Hasan TEPE
MAARİF DAVAMIZ ve TALEBE ÜZERİNE 2.
MAARİF ve TALEBE ÜZERİNE 2.
Mürebbi, mesleğinde başarılı olursa, tezgahında geçen insanlarda olgunlaşır. Çünkü bu eserin mükemmelliği, onu meydana getiren kimsenin mükemmelliği nisbetindedir. Ancak gelgelelim bizim tezgâhta bozuk!
Mevcut eğitim Sistemi böyle arızalı olursa, nihayetinde yetişecek talebelerde de arızalar olacaktır. Bugün geldiğimiz nokta tam da bunu gösteriyor. Herkes talebeden şikayetçi değil mi?
Birincisi, talebe dediğimiz kavram günümüzde artık öğrenci talip değil, yani talep eden değildir. İlmi talep etmeyen, ilme merakı olmayan zorunlu eğitim ile sorun yaşayan, kendisine 'müşteri' gözüyle bakılan, sayıdan ibaret olan biridir o.
Kırtasiye ile okul arasında gidip gelen, elinden amacı ve geleceği alınmış, kocaman bir sayıdan ibarettir öğrenci artık.
İkincisi her öğrenci/talebe hocanın keyfiyetine göre yetişir. Keyfiyeti ve liyakatli hocanın yetiştirdiği dallar talihlidirler.
Muallim, Cüveyni olursa, yetişeceği Talebe birgün mutlaka Gazali olup çıkacaktır.
Nasıl bir ağaç köklerinden söküldüğü zaman hayatiyetini kaybederse, eğitim sistemimizde maddi ve manevi bağlarından koptuğu için hayatiyetini devam ettirememektedir.
Köklerinden sökülmüş bir ağaç dal budak salamadığı gibi, bir eğitim sistemi de talep edecek talebe yetiştiremez, ihya edemez, yaşatamaz.
Ülkenin her köşesinde eğitim kurumları, üniversiteler, konforlu mekanlar var olmasına rağmen buralardan niye Mevlana'lar, Yunus'lar İtri'ler, Cezeri'ler ibni Sina'lar yetişmiyor ya da çıkmıyor?
Aslolan mekan mıdır yoksa ruh mudur öncü kuşakları yetiştiren!
Üstü kamış, altı ise çakıl taşlarıyla kaplı mekanda eğitim gören, giyecek elbisesi olmayan, yarı aç yarı tok Ehli Suffe ehlini tüm zamanların en iyi talebeleri yapan neydi acaba?
Bunun sosyolojik olarak incelenmesi lazım.
İnsanı yaşatan tokluk mudur yoksa ruh mudur insanı ayakta tutan?
Ruhunu yitirmiş bir toplumu/sistemi hiçbir tokluk ve konfor ayakta tutamaz, cepheye götüremez. Bugün şu tokluk ve oburlaşmış sistem içinde yetişen öğrencilerin yüzde yetmişe yakını Batı'ya hayran ve Batı'ya gitmek istiyor. Çünkü çocuk, anaokullarından itibaren Batı'nın kültürüyle büyüyor. Vücuduna Batı'nın zehirli aşısı zerk ediliyor. Ve o zehirli aşı tedavi edilmezse ölümüne kadar devam edebiliyor.
İbni Sina, 18 yaşına geldiğinde bütün ilimlere vakıftı artık.( tıp İlmi de dahil) Aristo'nun metafiziğini çözmüş, pazarda tesadüfen bulup 3 dirheme satın aldığı Farabi'nin eseriyle pek müşkül olan sorunları da halledebiliyordu.
Eğitim, talebeyi arayışa sevketmeli.
İbni Sina'nın tıp ilmide dahil bütün ilimlere vakıf olduğu bir yaşta bizler 18 yaştaki çocuklarımızı neye hazırlıyoruz.
Liseden yeni mezun olan bir öğrencinin yaşındayken koca bir ordunun başına geçen "Ya Ben İstanbul'u alırım ya da İstanbul beni" diyen Fatih Sultan Mehmet'i o kıvama getiren hangi eğitim modeliydi acaba!
Eğitimimiz, Alparslanları Fatihleri Yavuzları çıkartacak kadar dertli mi acaba?
Eğitimimiz her seferinde telafi edeyim derken telef ettiğinin farkında mıdır?
Ashabı suffe yani suffe ehline dönelim. Sayıları bazen 70'i bulan, çeşitli dönemlerde ise 400'e ulaştığı bilinenmektedir suffe ehlinin. Buradan çıkanlar Übey bin Ka'b, ibni Mes'ud, Muaz bin Cebel ve Ubade bin Sâmit gibi genç ve âlim sahabiler, yeryüzüne adeta bir ağacın damarları gibi dağılarak İrşad faaliyetlerine başladılar. Ehli Suffe eğitim modeli Nebevi ruhla donanmış, peygamber ahlakıyla ahlaklanmış, tüm zamanların en iyileri olan bu öncü kuşağın tek derdi, yeryüzüne hakikatin fikrini yerleştirmekti.
