Prof. Dr. Önder KUTLU
Ak Parti - Süleyman Soylu
Geçtiğimiz Cuma akşamı geç saatlerde ilan edilen iki günlük sokağa çıkma yasağı sonrasında kamuoyuna yansıyan görüntüler haklı olarak eleştiri konusu olmuştu. Bu kadar süredir dikkatle yürütülen izolasyon ve korumacı tedbirlerin iki saatte heba edilmesi ya da edilme tehlikesi hepimizi çileden çıkarmıştı. Akabinde birileri İçişleri Bakanını suçladı; birileri de sokağa kontrolsüz biçimde çıkan insanları. Zira görüntüler savunulabilecek cinsten değildi.
Tam da yasağın kalkmasına iki saat kala gündem Bakanın istifa haberiyle sarsıldı; bu kez sosyal medya üzerinden çok ciddi bir Bakan savunması gündeme geldi. Süleyman Soylu ve iş yapma biçimini savunan insanlar istifa talebinin kabul edilmemesi dileklerini Cumhurbaşkanına ulaştırmak için seferber oldular.
Bütün bu gelişmeleri bir siyaset bilimci olarak ve sadece bilimsel bir perspektiften değerlendirmek istiyorum…
Belki birileri kızacak, eleştirecek ama bunu tarafsız bir bakış açısıyla yapmak zorunda hissediyorum.
Önce bilimsel doğruları sıralayalım…
Ak Parti merkez sağda yer alan, muhafazakâr bir parti. Aceleci değil, devrimci değil, işleri yavaş yavaş ve kırmadan, dökmeden yapmayı seven bir parti. Zaten tüm sağ partiler aynı durumdadır. Cumhur İttifakının diğer ortağı, MHP veya BBP çok farklı değil, yani.
Muhafazakar partiler, parti içi sorunlarını, iç ilişki ve iletişimlerini kamuoyunun gözü önünde tartışmazlar. Kendi içlerinde kavga eder, gürültü yapar, tartışır, eleştirir ama dışarıya renk vermezler. Parti politikaları kapalı kapılar ardında belirlenir. Toplum politikanın en son halini görür. Bu demek değildir ki tartışma olmaz, eleştiri yapılmaz, kavga edilmez… Olur, ama topluma yansımaz.
Ayrıca, Parlamenter sistemlerde Bakan sorumluluğu bakanın bakanlığında olup, bitenlerden tek başına sorumlu olmasını gerektirir ve sonuçta eğer ciddi bir problem varsa bakan istifa eder. Ama bu sistemlerde bile bakanlar genellikle bakanlıkta olup, biten sorunlardan dolayı değil, kendi partilerinin desteklerini ve güvenlerini kaybettikleri zaman istifa ederler.
Türkiye 2018 yılında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçti. Artık Parlamenter sistem yok. Dolayısıyla, bakanlar da eski dönemin bakanları değiller. Yetki de sorumluluk da Cumhurbaşkanına ait. Milletin oyunu o aldı. Bakanlar adeta bürokrat gibiler: Gelir, görev yapar, Başkanın güvenini kaybettikleri ya da kendilerine ihtiyaç kalmadığı anda da giderler. Nitekim geçtiğimiz günlerde Ulaştırma Bakanı sessiz, sedasız gitti. Kimse, vah-tüh demedi. İşin doğası böyleydi çünkü.
Bu sistemde Bakanlar Cumhurbaşkanından habersiz rutin dışı işlem yapamazlar; yapmamalılar. Amerika’da yapabiliyorlar mı? Yaptıkları anda Başkan görevden azlediyor. Trump kaç bakan, kaç danışman, kaç görevli değiştirdi yakın çevresinden... Normal olan da bu.
Peki, bu istifa olayı, neyin nesi? Niçin böyle oldu?
Birincisi, sokağa çıkma yasağı uygulamasının yürütülmesinde bir problem yoktu kanaatindeyim. Belki küçük bazı şeyler yapılabilirdi ama olmadı. Millet biraz acelecilik etti, düşünmeden hareket etti. Sokağa çıkmalar yanlıştı, ama demokratik bir ülkede maalesef yanlışlar yapılabiliyor. Biz Çin olamayız!
