Dün ve önceki gün girizgah yapmıştık; İslam ekonomisinde zenginliğin yasaklanmadığına, sermaye birikiminin-biriktirmenin mes’uliyyetine, üreten ve güçlü mü’minin faziletine ve dahi veren elin üstünlüğüne… Bu durumda bir lokma bir hırka da ne oluyor. Aslında bunun en güzel örneği zaten her alanda rol modelimiz olması gereken Efendimiz ve onun ashabı… Biliyorsunuz, Efendimiz nübüvvet öncesinde ticaret yapıyordu. Hz. Ebu Bekir, Hz. Osman gibi sahabiler o dönemin şartlarına göre zengin idiler. Ama İslam’a hizmet gerektiğinde ‘bir lokma bir hırka’ kalmakta hiçbir beis görmediler. Bütün malvarlıklarını bağışladılar. Allah’la (haşa) pazarlık yapmadılar ve yine haşa Allah’tan saklama-gizleme gibi bir düşünceleri hiç olmadı. Daha az vermenin yollarını hiç aramadılar-düşünmediler… Bir de Salebe var değil mi… Sürekli zengin olmak isteyen… Sonrasında yavaş yavaş yaşantısı zayıflayan ve verdiği zekât dahi kabul edilmeyen…
Müslümanlar bilir ki; haramın azabı, helalin de hesabı vardır. Malın sahibi de, vereni de, alanı da Allah’tır... Hatta bu konuda kendisini seçtiği için Allaha şükreder. Çünkü bir anlamda Allah kendisini aracı kılmıştır. Malı-parayı ona vermiş, bunu kendi rızası doğrultusunda yönetirse de ona sevap verecek… Eğer kalbine koymamışsa sahip olduğunu düşündüklerini; elinden çıktığında da üzülmez. Onu da bir başka imtihan vesilesi bilir…
Efendimiz rızkın onda dokuzunun ticarette olduğunu bildiriyor zaten… Peki zengin olduğumuzda mutlaka bir lokma bir hırka yaşamak zorunda mıyız… Tabii ki değil… Bir başka hadisi şerifte; Allah verdiği nimeti kulunun üzerinde görmek ister buyurulmaktadır. Bunun örneği de İmam Ebu Hanife… Bu bir çelişki değil, bir opsiyon… Bakınız bir başka ayet ne diyor; yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz… (yarın devam edelim inş…)