Prof. Dr. Zeki BAYRAKTAR
HUTBEYE VERİLEN TEPKİ [sadece teolojik açıdan değil] FEMİNİST SÖYLEM AÇISINDAN DA TUTARSIZ GÖRÜNÜYOR
Kendisini feminist olarak tanımlayan Berrin Sönmez, Diyanet’in hutbesine tepki olarak ‘’Emekli olduğum gün başımı örterken kendimce yaradanımla bir sözleşme yaptım. Eğer bir gün bu ülkede başörtü zorunlu tutulacak olursa o gün başımı açarım, dedim.’’ diyerek başını açtı.
Bu tepki sadece teolojik açıdan değil feminist söylem açısından da tutarsız görünüyor;
Teolojik açıdan tutarsızdır çünkü Yaradan adına konuşuyor. Şöyle ki;
Sözleşmede iki tarafın da beyanı ve onayı olur. Yaradan’ın beyanı ve onayı nerede?
Bu Yaradan ile yapılmış bir sözleşme değil Sönmez’in tek taraflı beyanı ve bahanesidir. Sönmez başını dilediği an örtebilir veya açabilir, bunun için kimseye bir gerekçe söylemek zorunda da değildir. Ama Yaradan’ı bu eylemine karıştırmamalı ve Allah adına konuşmamalıdır, sanki Allah ile gerçekten bir sözleşme yapmış ve Allah da bunu onaylamış gibi bir imada bulunmamalıdır/bulunamaz.
Ayrıca, hutbenin ana teması başörtüsü değildi, -hutbenin şu ifadelerinde de vurgulandığı üzere- çıplaklıktı/teşhirdi, bedenin nesneleştirilmesi ve insanın değersizleştirilmesi idi;
‘’Maalesef, mahremiyetin pervasızca ihlal edildiği bir çağda yaşıyoruz. Günümüzde giyim sektörü, modacılar ve bazı medya çevreleri, “özgürlük” ve “çağdaşlık” adı altında çıplaklığı özendirmekte, örtünmeyi değersizleştirmektedir. Bu anlayış, kadını da erkeği de değerli bir varlık olmaktan çıkarıp izlenen ve tüketilen bir nesneye indirgemiştir.’’
Hutbe metninde başörtüsüne ne lafzen ne de bağlamsal olarak herhangi bir gönderme yapılmıştı. Dolayısıyla bu hutbenin başörtüsü zorunluluğu için bir işaret fişeği olduğunu söylemek, metni bağlamından koparmak ve olmayan şeyi hutbeye isnad etmektir. Hutbenin böyle bir amacı/mesajı yoktu. Ayrıca mevcut sosyolojik yapı, teopolitik ortam ve genel gidişat da böyle bir amaca izin vermez, bunu görmemek sosyolojik körlük veya paranoya derecesine varan bir vehimdir.
Tepkinin feminist söylem açısından analizine gelirsek, bu tepki feminist söylem açısından da tutarsız görünüyor. Çünkü hutbede eleştirilen şey —yani bedenin nesneleştirilmesi ve tüketilmesi— aslında feminist kuramların da uzun süredir karşı çıktığı temel meselelerden biridir. Feminizm, kadın bedeninin nesneleştirilmesine ve bir tüketim objesine indirgenmesine karşıdır (öyle değil mi?).
Son yıllarda özellikle sosyal medya, reklamcılık ve dijital pazarlama mecralarında kadın bedeni sıklıkla cinsel bir obje olarak sunulmakta; bu da kadının pazarlama stratejilerinde yalnızca dikkat çekici bir unsur olarak kullanılmasına neden olmaktadır. “Sex sells” (seks satar) ilkesi bu anlayışın temelini oluşturur ve genellikle erkek bakışı (male gaze) çerçevesinde tasarlanır. Bu, kadının kişiliğinden arındırılıp yalnızca “bakılan, beğenilen ve arzulanan” bir nesne olarak sunulması anlamına gelir. Bu durum, kadının hem değersizleştirilmesi hem de insanlıktan çıkarılması (dehumanization) sonucunu doğurur.