Sokağa çıkma yasağının bitmesine iki saat kala Bakanın istifası bütün bu doğrularla uyuşmadı. Bakan zaten kusuru olduğunu kabul eden bir beyanda bulunmuş bir gazeteciye. Vardı, yoktu ayrı bir mesele. Ama bir incelik yaparak ‘sorumluluk bende’ demiş. Bu bir erdem. Ancak, akabinde önce sosyal medyadan kamuoyuna duyurulması daha sonra Cumhurbaşkanının istifadan haberdar olması hiç uygun olmadı. Yapılan açıklamalardan Cumhurbaşkanın istifaya ‘gerek yok’ dediğini anlıyoruz. Peki, o zaman niçin istifa etti?
Bu sistemde önemli olan Cumhurbaşkanının güveni. Onda bir sorun yoksa, istifa neden geldi anlayamadım. Taraflar açıkça ifade etmedikçe danışıklı-dövüş olduğu yönündeki iddialara itibar etmiyorum. İstifa Cumhurbaşkanının bilgisi dahilinde olsa işler bu şekilde yürümezdi.
Yukarıda da izah ettiğim gibi, Ak Parti gibi Muhafazakar partilerde işler böyle yürümez. Hele de Recep Tayyip Erdoğan gibi bir lider kendi ikbali için hiçbir bakanını, görevlisini toplumun ya da eleştirenlerin önüne atmaz. Gerekirse sorumluluğu alır, ama kadrosunu harcamaz. Şimdiye kadar hiç yapmadı.
Ak Parti’nin sadece bir lideri oldu. Partide Genel Başkanlık yapanlar sadece genel başkandı, ama liderlik sadece onda oldu.
İstifa tartışmaları sorumluluğu aslında hiç de hak etmediği halde yönetim kademelerinin (yani kabinenin) kucağına oturttu. Gündemden düşen bir tartışma üzerinden sayın bakan kendi saygınlık ve güvenilirliğini test etti, algısı meydana geldi.
Sosyal medyada, maşallah, saat 24:00’da konvoy yapmayı önerenler mi dersiniz, imza kampanyaları açanlar mı, ‘Reis istifayı kabul etme’ tarzında efelenmeler mi, neler söylenmedi ki. ‘Reisten sonraki lider’ diyenlere bile rastladım. Böyle lafların ifadesi bile zararlıdır.
Bu tür tavırlar Ak Parti gibi partilerde olmaz. Olmamalı.
Cumhurbaşkanı ne yapması gerektiğini bilir. Ne uygunsa onu yapar. Süleyman Soylu Ak Parti tabanınca sevilen biri. Toplumda sevmeyenleri olsa da toplumun nabzını tutabilen, başarılı bir İçişleri Bakanı.
Ama iş gidip, varıp Cumhurbaşkanı – Süleyman Soylu denklemine getirildiği anda ipler kopar. Ak Parti oylarından fazla oyu olan bir Cumhurbaşkanının, toplumun farklı kesimlerini başarıyla kucaklayan bir dünya liderinin karşısına hele de sosyal medyaya servis edilen bir açıklamadan sonra çıkmak siyaseten doğru bir tavır olmadı.
Ayrıca, muhalefet tarafından seslendirilen Sağlık Bakanı Cumhurbaşkanına danışmadan karar alamıyor şeklindeki eleştiri de çok tehlikeli. Yukarıda izah ettiğimiz gibi yeni sistemde temel aktör Cum-hur-baş-ka-nı. Halkın % 52’sinin oyunu tek başına o aldı. Millet ona güvendi. Kabinesinde yer alan bakanlar üst düzey bürokratlar. Milletvekili bile değiller; güvenoyu almadılar. Yeni sistemde kabine güvenoyu olmadığı gibi hakkında gensoru bile verilemiyor. Yürütme gücünü Cumhurbaşkanı tek başına temsil ediyor. Bu biline.
Dünyanın diğer ülkelerinde de devlet ya da hükümet başkanları nezaret ediyor Pandemi konusundaki kararlara ve süreçlere. İşin sadece sağlık boyutu yok ki. Trump her gün kameraların karşısına çıkıyor; hastalanıncaya kadar Boris Johnson hep kameraların karşısındaydı. O nedenle Cumhurbaşkanının koordinasyon ve toplumdaki saygınlık-güvenilirliğine ihtiyaç var.
Sonuç olarak; Süleyman Soylu keşke istifa etmemiş olsaydı; Cumhurbaşkanı istifayı kabul etmemekle en doğrusunu yaptı.