Murat BAŞARAN
Bagaj, şemsiye, orkide ve kan...
Şimdi kana susamışların arenasında aslanların önüne “ölüm” şehvetini dindirecek bir masum atmalıyım…
O yoksa, kendimi de atabilirim.
Ahmakça çığlıklaşanlar, aslanların kimi parçaladığını neden umursasın…
Onlara kan lazım…
Ve dolaylı yoldan tribünde olmanın ayrıcalığı…
Xxx
Arabanın bagajında o kadar çok şey vardı ki ve o kadar çok şey olduğu için düzen sağlamak için deliler gibi titizlenirdim.
Neler olabileceğini anlayın ve uzun saymayayım diye söyleyeyim hemen: Bir adet baston şemsiye… Bir adet de katlanır şemsiye… Yani iki şemsiye…
Neden iki adet…
Ah bu soruya cevap olacak satırlar yazdırıp yormayın beni; zekanıza ve estetik anlayışınıza güveniyorum.
Neyse…
Şemsiye deyip geçmeyin.
Metro/ metrobüs duraklarında yağışlı havalarda satılan üç liralık Çin malı naylon aparatlardan bahsetmiyorum.
Hele baston olanı…
Marka muhabbetine girmeyelim ancak anlayanlar bilir nasıl bir şeyi kastettiğimi.
Hani açtığınız zaman çıkan bir ses vardır tok bir ses; sağlamlıkla beraber, “Ben senin ıslanmana müsaade etmeyecek kadar işimin ehliyim” diyen bir ses…
Koyu ahşap bir sap…
İlaveten güzelce dürülüp kapatıldıktan sonra hem ömrü uzasın hem daha şık dursun diye şemsiye deseninden bir kılıf…
Bagajda her şeyin olduğu gibi onun da bir yeri vardı. Olmalıydı ki, seyahat sırasında dağılmasınlar, ses çıkarmasınlar, huzur bozmasınlar.
Bilmem yerini mi beğenmedi, yoksa bir derleme toparlama sırasında bütün ihtimamıma rağmen ben mi zarar verdim ama…
O ahşap sapta can sıkıcı bir çizik gördüm.
Neden olmuştu bu? Sebebini/ sebeplerini ve belki ben olmama rağmen failini aradı beynim…
Benim güzel kaliteli baston şemsiyeme kim kötü davranmış olabilirdi.
Zamanla öfkemi “eşyanın işe yaradığının ve kullanıldığının işaretleri/ izler”i olması gerektiğini düşünerek ve buna inanarak hafiflettim.
Xxx
Bin yıl öncede mi kaldı kan isteyenler?
Bugün yok mu?
Tribünden tezahüratla ölüm seyretmek ve canlarını kutsarken başkalarının parçalanmasını görmek…
Ve şehvet…
Taca, tahta, altına, kadına, güce…
Kan kokulu tribünlerden, ince zevklerin sergilendiği bahar-bahçe tiyatrolarda aşk, dram ve bugünün aptal paganistlerinin tapındığı artistik detaylara…
Aslanların parçaladığı köleler…
Asillerin yüce zevkleri sonra…
Xxx
Siz ne istiyorsunuz?
Kestirmeden oluk oluk kan ve vahşeti boca etsem…
Sabrınızın evrensel süresi beş- on sene öncesine kadar yedi dakikaydı…
Halbuki açtığım bagajdaki iki şemsiyeden baston olanını kıyamete kadar anlatabilirim sizi sıkmadan…
Ama istemezsiniz…
Ve zannetmeyin ki kendimi hijyenik bir fanusa çekip, geride kalan her şeye saldırmanın peşindeyim…
Bir yanlış var…
Bütün yanlışlara kapı açan sinsi bir yanlış…
Onun peşindeyim…
Günün birinde arabasız kaldım da, titizlendiğim, uzun zamanlar harcadığım, düşündüğüm, koruyup kolladığım o iki şemsiyenin ikisini de aslında hiç kullanmadığımı fark ettim.
Bagajda taşıdığım onlarca, yüzlerce eşyayı da…
O kadar kaliteli eşyalarla dolu ve o kadar düzenli, tertipli olmasına karşılık, üzerine titrediğim bagaj, üç gün için kiraladığım rastgele bir arabanın boş bagajı kadar göze hoş görünmüyordu itiraf ediyorum bugün…
Xxx
Şimdi ne mi yapıyorum?
Benim olmayan ama benim zannettiklerimden kurtulmaya çalışıyorum…
Ve bunu yaparken arenayı da tiyatroyu da reddediyorum.
Kanlı elleriyle orkide sunanları centilmen sanan ahmak dünyaya karşı bir tavrım olmalı…
Bulmaya çalışıyorum.