Bu sorun, feminist düşünürler tarafından defalarca eleştirilmiştir. Özellikle radikal ve kültürel feministler bu konuya uzun süredir dikkat çekmektedir. Örneğin, Naomi Wolf “The Beauty Myth” (Güzellik Miti) adlı kitabında, medya ve reklam dünyasında kadın bedeninin nasıl sömürüldüğünü gözler önüne serer; reklamların kadınlara güzellik ve arzulanma baskısı uygulayarak fiziksel görünüm üzerinden bir değer atfettiğini; bunun da zihin, yetenek ve kişilik gibi bireysel unsurları ikinci plana ittiğini belirtir. Jean Baudrillard’ın “tüketim nesnesi” kavramı ise özellikle kadın bedeninin reklamlarda ve medyada nasıl araçsallaştırıldığını anlamak açısından oldukça çarpıcıdır. Bu bağlamda kadın bedeni, yalnızca arzunun nesnesi değil, aynı zamanda tüketilmek üzere pazarlanan bir meta hâline gelmiştir. Jean Kilbourne, “Killing Us Softly” adlı belgesel serisiyle, reklamcılıkta kadın bedeninin nasıl metalaştırıldığını kapsamlı biçimde analiz eder ve kadın bedeninin yalnızca parçalar (bacaklar, göğüsler, dudaklar vb.) hâlinde sunulmasının, kadını bir bütün olarak değil, tüketim malı olarak algılamaya yol açtığını vurgular. Ariel Levy, “Female Chauvinist Pigs” adlı kitabında modern kültürde kadınların da bu nesneleştirmeye nasıl katkı sağladığını sorgular. Andrea Dworkin ve Catharine MacKinnon gibi radikal feminist kuramcılar da pornografi ve reklamlarda kadın bedeninin sürekli olarak erkeğin hizmetine sunulduğunu, bu yolla kadının yalnızca bakılan, beğenilen ve kullanılan bir varlığa indirgendiklerini ifade eder. Bu eleştiriler, modern tüketim kültüründe kadının nasıl nesneleştirildiğini feminist bakış açısıyla açıkça ortaya koymaktadır.
Öte yandan, önemli feminist medya eleştirmenleri de özellikle “post-feminist” imgelerin kadınları özgürleştirmek yerine tüketim nesnesine dönüştürdüğünü savunmaktadır. Kadın bedeninin erotik çağrışımlarla teşhir edilmesi, neredeyse tüm ürünlerin tanıtımında kullanılması ve bu teşhirlerin moda adı altında yaygınlaştırılması, yalnızca kadını erkeğin arzu nesnesi konumuna indirgemez; aynı zamanda kadın kimliğini cinselliğe indirger, diğer yönlerini örter ya da yok eder. Bu durum, genç kızlarda beden algısı ve özgüven sorunlarına yol açarken; sosyoseksüel etkinliği düşük bireylerde cinsel saldırganlık riskini artırabilir, yüksek olanlarda ise duyarsızlığa (desensitizasyon) neden olabilir. Neticede hem cinselliği hem erotizmi zedeler ve toplumu kadına karşı duyarsızlaştırır.
Dolayısıyla ilkeli bir feminist; kadını değersizleştiren, insan kimliğinden uzaklaştıran, bedenini teşhir eden, nesneleştiren, tüketime konu eden ve yalnızca cinselliğe indirgeyen her türlü uygulama ve söyleme karşı durmalıdır. Bu tür yaklaşımlar ister ataerkil geleneklerden, ister kültürel ya da seküler-modern yapılardan gelsin, ilkesel bir feminist duruş hepsine eşit mesafede olmayı gerektirir.
Feminist tutarlılık; sadece belli ideolojilere karşı çıkmakla değil, kadına yönelen her türlü baskı ve tahakküm biçimiyle mücadele etmeyi gerektirir. Bu da yalnızca geleneksel ataerkil sistemlerle değil, modern ve seküler görünümlü yeni baskı biçimleriyle de hesaplaşmayı zorunlu kılar. Ne var ki incelediğimiz örnekte de gördüğümüz gibi, feminist söylem bu ilkesel tutarlılıktan mahrum görünüyor.
*Not: Feminist kaynaklardan yaptığım alıntıları ChatGPT desteğiyle derledim, alıntı yaptığım bu eserleri doğrudan okumuş değilim (alıntılar okunurken bu durum dikkate alınmalıdır).