Kapitalist iktisadın sınırsız bireyselciliği sosyal sorumluluğu yok etmekte ve beraberinde sosyal düzensizliği getirmektedir. Aslında sosyal düzeni koruma maksatlı kurumlar ana akım iktisat tarafından da geliştirilmiştir, ama bu sonradan olmuş ve vergiler vasıtasıyla ve zora dayalı olarak mümkün olabilmiştir (sosyal devlet-refah devleti). Elbette ilk dönem iktisat anlayışından farklıdır bu… Zira sosyal-refah devleti anlayışı devlete önemli vazifeler yüklemiş ve sosyal devlet anlayışı tarafından sosyal bilincin artırılmasına dönük sistem içerisindeki çabaları yok farz edilemez.
Kapitalizm, pür anlamda herkese “yeteneğine göre” paylaşımı esas alır. Bir de herkesin “ihtiyacına göre” paylaşım vardır. Refah devleti anlayışı bunu sağlamaya yardım etmişse de, İslam ekonomisi, insanın temel ihtiyaçlarının, insanın onu kazanma yeteneğini tatmin için gerekliliklerinden etkin bir şekilde “ayrıştırılmasını” zorunlu kılmaktadır. Zira İslam hukuku zenginin malı içerisinde yoksulun hakkı olduğu prensibini getirmiştir. (51/19) Böylesine bir sosyal adaletin diğer herhangi bir sistemde karşılığı, benzeri, alternatifi yoktur. Gönüllü olarak zenginliğini terk etmeye hazır bir insan modeli ile hiçbir sistem yarışamaz.