AİLENİN VARLIĞINDAN ÖNCE KADINLIĞIN VAR KALABİLMESİ

Her geçen gün insanlığın, gerek ekonomik gerek kültürel gerek ahlaki değerler bakımından yokluğa, tekdüzeliğe zorlandığı; kısacası maddi ve manevi her yönden kuşatıldığı, kontrol edilmeye çalışıldığı ve tüm bunların da daha fazla konfor daha fazla bireysellik adına yapıldığı söylenen, deyim yerindeyse 'özgürlüğe mahkum edildiği' bir dönemi yaşıyoruz.


Temelde bir erkek ve bir kadından oluşan ailemiz için endişelenirken son zamanlarda aileden önce bir cinsiyet olarak 'kadın' ve 'erkeğin' var kalabilmesi endişesini taşır hale geldik.


Yaklaşık 60-70 yıl önce Amerika'da yapılan çalışmalar neticesinde aile dışı cinsel ilişkinin, çocuklarla cinsel ilişkinin, eş cinsel ilişkinin serbest bırakılmasına yönelik hukuk sisteminde birtakım değişiklikler yapılmıştır. O gün yapılan çalışmalar, temelde aile yapısına verilmiş büyük bir zarar olarak tarihe geçiyor.


Bugün tartıştığımız şey ise aile kurumundan önce ontolojik olarak bir kadının ya da erkeğin var olup olmadığı, bunun neye göre belirleneceği, yoruma açık hale getirilmesi gerektiği düşüncesidir. Burada iki ismin çalışmalarından bahsederek konuyu daha anlaşılır hale getirelim.


Bir zoolog olan Alfred Kinsey, Rockefeller Vakfı tarafından desteklenerek İndiana Üniversitesi'nde Cinsellik Araştırmaları Enstitüsünü kurmuştur. Burada erkek, kadın ve çocukları kullanarak yaptığı deneyler sonucunda 1948'de erkek cinselliği, 1953'te kadın cinselliği üzerine yapmış olduğu araştırmaları rapor olarak yayınlamıştır. Raporun yayınlandığı tablonun renkleri bugün LGBTQ'nin kullandığı bayrağın renkleridir.


Bu çalışmanın sonucuna göre kısaca şunu söyleyebiliriz: 'Aslında Amerikan toplumunda evlilik dışı ilişkiler, çocukla girilen cinsel ilişki, pedofili bireyler, eşcinsel bireylerin sayısı bilinenin aksine çok daha fazladır. Bu davranışlar, toplum gerçeği olduğu için suç sayılması yanlıştır.' denilmiştir. Bugüne kadar suç sayılmıştır ancak bundan sonra suç olarak görülmemelidir.

Bu çalışmalara dayanarak o günlerde Amerikan hukuk sisteminde bu konularla ilgili yasalarda değişiklik yapılmış ve takip eden yıllarda aile dışı ilişkiler, çocuk istismarı, tecavüz olaylarında aşırı bir artış yaşanmıştır. Bu olay, tarihe bir ahlak devrimi olarak damga vurmuştur. Ancak bir süre sonra çalışmalarının büyük bir manipülasyon olduğu, raporlarına kaynaklık eden çocuklara tecavüz ettiği, para karşılığı babaları ile küçük kızları ensest ilişkiye zorladığı, sıradan insanlar diye tanıtılan deneklerin çoğunluğunun para ile kiralanmış seks işçileri ve cinsel suçlardan mahkum olmuş hükümlüler olduğu, söylendiği kadar deneğe hiçbir zaman ulaşmadığı ile ilgili akademik makalelerde eleştiri almıştır.


Gelelim günümüze. Bugün ise aile mefhumundan önce tartışmaya açılan şey başlı başına cinsiyet! Cinsiyetin kadın-erkek olarak doğuştan kabul edilmesi tartışmaya açılmaktadır.

Bunu anlamak ilk başta bizlere güç gelse de kişinin yani çocuğun, cinsiyet tercihini ensest tabusu ve Freud'un oedipus kompleksi gibi etkenlere bağlayarak seçtiğini, bunun doğal bir tercih olmadığını en azından ima ediyor Judith Butler...


İlk olarak 1990'da Amerika'da yayınlanan ve 2008'de de Türkçeye çevirisi yapılan 'Cinsiyet Belası' isimli kitabında Judith Butler, çocuğun cinsiyet seçimini baskılayan ensest tabusu, eş cinsel ilişkinin toplumsal olarak hoş görülmemesi nedeniyle cinsiyet seçiminin içsel bir tercih olmaktan öte bu baskıların neticesinde manipülasyona uğradığını önümüze bir görüş olarak koyuyor.

Bilhassa kitabın son 100 sayfasında yazar, 'son söz' bölümünde daha açık şekilde heteroseksüelliğin, erkek-kadın kavramının olgu, gerçeklik değil siyasi göreli olabileceği konusunu anlatıyor. Wittig isimli yazarın düşüncelerinden bahsediyor. 'Erkek ve kadın doğal bir olgu değil, siyasi birer kategoridir' sözü kitabın sonunda yer alıyor.


Kadınlığın tartışmaya açılması, feministler arasında da çeşitli görüş ayrılıklarına sebep olmuştur. Öyle ki geçen yıl ve bu yıl yapılan 8 Mart Kadınlar Günü yürüyüşünde trans kadınların yani 'beyan ile' erkeklikten kadınlığa geçenlerin bu yürüyüşte yer alıp almaması feministler arasında büyük tartışmalara yol açmıştır.

Kimi feministler kadınlığın doğuştan olacağına, trans kadınlara izin verilmemesini savunurken diğer kısım ise onları transfobik ve radikal feminist olarak suçlamış (TERF) ve kendini kadın hisseden herkesin bu kortejde yer alabileceğini savunmuşlardır.


Yine İngiltere'de 2004 yılında Cinsiyet Tanıma Yasası'nın genişletilmesiyle kullanıma giren Self ID (Self Identity) kavramına göre kendini kadın olarak ifade eden herkes kadın kabul edilmekte. Buna göre örneğin bir suç işlemiş erkek eğer kendini kadın olarak tanımlıyorsa hapis cezası için kadınlarla beraber kadın koğuşunda kalmaktadır ya da bir erkek 'kadınım' diyorsa spor müsabakalarına kadın kategorisinde katılabilmekte ve ödül alabilmekte.


Hülasa, böyle bir durumun ortaya çıkması evvela aileyi, kadın ve erkeğin onurunu önemseyen herkesi duyarlı, bilinçli olmaya mecbur kalıyor. Bunun yanında feministleri de en azından kadın kavramına yapılan bu ontolojik darbeye karşı dik durmaya evvela kendi davaları, mücadeleleri ve sonra insanlık için zorunlu kılıyor.


Yararlanılan Kaynaklar

Ailesiz Toplum-Ahmet Hakan ÇAKICI

Cinsiyet Belası-Judith Butler

https://aileakademisi.org/8-mart-dunya-kadinlar-gunu-basin-aciklamasi-feminizmin-donusturulmesine-dikkat-cekiyoruz/

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.