Prof.Dr. Kamil GÜNGÖR
Dolar mı Onur mu… -10-
Kapitalist sistemin dayandığı rekabet öngörüldüğü gibi piyasaları dengeleyememiştir ama, önemli bir üretim artışı sağlamıştır. Zira oluşturulan serbest ortam sahip olunan potansiyellerin değerlendirilmese fırsat vermiştir. Acımasız rekabet, üreticiler bakımından çeşitli sıkıntılar doğursa da, bir çok kez tüketiciler için alternatifleri çoğaltmış ve düşen fiyat nedeniyle ulaşılabilir hale getirmiştir. Buna karşın, sınırsız olarak tanımlanan bu ihtiyaçların giderilmesi doğal olarak kişisel gelirlerle sınırlıydı. Bir yandan da hayatı kolaylaştıran bu ihtiyaç ya da isteklerin cazibesi insanları daha çok kazanmaya ya da borçlanmaya zorluyordu. Bu ilk dönemde sistemin toplum refahı ile ilgili ayağının eksikliği zenginlerle fakirler arasındaki bandı iyice açmıştır. Nitekim, çalışma ve iş bulma imkanı artsa da piyasa güçlerine olan aşırı güven ve ahlaki sınırlamaların olmaması bu dönemde işçileri fiili köleliğe maruz bırakmıştır.
Süreç içerisinde kamusal düzenlemeler olmadan piyasanın kendi içerisinde sağlıklı işlemesinin, yani tam rekabet piyasasının bir ‘hayal’ olduğu anlaşılınca yine büyük bedeller ödedikten sonra (1929 krizi) devlete rol verildi ve piyasadan kaynaklanan aksaklıkları bertaraf etmek üzere, maliye ve sonraki aşmada para politikalarının araç olarak kullanmasına iktisatçılarca cevaz verildi. Bu süreç refah devletinin de geliştiği süreçtir ki, refah devleti çalışanlar nezdinde önemli kazanımlar sağlamıştır. Bir başka deyişle zaman içerisinde gelişen sosyal devlet anlayışı çalışanlara devlet koruması sağlamıştır ama, sosyal ahlakı gerektiren adımlar konusunda bu dönemde de bir hassasiyet gösterilmemiştir. Yasal ve kurumsal yapı ile sorumlu insan modelini çift kanatlı bir kuşa benzetirsek bu dönemde hiç kanadı olmayan kuşa bir kanat takılmıştır diyebiliriz ama ikinci kanada olan ihtiyaç fark edilememiştir bile... Ne var ki tek kanatla uçmak mümkün değildir. Bu yüzden sorunlar bu dönemde de bitmiş değildir.
Bu dönemde devlete verilen rol kamusal harcamaların yanında bireysel harcamaları da artırınca, borç hem devlet hem de tüketici için olağanlaşmıştır. Bu sıradanlaşma öyle bir hal almıştır ki zaman içerisinde devletler de tüketiciler de borç krizine girmişlerdir. Bu ihtiyacı karşılımsak üzere içeride bankalar vasıtasıyla tüketiciler fonlarken, devletleri de ancak IMF gibi devasa kurumlar fonlayabilmiştir. Kimi zaman devletlerin kimi zaman da tüketicilerin bu borçların üstesinden gelememesi devlet nezdinde siyasi krizlere, birey ve firma nezdinde de iflas ve aile krizlerine neden olmuştur. Bu bir kültür-yaşam algısı olarak yerleştiğinden nesilden nesile devam etmiş ve son tahlilde neden olduğu bireysel, ailevi ve toplumsal sorunlar ahlaki değerlerin sadece bireysel değil toplumsal düzeyde de gerekli olduğu görüşlerine yeniden ilgi duyulmasını sağlamıştır.