BİR FOTOĞRAFIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ!
Fotoğrafa dikkatle, detaylarını kaçırmadan, iyi bakınız! İyi bakınız ve gördüklerinizi nefsiniz için hayâl ediniz!
Fotoğrafa dikkatle, detaylarını kaçırmadan, iyi bakınız! İyi bakınız ve gördüklerinizi nefsiniz için hayâl ediniz!
Neredeyse yüz yıl öncesine âid bir köy evi. Ahşap veya taştan tesviyesiz duvarlar çamurla sıvanmış. Yer yer çatlamış, kabarmış.
Odanın en kıymetlisi Mushaf-ı Şerifler, birer çivi ile duvara asılmış. Siyah düğme, odanın büyük zenginliği elektrikten haber veriyor. Muhtemelen akşamları bu odanın maddî karanlığını dağıtan tek bir ampul tavandan sarkıyor.
Yerde köhnemiş birkaç eşya, bir soba ve önünde oturmuş bir adam; yaşlı, zayıf ve garib! Sırtındaki paçavralara bugünün dilencileri bile dönüp bakmaz: Yamalı, soluk, eski ve şekilsiz.
Hayat, sadece gözlerindeki aydınlıkta.
Kim bu adam, biliyor musunuz? Bu adam, bu hırpani kılıklı, köylü görünüşlü adam, bugün çevrildikleri altmış farklı dilden, dünyanın her yerinde, milyonlarca insan tarafından okunan eserleriyle beşeriyetin en büyük dehalarından, eşsiz mücadele ve dâvâ adamı Bediüzzaman Said-i Nursî.
Peki gönüller sarayının büyük tâcidarının bu hâli ne mi, diyorsunuz? Sebeb, Kamal Atatürk'ün sevk ve idaresindeki Ankara Devletinin reva gördüğü dehşetli zulümler, sürgünler, hapisler, öldürücü zehirler, bitmek tükenmek bilmeyen tüyler ürpertici çileler.
Bulunduğu oda muhtemelen sürgünlerinin birinde konduğu köy-kasaba evlerinden biri: Barla, Kastamonu, Isparta veya Emirdağ. Bir sürgün işte, öldüren, kahreden hayatından belki de en iyi karelerden biri...
O, beşeriyetin billurlaşmış rahmet ve merhameti, insanlığın büyük ruhu, akıl ve zekânın tırmanılması imkânsız büyük zirvesi, bilginin Okyanus'udur. Kendisi ile muadil zulmanî zıd bir dünyanın karanlıklarını dağıtmakla mükellefti. Onun için ömrü yanmakla geçti. Aydınlatmak, karanlıkları dağıtmak için yandı...
Allah, gani gani rahmet eylesin, kendisine o çileli hayatı reva görenleri de ebedî Cehennemle temizlesin.
Hüseyin Yılmaz