Tabiatı gereği menfaat güdüsü insanda ağır basar. Bir vadi dolusu altını olan kimsenin ikincisini, üçüncüsünü… istemesi ile ilgili hadisi şerif de buna işaret eder. Bu güdü ile ilgili günümüzdeki en önemli araç ise paradır. Bu yüzden ruhu disipline edilmeyen insan mümkün olanın en fazlasına sahip olmak isteyecektir. Kapitalizm insanın bu ‘yerilen’ tarafından hareketle, isteklerin sınırsız olduğu ön kabulününden hareket eder. Bu güdüyü yasal ve kurumsal olarak te’dib etmek ya da disipline emek de mümkün değildir. Daha açık bir deyimle imani ve ahlaki bir çerçeve olmadıkça sosyal dayanışma her zaman en az bir yönüyle eksik kalacaktır. Örneğin, vergilerin devletten gizlenmesi mümkünken, sözgelimi zekâtın Allahtan gizlenebilmesi diye bir seçenek yoktur. Koşulsuz kabul ancak bu şekilde mümkündür.
Ahlak fıtrata uygun davranmayı gerektirdiğinden filozofik ya da beşeri değil ilahidir.
Ne var ki kapitalist-seküler kültürle bunun açıklanması ve anlaşılması mümkün değildir. Ahlaki esasların fıtri olması bu esasları referans almayan insanların bir bütün olarak bu değerlerin dışında davranacakları anlamına da gelmez. Zira ahlaki davranış insanın doğasına, dolayısıyla psikolojik ihtiyacına uygun davranış modelinin adıdır. Bu ihtiyacı hisseden insan büsbütün etik dışı da davranmayacaktır. Batı insanının zaman içerisinde kurallara uygun davranma konusunda ‘toplumsal mutabakat’ diyebileceğimiz kültürün oluşmasında birçok etkenin yanında bu psikolojik ihtiyacın da olduğunu göz ardı etmemek gerekir.
Liberalizm, kapitalizm, sekülarizm; hepsi insanı yukarıda bahsi geçen çıkarcı taraftan hareket etmektedir. Kişilere başkaları için bir şeyleri feda etmesini teşvik edecek herhangi bir mekanizma da önermemektedir. Teşvik mekanizması işletilmeyince, modern toplumlarda herkes bireysel menfaat güdüsüyle davranmakta, bu da uzun dönemde toplumsal ayrışmalara neden olmaktadır.