Değer yargıları genellikle sosyolojinin inceleme alanına girer. Bir başka deyişle sosyoloji mevcut durumun tesbiti ile yetinir. Uygulayıcılar ise bu mevcut durumu dikkate alarak politika geliştirirler. Kapitalist anlayışta bunun adı, mikro ekonomidir; yani kişi ve firma davranışları… Kişi ve firma davranışlarında hareket hoktası ise sürekli daha fazla kazanma merkezli kar maksimizasyonudur. Oysa insan beden ve ruhuyla bütüncül bir varlıktır. Dolayısıyla davranışlarının toplum yararına yönetilmesi ve yönlendirilmesi mümkündür. Bu ise ahlak kavramında temerküz eder ki; orijinalinde insanın doğasına uygun davranmasını anlatır. İktisat kuralları bu ilkeler dikkate alınmadan oluşturulmuştur. Bir başka deyişle; doğaya ve doğala mugayir bir disiplin olarak geliştirilmiştir (kapitalist) iktisat… Oysa ‘daha fazla kazanma’ dürtüsü insan davranışlarını belirleyen tek geçerli neden olmamalı…
Kapitalist iktisattaki öngörünün aksine paylaşımcılık verimliliği daha fazla artırır. Elbette bu firma bakımından değil genel ekonomi bakımındandır. Zira paylaşmak işbirliğini artıran bir müessesedir. İşbirliği ise kişi ya da firmaların potansiyellerinden yararlanma demektir ki, bunun somut yansıması sinerji etkisidir. Tam tersine güçlü ve kontrolsüz bir rekabet rakiplerin piyasadan çekilmesine ve tekel oluşmasına yol açar. Devletler bunu gördüklerinden rekabet ortamının devamını sağlayacak önlem almak zorunda kalmışlardır. Buna rağmen, bazı sektörlerde dünya çapında sadece bir-iki (oligopol) firmanın faaliyet gösterdiği alanlar vardır. Kamufle edilen sorun şudur ki; karar vericiler kendilerini bu büyük firmaların hassasiyetlerine uygun davranmak zorunda hissetmektedirler. Bu durum aslında demokrasinin de büyük bir ‘yanılsama’ olduğu anlamına gelir.