Ali ALP
MÜSLÜMAN KADIN HAREKETİ VE BATI FEMİNİZMİ
Özellikle Tanzimat ve sonrasında Meşrutiyet döneminde ortaya çıkan Osmanlı kadın hareketi kadınların kamusal alanda daha fazla görülebilmesi, eğitimlerine destek olacağı eğitim kurumlarının oluşturulması gibi talepleri dile getirmiştir. Kadın hareketinin, Batı’dan ilham alınarak ortaya çıkması Batı’daki gibi mülkiyet hakkı ya da köleliğin kaldırılması gibi taleplerden farklı şekilde gelişmiştir Çünkü Osmanlı'nın sahip olduğu dini inancı gereği kadınların belirli bir miras hakları bulunmaktadır. Yine kadın istihdamının erkekler kadar fazla olmaması da İslam inancında evin ekonomik geçiminin erkeğe yüklenmiş olmasından dolayıdır.
Kadın daha çok ev içi hizmetler ve çocukların yetiştirilmesi konusunda sorumlu tutulmuştur. Batıda ortaya çıkan mutlak eşitlik anlayışından Osmanlı toplumunun bir farkı burada ortaya çıkmaktadır. Kadın ve erkeğin İslam inancında mutlak eşitliği yerine farklı sorumlulukları vardır. Bu yüzden her alanda eşitlik olması söz konusu değildir. Evin ekonomik yükü erkeğe verilmesinin dışında bir anne babanın bakıma muhtaç olması halinde de onların bakımına ilk görevli olan kişi yine erkek evlattır. Kadınlar ise bu ekonomik sorumluluktan muaftır. Ancak bu durum kadınların hiçbir şekilde ekonomik hayata katılmaması gerektiği ya da bunun yasak olduğu anlamına gelmez. Kadınlar kendi talepleri doğrultusunda bir meslek dalında istihdam edilebilir.
Bir diğer konu olan eğitim alanında çeşitli dergilerde yazılan yazılarda kadınların eğitim imkânlarına ulaşabilmesi için yönetime çağrıda bulunulmuştur. Elbette yerinde bir talep olan eğitim fırsatı konusunda kadınların eğitimlerini ihmal etmemek için ilköğretimden yükseköğretime kadar bütün eğitim kurumlarının yeterli seviyede oluşturulması gerekmektedir. Toplumun yarısını oluşturan kadınların eğitimi, toplumun gelişimi açısından çok önemlidir. Ancak alınan eğitimin muhakkak ekonomik istihdam alanında kullanılması şart değildir. Kadının fert olarak eğitimli, kültürlü olması en başta toplumsal gelişim için önemlidir. Onun ekonomik olarak gelir sağlaması kendisi için bir mecburiyet sayılmaz.
Feminist hareketin ilerleyen yıllarında gündeme gelen aile içi sorumluluklar, doğum ve kürtaj hakkı, cinsel hayatta özgürlük gibi konular için mücadele edilmesinde de Müslüman kadınlar ile Batı’daki feminist kadınlar arasında önemli farklar vardır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur ki kadın mücadelesi, Batı’daki kadınlar ile Müslüman kadınların ortak mücadelesi olsa da zihniyet, beklenti ve dünya görüşü olarak mücadelede farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Örnek vermek gerekirse Batı’da kadınlar kürtaj hakkını elde etmek için mücadele ettikleri halde kürtaj bazı istisnai durumlar dışında Müslüman kadınların yapamayacağı, dini inançları gereği buna haklarının olmadığı bir durumdur. Kadının ya da erkeğin cinsel hayat özgürlüğü Batı’daki gibi değildir. Müslümanlar cinsel hayatlarında evlilikten önce cinsel ilişki yaşamama ve evlendikten sonra da eşine sadık olma ile yükümlü olduklarını bilirler. Bu durum, tahrif edilmiş kiliseye ve Hristiyanlık dinine Aydınlanma çağında sırt çeviren ve aklı, bireyi ön plana alan Batı zihniyetinden çok farklıdır. Hal böyle olunca Müslüman kadınların kadın hareketi sürecinde çıkış noktalarında Batı’yı örnek almaları çok isabetli olmayacaktır.
Bugün için örnek vermek gerekirse Türkiye’de faaliyet gösteren özellikle muhafazakâr kesimden olan KADEM isimli dernek temel olarak kadınların ekonomik özgürlükleri, şiddete maruz kalmamaları için mücadele etmektedir. Ancak (son zamanlarda her ne kadar varoluşta eşitlik, sorumlulukta adalet sloganı ile hareket etseler de) kadınlar ile erkeklerin farklılıklarını rahat şekilde ifade edememekteler. Ya da inançları gereği olan kuralları açıkça ifade edip uygulamakta güçlük çekmektedirler. Mesela bugün ülkemizde kadınların eski eşlerinden kanunen süresiz nafaka alma hakları vardır. Bu durumu, İslam inancına açık şekilde aykırı olmasına rağmen rahat şekilde ifade edememekteler. Ya da yönetim kurulu üyelerinden birçoğunun Toplumsal Cinsiyet[1] eşitliğini savunan İstanbul Sözleşmesi’ne destek verici açıklamalar yapmaları bir diğer çelişkidir.
Bu tutarsızlıklar Batı’daki kadın hareketi oluşumunun etkisinde kalmalarından dolayı ortaya çıkmaktadır. Yani Müslümanlar arasında gelişen kadın hareketi ile Batı’da gelişen seküler zihniyete sahip hareketin beklenti ve amaçlarını paralel görmek birçok noktada mümkün değildir. Batı’dan alınan kanun, sözleşme, faaliyetler Türkiye’deki insanların değerleri, yaşantıları ile tezat oluşturabilmektedir. Bu toplumun insanları arasında ortaya çıkan şiddet, adaletsizlik başta olmak üzere diğer sosyal sorunları çözmek için toplumun kendi kaynaklarını, kendi değerlerini esas almak şarttır. Başka bir kültürün başka bir medeniyetin (Batı) referansları ile hareket etmek doğru olmayacak ve istenilen sonuçları vermeyecektir. Aile içi ve kadına yönelik şiddeti azaltmaya yönelik hazırlanan İstanbul Sözleşmesi’nin dayanak olduğu 6284 numaralı kanun, on yıllık uygulanma tecrübesine sahiptir. Ancak bu süreçte kadın cinayetleri, şiddet vakaları azalma yerine artış göstermiştir. Bu durum bahsettiğimiz yanlış referans almanın bir sonucu olarak görülebilir.
[1] İstanbul Sözleşmesi’nde çeşitli maddelerde ifade edilen Toplumsal Cinsiyet eşitliğine aykırı olarak din, namus, kültür gibi kavramların şiddete gerekçe gösterilmesine karşı olunduğu ve tedbir alınması gerektiği ifade edilmiştir. Elbette şiddet için hiçbir gerekçe kabul edilemez. Ancak burada şiddetin tanımlanması önemlidir. Toplumun dini değerleri ile çelişen bazı durumlar sözleşmeye göre şiddet olarak algılanmaktadır. Örnek olarak, bir erkek eşinin bir işte çalışmamasını talep edebilir. Ancak bu sözleşmeye göre ekonomik şiddettir. (Madde 3/a)