Önce İhvan yönetimindeki müttefik Mısır, sonra neredeyse tek ülke gibi bütünleşmiş olduğumuz Suriye, şimdi de küresel oyuncu Katar... Tabii beraberinde bir düzeyde de olsa birlik görüntüsü verdiğimiz hatta ortak tatbikat bile yaptığımız Suudi Arabistan ve avenesi ülkeler.... Dibimizdeki diğer müttefik Kuzey Irak yönetimindeki kıpırdanmalar... Yine Suriye’nin Kuzeyinde Türkiye’nin bütün itirazlarına rağmen ABD önderliğindeki oluşum... Bütün olan-biteni sessizce ve dikkatle izleyen (küçük) İsrail ve artık fiili olarak önünde bir engelin daha aşıldığı (büyük) İsrail... Gerçeken de; bütün bunlara bakarsanız çemberin Türkiye için daraldığını rahatlıkla söyleyebilir, dış politikadaki yanlışlıklara vurgu yapabilirsiniz...
Kral Selman ilk geldiğinde küresel düzene karşı bazı söylemleri cesaret vermişti. Hatta bir ara ikinci Faysal mı olacak acaba diye bile ümitlenmiştim. Amerika 11 Eylül saldırıları ile ilişkilendirince pabucun pahalı olduğunu gören Suud yönetimi çok geçmeden yelkenleri indirdi ve teslim bayrağını çekti maalesef... Üstelik silah alımı adı altında haracını da ödeyerek... Böylece, geciktirdiği biatını kılıç dansı eşliğinde tazeledi, bir başka deyişle küresel güç karşısında diz çöktü... Bir sonraki aşamada bağlılığını somutlaştırmak için çıkarttığı Katar krizi ve jandarmalık rolünü nasıl da hızlı bir şekilde hayata geçirdiğini gördük hep birlikte... Şimdiden sonra gerçekten de "krallar gibi" yaşar hanedan... Hem de Amerika’nın koruması (mandası) altında ve yıllık-aylık haracını ödeyerek... Bu role razıysanız büyük güçlerle bir sorun yaşamazsınız tabii... Köleler ağalarıyla hangi sorunu tartışma ya da yaşama cesareti gösterebilir ki...
Bu fotoğraf madalyonun bir yüzü tabii... Bir başka ifadeyle 'onların hesabı...' 15 Temmuz'da da böyle değil miydi... Nasıl da sıkı hazırlamışlardı. Hiç bir adımı zamanı gelmeden atma noktasında aceleci davranmadılar... Zira güç dengesi öylesine belirgin olmalıydı ki; küresel sistemde ABD'nin pozisyonu neyse onlar da içeride big brother'in izdüşümü olmalıydılar. Öyle de olmuşlardı neredeyse... Ne var ki; planları az da olsa deşifre olup, bazı operasyonlara muhatap olunca 17-25 Aralık hukuk darbesini biraz öne çekmek zorunda kaldılar. Operasyonu çekip başarısız olunca derin bir stratejik sessizliğe bütündüler... Sessizlik asaletten değil 15 Temmuzda vuracakları öldürücü darbe içindi...
Sonucu biliyorsunuz. Neredeyse hiç bir matematiksel hata olmamasına rağmen, hepsi demir parmaklıkların arkasını boyladı veya Avrupadaki-Amerikadaki ağalarının kucağına sığınmak zorunda kaldılar. Kâğıt üzerindeki plan her zaman tutmuyor işte... Planların üstündeki planı, kaderin üstündeki kaderi, göklerden gelen emri de hesaba katmak gerekiyor. İşbirlikçi iç düşman her detayı düşünüp öldürücü darbeyi vurmanın planlarını yaparken nasıl bunu hesaplayamadı ise, küresel sistem de darbenin ne taraftan geldiğini hesaplama fırsatı bile bulamadan planları suya düşebilir. Bunun başarısı bizim iman ve samimiyet katsayımıza bağlı... Zira iman idraki aşan şeylere de teslim olmayı gerektirmektedir. Nitekim kaynaklarda bunun pek çok örneği de vardır.
Düşmanın hiç de hesaba katmadığı görünen (15 Temmuzdaki halk desteği) ve görünmeyen (hani Kuranda ayetler var ya biz sizi görünmeyen ordularla destekledik onların içine korku saldık anlamında) değişkenler hesaba katılmadan yapılan planların başarısı sadece sünnetullahın sonucu olabilir. Zira, Kuran’da anlatılan olayları (örneğin fil suresini) sadece bir menkıbe olarak düşünmek fevkalade yanıltıcı... Müslümanların samimiyetine, sabrına ve inancına paralel olarak bunların tekrarlamayacağını düşünmek kendilerince saf islamın köküne kibrit suyu dökme planları yapan tarihselci ekolün ekmeğine yağ sürmekle eş anlamlıdır. Kim bilir belki de küresel sistemin Fetö gibi diğer bir ayağı da onlardır, değil mi...