlık bulunmaktadır.mirac gütürüldüğüm gece karınları odalar gibi büyük bir kavim üzerinde vardım.
Karınlarında düşardan görülen yılanlar vardır.Ya Cebrail ! Bunlar kimlerdir? Dedim o bunlar vaiz yiyicilerdir.Dedi.Resuli Ekrem(s.a.v)Miraç gecesinde islamın yasakladığı ribbanın faizin haramlığını umursamayanların hafisi şerifi ifade ettiği feci bir durumda gürmüştür.
Firavunun hanedanı sabah ve akşam ateşe arz olunurken,bunların bulundukları mahalle uğruyorlar faiz yiyeciler cehennem yolcularının ayakları altında kalmamak için ,ayağa kalkmaya çalışiyorlardı.
Imam Şafii ye göre tart ile alıinıp satilan diğer şeylere riba geçmez. Diğer dört maddede faizin illeti, bunların yiyecek maddesi olmasıdır. Bunlardaki illet, diğer yiyecek maddelerine faiz
hükmünün geçmesine sebep teşkil etmeleridir.
"Altnı altınla, gümüşü gümüşle satmayınz, ancak bunlar ağrliğı ağrliğna ve misli misline (denk olarak
ve) birbirine müsavi surette satabilirsiniz.
Ribel-fazl: Olçü ve tartı ile alınıp satilan mallar,kendi cinsleri ile peşin ve biri diğerinden fazla olarak mübadele etmektir. Aynı ayarda ve eşit miktardaki iki altını, iki buçuk altin veya iki altın ile beli bir para ilave edilerek karşlikı kabzetmekle fazlalik ribasi gelişmiş,
tahakkuk etmiş olur.
Başka bir misal verelim: Bir kile buğdayı bir buçuk kile buğday karşılıiğında peşin olarak satıp kabzetmek de bir "ribel-fazl'" dir . misal verelim: Demir, bakır ve kireç gibi
tartılarak satılan malların kendi cinsleri ile peşin olarak karşıliksz bir fazlalik ile satılması da ribel-fazl ve fakat olur.
Fazlalik ribasının haramlığndaki illet (sebep), cins ile kadr'dr. Yani tartılarak alınıp satilan yerlerde vezinkile ile ölçülen şeylerde "keyl"dir. Riba-i nesienin illeti kadr(miktar)dır. Cinsleri ve miktarıde yalnız cins ve yalnız
tartıları aynı olan şeylerde fazlalık ribası cereyan ettiği gibi, yalniz cinsleri veya yalnız miktarları ortak olan
seylerde de "riba-i nesie" cereyan eder.
Savilarak alınıp satilan şeylerde veya uzunluk ölçüsü ile satişı yapılan mallarda "ribel faizi" cereyan etmez. Binaenaleyh, Şu kadar metre kumaş ondan daha fazla bir kumaş karşılıiğında satılıp alınabilir. Mesela yüz adet yumurta, yüz on tane yumurta karşıliğında peşin olarak satilsa bunda "ribel-fazl" tahakkuk etmez.
İmam Ebu Hanife ile Imam Muhammed'e göre
tartilarak satilacak şeyler ile kileyle satilacak seylerde
bunların Peygamberimizin (s.a.v.) asrındaki durumuna bakılır. Asr-ı Saadet' te ağırlik ölçüsü ile (kantar veya
terazi ile) satilan seyler daima veznidir.