AĞAÇ BİZİM NEYİMİZ OLUR?
Doğduğumuzda yattığımız beşiğimiz, ilk oyuncagımız, dişlerimiz ilk çıktığında güvenerek elimize tutturulan dış kaşıyıcımız. Ayağa kalktığımızda ilk dayanağımız, sedirimiz.
Doğduğumuzda yattığımız beşiğimiz, ilk oyuncağımız, dişlerimiz ilk çıktığında güvenerek elimize tutturulan dış kaşıyıcımız. Ayağa kalktığımızda ilk dayanağımız, sedirimiz. Yürümeye başladığımızda ilk atımız, sonrasında çelik çomağımız, kırbaçlaya kırbaçlaya döndürdüğümüz topacımız.
Okul yolunda ilk heyecanımızın ortağı defter, kalem ve kitabımız. Hocamızın elindeki işaret çubuğumuz. Yaramazlıklarımızın sınırlayıcısı olurdu bazen. İşaret çubuğu ile işaret ettiği kara tahtamız. Oturduğumuz sıra üzerinde defterimizi koyup ilk harfleri yazdığımız masamız.
Evimizin mahreminin dışarıya karşı ilk sınırı penceremiz, kapımız. Eve girince üstümüzü başımızı astığımız askılığımız, üşüyen içimizi ısıtmak için, bizim için yanan yakıtımız. Hele o soğuk kış günlerinde tüm ailenin bir odaya toplanma sıcaklığı yok muydu, özlemle andığımız. Sobanın kenarında oturduğumuz, yorgun düşünce de kıvrılıp yattığımız sedirimiz, koltuğumuz. Sonraları hayatımıza giren çekyatlarımız. Oda kapımız, mutfaktaki karışıklığımızı toparlayan dolaplarımız, yemeği karıştırdığımız şimşir kaşığımız, ekmek kesme tahtamız, bıçağımızın sapı, yorulunca soluklanmak için oturduğumuz tabure, yaslandığımız sandalye. Ailecek etrafında toplandığımız yemek tablaları, sonrasındaki yemek masaları. Yükümüzü yüksünmeden taşıyan taban tahtaları, parkeler. Akşam olunca yattığımız yatağın bazası, elbiselerimizi kaldırdığımız eskinin yüklükleri bugünün dolapları.
Karadikenli Ahmet amcanın dert ortağı, gıcırtısı ile hayatını kazandığı at arabası, köşedeki fırıncı amcanın ekmek teknesi, inşaat işleri ile uğraşan Kadir abinin iskelesi. Betonu döktüğü kalıbı. Tuhafiyeci Ali abinin vitrini. Pazarcı Dursun’un tezgahı. Sokağı süpüren belediye görevlisinin süpürgesinin sapı.
Başımız ağrıdığında demleyip içtiğimiz kavak yaprağı, üşütüp hasta olduğumuzda içtiğimiz ıhlamur. Yaz gelince yediğimiz vişne, kiraz, elma. Sonbaharda portakal mandalina. Yaz kış çaya çorbaya limon. Ve daha yediğimiz bir çok meyve. Çam kozalağından elde edilen pekmez hatta.
Yaz aylarında sıcak günlerde gölgesine sığındığımız, kış günlerinde gövdesinden odun edip ısındığımız, tozu dumana, oksijeni diğer zehirli gazlara kattığımız zaman havayı temizlesin diye beklediğimiz, ve son nefesi verip can emanetini Sahibine verdiğimizde, vücut emanetini de menziline ulaşsın diye yüklediğimiz son taşıtımız.
Ağaç nedir?
Ağaç namazsız ezanla ezansız namaz arasındaki geçirdiğimiz zamanda yaptığımız hoyratlığa rağmen gıkını bile çıkarmadan bize yarenlik eden yoldaşımızdır.
Ağaç, büyüklerimizin bize emaneti, bizim de çocuklarımıza ve torunlarımıza bırakacağımız emanetimizdir.
Ağaç, kapanmayan amel defterimizdir.
“Bir kimse ağaç diker de o ağacın meyvesinden bir insan veya Allâh’ın mahlûkâtından herhangi bir varlık yerse bu, o ağacı diken kimse için sadaka olur.” (Ahmed, VI, 444. Bkz. Müslim, Müsâkât, 7).