Suffe okulu, öncü kuşaklara önce dert sahibi olmayı ve kainatın derdiyle dertlenmeyi öğretti. Nebevi egitim metodu insanı, önce manada eğitip sonra da maddeyi teslim etmiştir. Tıpkı Muaz bin Cebel'in buradan yetişip Yemen'e vali/elçi olarak gönderilmesi gibi.
'Mana'yı bulan, madde de kaybolmaz.
'Madde'de kaybolan manayı bulamaz.
Suffe ehli, önce Gökyüzünün öğrencileri oldular ve sonrasında Yeryüzünün Öğretmeni oldular. Bilge Yönetici Aliya İzzetbegoviç " Yeryüzünün öğretmeni olabilmek için, gökyüzünün öğrencisi olmak lazım" derken aynı Nebevi kaynaktan beslenmiyordu aslında.
Kaynak ilahi olmalı, sade ve doğal olmalı, İç'ten olmalı Nebevi hikmetten fışkırmalı.
Hazreti Muhammed (sav) Miraç'ta kendisine sunulan şarap, bal ve süt dolu bardaktan süt bardağını tercih ederek sütü içmişti.
Manevi eğitim süte eş değerse,
Maddi başarılar şarap ve bala karşılık gelir diye düşünebiliriz.
Süt, sade ve doğal saflığı temsil eder.
Şarap ve bal, sarhoşluğu ve gösterisi temsil eder.
Manevi yükselişin içeceği süt, yani hakikat fikri ve Allah rızası.
Maddi yükselişin içeceği şarap ve bal, yani bu dünyadaki karşılığı diploma, maddi başarı yani soyut bir ifadeyle kibir ve gösterişten ibarettir.
"Osmanlı münevverleri de bunu 'Biz iki anadan süt emdik; İbnü’l-‘Arabî ile Mevlânâ' olarak ifade etmişlerdir."
İşte bundan dolayı eğitim sistemi, İmam Gazali'den, İbni Sina'dan, Mevlana'dan, Yunus Emre'den, İtri'den süt emmeli, beslenmeli ve hakikat fikriyle mayalanmalıdır.
Ve süte talip olanlar ancak ondan içmelidir.
Eğitim, ötelerden beslenmeli, feyz almalı, ruh almalı ki ruh katabilsin.
Eğitim, önce kendisi yaşamalı ki başkalarını yasatabilsin.
Eğitim, önce kendisi dert sahibi olmalı ki, Hazreti Ömer gibi gecenin karanlığında Medine sokaklarında dolaşırken, kurdun kuzuyu kapacağından kendini sorumlu görecek kadar adil, sorumluluk ve dert sahibi yöneticiler yetiştirebilsin.
Büyük İskender’den, babasıyla hocasını karşılaştırmasını istemişler:
“Babam beni gökten yere indirdi; Hocam beni yerden göğe yükseltti.”Büyük İskender’in hocası Aristo'yu, İskender’in babası İkinci Filip'ten ayıran özellik neydi acaba?
Büyük başarılar sadece maddi başarılardan ibaret değildir.
Eğitim; maddi dünyayı maneviyata göre düzenleme sorumluluğunu yerine getirmelidir.
Nedir bu maddi başarı,kariyer ve diploma merakı hikayesi?
Hikayemiz Selçuklu ve Osmanlı medeniyeti üzerine kurulu değil miydi?
30-40 bin öğrencisi olan bazı üniversitelerin olduğu şehirlerde, bir tane kitapevinin olmaması mevcut üniversitelerin Batı'nın birer kültür acentalığını yaptığını göstermiyor mu?
Nizamiye Medresesinin kuruluş amaçlarından biri 11.asırda İslâm dünyasının başına bela olmuş Şia'ya karşı İlmi anlamda mücadele etmek, bunun içinde entelektüel aydın kadrosu yetiştirmekti. Nitekim İmam Gazali nin yetiştirdiği entelektüel aydın kadrosu asırlarca, islam dünyasını hem Batı düşüncesine karşı, hemde Şia'nın zehirli fikirlerine karşı savunmuş ve bunda da başarılı olmuştur.
Bugün eğitim sistemimiz (özelikle üniversiteler) bizi öz'ümüzle birleştirmek yerine bizi öz'ümüzden, söz'ümüzden, maddi ve manevi değerlerimizden tamamen koparmaktadırlar.
Maddi başarı ve kariyer uğruna üniversitelere gönderdiğimiz çocuklarımız, 4-5 yıl sonra mezun olduklarında aslını inkar eden, Batı'ya hayran olmuş ve biran evvel ülkesini terk etmek isteyen gençler olarak görüyoruz.
Batı; Sadi'yi, Mevlana'yı ibni Sina'yı bilirken biz kendi değerlerimize niye yabancıyız.
Eğitimimiz, Anglo- Sakson eğitim anlayışıyla hiçbir zaman telafi imkanı bulamayacak ve tam tersi telef olmaya devam edecektir.
Vesselam...