Bizans’a ve Hristiyanlığa dayanan geçmişi bir tarafa bırakılırsa, Batı medeniyeti bilimsel gelişmeleri pratik hayata indirgeyerek insan hayatını önemli ölçüde kolaylaştırması ile daha çok son birkaç yüzyılda belirginleşmiştir. Günümüzde Batı deyince anlaşılan şey daha çok ABD ve Avrupa’dır. ABD 1787’de kurulmuş, görece olarak hiç de köklü olmayan, hatta İnka ve Aztekleri soykırım yöntemiyle doğrudan, kültürel hegemonyası ile de diğer pek çok medeniyeti dolaylı olarak yok etmiş olan ve günümüzdeki ekonomik ve askerî üstünlüğü nedeniyle bu işlevini devam ettiren bir devlettir. Moğollar gibi düşünün… Çok güçlü idi, ama su anda sadece barbarlıkları ile biliniyor. ABD Moğollardan farklı olarak insanların hayatını kolaylaştıran gelişmelerin merkezi olsa da yüzlerce medeniyet ve milyonlarca insanın yok olmasının da müsebbibidir. Hitler de bilimsel olarak güçlü bir ülkeye sahip değil miydi… Veya da Sovyetler…
Batı medeniyetinin baskın özelliği, güç merkezli olmasıdır. Batı bilimsel keşifleri gücünü pekiştirmek ve dünya hâkimiyeti sağlamak için kullanmıştır. Gözünün kestirdiği bütün yerleri sömürgeleştirerek kaynaklarına el koymuş, buralarda yaşayan insanları köleleştirmiştir. 1700’lü yıllarda İngiltere’de başlayan süreç, yine batı medeniyeti içerisinde yer alan Almanya’nın dünyaya hâkim olmaya dönük iki başarısız hamlesiyle (Birinci ve İkinci Dünya Savaşları) bugünkü şeklini almıştır. Şüphesiz bugün lokomotif Amerika ve Avrupa Birliğidir. Batı dünyası içerisinde değerlendirilmeyen ancak aynı müstemlekeci refleksle hamle yapan Japonya ise II. Dünya Savaşında durdurulmakla birlikte temel argümanları açısından batı medeniyeti içerisinde yer alır.