Hüseyin YILMAZ
ŞAHİN DOĞAN KARDEŞİMLE AÇIK BİR HASBİHAL!
Aziz kardeşim! İnsânî fiillerin hiç şübhesiz en kıymetlisi tefekkür olduğu gibi, en zor olanı da odur. Bu zamanda ise düşünmek, düşünebilmek zorun zoru hâline gelmiş.
Düşünme kabiliyetinin dumura uğradığı, düşünmenin çoğu zaman abesle iştigal telâkki edildiği bir zamanda hâlâ düşünmeye çalışanlardan olmanı dikkat ve takdirle takib edenlerdenim. Temel alâmet-i farikan gibi duran tefekkür gayretinin meyvedar bir ağaca inkılâb etmesini ise gönülden temenni ediyorum.
Fakat tefekkür, her serâba koşmak, her hezeyana hakikat ihtimali vermek değildir. Belli disiplinleri, belli kaideleri olan bu ameliyeye mutlak bir hürriyet bahşetmek ayrı, bütün mizanlarını yıkmak, yerle bir etmek daha başkadır.
Gayet tabiî bu satırları hususî bir kanaldan, daha mahremane fakat daha şiddetli olarak kardeşime ifade edebilirdim. Ne var ki, bu satırların sebeb-i vücudu olan ifadelerinizi herkese açık mecralarda ilan ettiğinizden aynı zeminde mukabeleye mecbur kaldım.
Mevzua gelelim mi?
Hasan Mezarcı'nın ateşin bir vekillik yaptığı yıllarda fakir, benzer şekilde gazetecilik yapıyordu. İkimiz de düşman telâkki ettiğimiz her hisara taarruz ediyor, her tabuyu tekmeliyor, her şenaate tükürüyorduk. Şüphesiz ikimizin de daimî ve büyük hedefi Kamalizm Kalesiydi. Devlet gücüyle tahkim edilen bu hisarı belki yıkamayacaktık ama en azından surlarından gedikler açabilirdik; hiç değilse düşman olduğumuzu ilân edebilirdik, etmeliydik ve ediyorduk.
Vekilliğinin verdiği yalancı koruma zırhının verdiği cür'etle mi, yüreğinin salabetiyle mi bilinmez ama Mezarcı, fakirden birkaç adım önde gidiyordu. Ben, cebir hukuku olarak mer'iyette olan kanûnları çiğnememeye gayret ederken Mezarcı sadece mutlak hakikati, bütün pervasızlığı ile haykırıyordu.
Oysa burası on yılda bir Kamalist cuntaların ahlâksızca, şerefsizce, haysiyetsizce darbelerle yıktığı ülke idi. 28 Şubat ceberrut devrinin ilk hedefleri arasına giren Mezarcı'nın akıllı girdiği cezaevinden bugünkü haliyle çıkması sadece Türk devletinin değil, insanlık tarihinin de yüz karasıdır. Mezarcı'nın trajedisinin bende meydana getirdiği yürek yangınını, acı ve ızdırabı ifade edemem. Bütün yapabildiğim bu kahraman insana şifa dilemek, ona bu elîm âkibeti reva gören devlet ve ricaline de "Zâlimler için yaşasın Cehennem!" demekten ibarettir.
Kendisini Mesih ilan eden bu güzel insan, önceki gün sosyal medyada Ramazan münasebetiyle şu ifadeleri paylaştı:
"İyi geceler çocuklar.
"Su içmenin sağlık açısından zorunluluk olduğunu, uzun süre susuz kalmanın zararlarını biliyorsunuz.
"Su içmenin orucu bozacağına dair dînî ahkamı iptal ettim.
"Oruç tutanlar, su içersek orucumuz bozulur diye endişe etmesin; suyunu içsin, orucuna devam etsin."
İslâmiyetle, akılla, mantık ve muhakeme ile alâkası olmayan bu paylaşımı da hemen bütün paylaşımları gibi hıçkırıklarla ağlamama sebeb oldu. Ona şifa duaları, düçar edildiği bu halin zâlim müsebbiblerine ise beddualar okudum.
İşte Şahin kardeşim, o talihsiz ifadelerin Mezarcı'nın tam da bu acı beyanlarından hemen sonra geldi. Diyorsun ki:
"Merak ediyorum ve özellikle ahir zamanda Mesih'in nüzul edeceğine inanan Müslüman kardeşlerime soruyorum: Hasan Mezarcı'nın beklenen Mesih olmadığının garantisi var mı? Neye, hangi belgelere dayanarak yalancı Mesih olduğunu söyleyebiliriz? Nitekim geçmişte bir sürü elçi geldi, bazılarına birkaç kişi dışında inanan çıkmadı. Hz. İsa'ya on bir havari dışında inanan olmadı. Doğruluğun ölçüsü güven mi, inandırma gücü mü, başarı mı, iktidar mı, inananların çokluğu mu, mucize mi? Mucize ise hangimiz mucize gördükten sonra iman etmeye karar verdik? Kendisine deli, mecnun, paranoyak denilmeyen tek bir elçi var mı? Mezarcı'nın gerçekten beklenen Mesih olabileceğini hiç düşündünüz mü? Sahi ya beklenen ve müjdelenen Mesih gerçekten oysa? Bu durumda Mesih'e inanmayanların ve üstelik onu alaya alanların akıbeti ne olur? Aynı şekilde belki Mehdi de geldi geçti ama aynı akıbete maruz kaldı. Bunun aksini iddia edebilir miyiz? Bütün bunların testini, sağlamasını nasıl yapacağız?"
Neresini düzelteyim kardeşim? Uzatmak ve üzmemek için kısa keseceğim. Mesih'in geleceği, hangi şartlarda geleceği ve ne yapacağı, hattâ nelere muvaffak olacağı da rivayetlerin aydınlığıyla sabittir.
İki noktayı keskin nazarınıza arzedip bitireyim. Birincisi, Hz. İsa'nın ikinci nüzulünde Şeriat-ı İslâmiye ile âmel edeceği sabitlerdendir. Peki hükmün bin dört yüz yıllık terâküm ve muhkemliğini hangi cür'et veya izahla yıkıp su içmenin orucu bozmadığını söyleyeceksiniz? Nitekim bu imkânsızlıkla boğuşmamak için Mezarcı da, "Su içmek orucu bozmaz!" demiyor. "Bu hükmü iptal ettim!" diyor. Hadi o muharref Hristiyanlığın bir hezeyanı olan "Allah'ın oğlu" olma vasfı ile iptal selahiyetini kullanıyor, siz nasıl muharref Hristiyanlığın bu hezeyanına itibar etme vaziyetine kendinizi düşürüyorsunuz.
Bir diğer husus aziz kardeşim: Ceddi ve nesli belli bir insanın Mesih olabileceğine nasıl ihtimal verebiliyorsunuz? Hangi ciddi kaynaklar size rehberlik ediyor?
Şahin kardeşim! Ya Rızâ-i İlâhiyi esas alıp o pırıltılı zekâvet ve gayretini bâkî meyveler veren bir şecereye tebdil edeceksin, ya da ölüm hâkikati karşısında çok mânâsız, hiçbir değer ve hakikati olmayan, sadece muzır şeytan ve nefs-i emmare hükmündeki dehrin kalabalık ve teveccühüne itibar edib kaybedeceksin. Takdir senin ama dualarımda kalmanı temenni ediyorum...