ZENGİN ARİF BİR ZAT VE OĞLU

Mehmed Sıddık ALADAĞ

Zengin ve arif bir zat,ölümünün yaklaştığını hissederek çok sevdiği oğlunu yanına çağırdı ve ona şu vasiyette bulundu:Oğlum,sana bir haylı mal bırakiyorum. Bunların hepsini helalden kazandım,zekatını ve sadakasını da verdim.

Ben öldükten sonra,sakın har vurup harman savurmaya kalkışma! Sende çalış,helalinden kazanmaya alış ve Rabbine şükredenlerden ol. Ona ibadet ve kulluk görevinde kusur eyleme,ancak ondan yardım dile.

Bende bir zamanlar senin gibi genç,kuvvetli ve yakışıklı idim. Sağlığım ve sıhhatım yerin de idi. Şimdi görüyor ki,malik olduğum cümle varlıktan soyuldum,artık bana Ahiret yolları görünmeye başladı.

Rabbimin rahmetine göveniyor ve mağfiretine sığınıyorum. Sana vasiyetim olsun ki,öldüğüm zaman beni yıkadıktan sonra kefene saralarken,şu eski ve yamalı çorabımı ayağıma giydireler. Bunu senden hassaten (özelikle) rica eder ve isterim. Sana ayrıca bir mektub bırakiyorum.

Bunu,ben öldükten sonra açacak ve yazdıklarımı aynen ve harfiyen yapacaksın. Babalık hakkım olarak bunları senden bekliyorum. Bu mektubu ölümünden tam kırk gün sonra açarsın,okursun ve icabı neyse yaparsın dedi ve gerçekten oğluna kapalı bir zarf verdi.

Bir süre sonra adamcağız hakkın rahmetine kavuştu. Kara haber tez duyuldu ve eş,dost,ahbap yaran akraba ve ihvan(yani sadık dostlar) toplandılar. Kendisini gasledecek hoca efendi de geldi.

Cenazeyi yıkadılar,kefene sarıp tabuta koyacakları sırada,çocuk biraz beklemelerini rica etti ve babasının kendisine bıraktığı eski ve yamalı çorapları getirerek ayaklarına giydirmeye teşebbüs etti. Hoca Efendi: Evlat,bu caiz değildir! Diyerek itirazda bulundu.

Etrafındakiler de, yapılması caiz olmayan bir vasiyettin terk edilmesinin caiz olacağını mütalaa ettiler.Genç adam,ne kadar: Efendim, merhum pederimin vasiyetini yerine getirmekle mükellefim. Onun için,musaade buyurun de bu eski çorapları ayağına giydireyim dediyse de şer'an caiz olmadığını ileri sürdüler.

İhtilaf, beldenin müftüsüne kadar intikal etti ve müftü de buna engel olarak: Böyle bidat olmaz ! diYerek kesti attı.

Ne yapacağını şaşıran biçare genç adam,bir tarafta babasının vasiyeti ve diğer tarafta Şeri'atın hükmü karşısında aciz kaldığı sırada,babasının arkadaşları ve samimi dostlarından bir zat,kendisine kapalı bir zarf uzatarak:

Oğlum merhum pederin vefatından önce bu zarfı bana emanet etmişti ve ölümünden sonra sana tevdi etmemi istemişti. Onun bu arzusunu yerine getiriyorum,aç oku bakalım,rahmetli neler yazmış dedi. Delikanlı,mektubu açtı ve okudu. Babası, kendisine bu mektubunda şöyle diyordu :

Evladım...Şu hale bak da ibret al.Bu kadar malım ve mülküm olduğu halde,beni ahirete sekiz arşın kefen ile gönderiyorlar.Bir eski ve yamalı çorabı bile yanıma vermiyorlar.

Bir gün,Allahü teala gecşnden versin. Sende benim halime düşeceksin ve dünya malı olarak yanında hiç birşey götüremiyeceksin. Demek oluyor ki,insana dünyada malik olduğu şeylerden hiç bir fayda yoktur.

Ahirete madde olarak ancak sekiz arşın kefen götürmene izin veriliyor. O kefen de kısmet olursa! onun için aklını başına al ve sana bıraktığım malı buna göre kullan.

Cenazeyi defnettiler, aradan günler geldi geçti. Genç adamın acısı biraz yatıştı. Kırkıncı gün, Mevlid-i Nebevi okundu, ruhuna Fatiha gönderildi ve deli kanlı babasının ölümünden kırk gün sonra açılmadı kayıt ve şartıyla verdiği vasiyetnameyi açtı.

Merhum, bu vasiyetnamesinde de şöyle diyordu: Hayatta bulunduğum sürece senin içki içtiğini görmedim, hatta böyle çirkin bir halini sezmedim de.Ölümümden sonra, üzerinden baba baskısı kalkacaktır.

Dilediğin gibi yaşiyacak, gezip tozacaksın. Eğer, yanılır da içki içmeye başlarsan, meyhaneye gece yarısına bir saat kala git.Daha sonra gönül eğlendirmeye karar verirsen, o kabil eğlence yerlerine de sabaha karşı uğra. Kumar uynamaya heveslenirsen, şehrin en büyük, en tanınmış kumarbazları ile oyna...

Esasen, ŞEYTAN ve NEFS-İ emare bir zamandır genci bu yollara teşfik edip duruyordu.Babasının vasiyetindeki öğütleri öğrenince, kendi kendine: Bunlar zararlı şeyler olsaydı, rahmetli babam bana böyle tavsiyelerde bulunmazdı diye düşünerek bir gece yarısına doğru meyhanelerden birisine gitti.

Kapısından gier girmez,başı döndü ve midesi bulandı. Ortalığı ağır bir içki ve sigara dumanı kaplamıştı. Sarhoşlardan kimisi kusmuş,kimisi masanın altına sızmış,bir kısmı yayık ysyık şarkı geveliyor,bir başkası ağza alınmaz sözlerle ulu orta söyleniyordu.

Hasılı öyle bir rezalet, öyle iğrenç bir hal ki, görmeden bilmeğe ve anlamaya imkan ve ihtimal yoktu.Mezeler dökülüp saçılmış, o nefis yiyecekler birbirine karışmış, kendilerle insanlar aynı kaplardan yalaniyorlar, bir keşmekeş, bir derbederlik ki deme gitdin...

Bu hali gören genç adam, iğrendi, tiksindi, insanlığından utandı ve geldiği gibi sesizce oradan çıkarak kendisini dışarıya, temiz havaya attı.Her günahın eveli tatlı ve nihayeti acı olduğu gibi, içkinin de başlangıcı tatlı gibi görünür ama sonu gerçekten acı ve iğrenctir.

Denilebilir ki, içki sofrası günahla geçirilen hayatın en canlı bir numunesidir. Zira, içki sofrasında başlangıçta herşey yerli yerinde, bütün yiyecekler göz alıcı ve iştah açıcı gibi görünür. Fakat,sonunda hepsi birbirine karışır.Çirkin ve cidden çok iğrenç bir hal alır.

Üstelik, kafalar dumanlandıktan ve akıllar başlardan gittikten sonra, kavgalar ve küfürler başlar ve olay ekseriya düşmanlık, yaralama ve hatta cinayetle sonuçlanır. Bunlar gazete manşetlerinde ve TV ekranlarında ibretle okuyor ve izliyoruz.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.