Ak Parti hükümeti ekonomi politikasında geri adım atmıyor, ortodoks ekonomi politikalarına dönecek diye bir şey yok. Türkiye özel şartları gereği yine ekonomi kuralları dahilinde olan yollardan kendi şartlarına uygun olanı uyguladı.
Mehmet Şimşek ile görüşme ve onun koordinasyonunda bir ekip oluşturmanın bununla alakası yoktur. Mehmet Şimşek ekonomide ileri adımlar için, İstanbul Finans Merkezi’nin dünya finansında önemli bir merkez olması çalışmaları için düşünülen isimlerden biridir.
Türkiye 2013 yılından sonra çok zor bir sürece girdi. IMF’ye son taksiti ödeyip ilişkiyi kestiği bu dönemde, batının içerideki piyonlarını tek tek tasfiye etmeye başladığı bu süreçte finans merkezlerinin ekonomik müeyyidelerine maruz kaldı. IMF’ye rest çekmenin, tam bağımsız ekonomi uygulama yönüne gitmenin bir bedeli olacaktı.
Dünyada gelişmiş gelişmemiş her ülkede trilyonlarca dolarla yer alan dev finans fonları Türkiye’den çekilmeye başladı. Bu fonlar ülkelerde borsa çıksa da düşse de kar edebilir. Yeter ki o ülkede ekonomik potansiyel olsun. Türkiye 900 milyar dolarla dinamik bir ekonomi olduğu o dönemde planlı şekilde Türkiye’den sıcak para çıkışları başladı.
Türkiye 2014-2017 sürecinde seri terör eylemleri yaşadı, darbe girişimi yaşadı. Bunlar da dışarıdan gelen doğrudan yatırımın yavaşlamasına ve sıcak paranın kaçmasına sebep oldu. Askeri operasyonlar için yapılan harcamalar ve terör yüzünden azalan turizm de döviz azlığına sebep oldu.
Batıyla bu gerilim sürerken yani Türkiye’deki müttefikleri olan Fetönün darbe girişimi engellenip, 130 generali başta olmak üzere binlerce yüksek bürokratı hapse atılınca, büyük sermayeleri kamuya aktarılınca. ABD’nin 50 yıldır yatırım yaptığı örgüt çökertilince batı bunun bedelini bize birçok yolla ödetmeye çalıştı.
Casuslarını sahaya sürdü, yeni darbe girişimleri için yollar arandığı süreçte Rahip Brunson gibi casusları tutukladık. ABD bu meseleyi milli mesele, itibar meselesi haline getirince ipler iyice gerildi. Trump ekonominizi batırırız tehditleri savurduğu dönemde zaten bir süredir bu ekonomik saldırılar yapılıyordu. Trump bunlara bazı ihracat kalemlerimize engellemeler ekledi.
Bu dönemde bahsettiğimiz sebepler yüzünden yaşanan döviz azlığı çözülmesi gereken bir sorun olarak öne çıktı.
Bu sorunun çözülmesi için Berat Albayrak döneminde ekonomi mevzuatımızdaki bazı açık kapılarla ilgili yeni düzenlemeler yapıldı. Türkiye’de kamu yatırımları geçici olarak yavaşlatıldı, inşaat yatırımları durduruldu. İstanbul’da ihaleleri yapılan, bazılarına başlanan metro yatırımları bu yüzden 2018’de durdurulmuştu.
Alınan tedbirlerle Ağustos 2018’de 7 lirayı gören dolar kuru yıl sonunda 5,3 liraya kadar düştü. 2019’da dolar ortalaması 6 liranın altında seyretti. 2019 yılının güz mevsimine girdiğimizde yeni bir gerilimimiz oldu.
Suriye’de YPG/PKK’ya ABD tarafından kurdurulmaya çalışılan terör koridor devleti. ABD’nin planı olarak Suriye’de Irak sınırından Akdeniz’e uzanan bizim sınırlarımıza komşu bir koridor terör devleti kurmayı hedefliyorlardı. Türkiye her şeyi göze alarak bunu durdurması gerekiyordu. Bu amaçla Barış Pınarı harekatı için hazırlıklar yapıldı. Trump ilk aşamada buna itiraz etmedi fakat CIA ve Pentagon’un baskısı üzerine bizim harekatı başlatmamamız için baskı yapmaya başladı. Erdoğan kararlı şekilde bunu yapacağını gösterince Trump şöyle bir tweet attı.
‘’Daha önce de güçlü bir şekilde belirttiğim gibi ve bir kez daha tekrarlamak gerekirse, Türkiye benim büyük ve eşsiz bilgeliğimle yasak olduğunu düşündüğüm bir şey yaparsa, Türkiye Ekonomisini tamamen mahvedeceğim ve yok edeceğim (daha önce yaptım!) . Avrupa ve diğerleriyle birlikte göz kulak olmalılar’’
Bu yetmedi bir de mektup gönderdi.
Tabii ki Türkiye bu tehditleri ve mektubu ciddiye almayarak operasyonunu başlattı. Sonuçta bunun bedeli olarak dövizi dengelemek için yine kaynaklar zorlandı.
Her şeye rağmen 2019 yılı ekonomik dengeler açısından iyi kapatıldı. Tarihimizdeki en düşük cari açık verildi. Ardından 2020 Pandemi süreci yine turizm gelirlerinin düşmesine, Avrupa’nın kapanması yüzünden ihracatın düşmesine sebep oldu. İthalatçı şirketlerin döviz talebini karşılamak, şirketlerin kısa vadeli döviz borçlarını kapatmak için döviz taleplerini karşılamak sebebiyle döviz rezervleri kullanıldı.
Ekonomi yönetimi bu aşamada bir karar almak durumunda kaldı.
Ya faizi yükselterek döviz kurunu aşağıda tutacak. Bu ortodoks ekonomi denilen en klasik yöntem. Bu şekilde döviz kuru aşağıda tutulur ama ucuz döviz yüzünden ithalat artar, ihracat azalır, ekonomi yavaşlar işsizlik artar.
Türkiye’nin özel şartları var. Bu günlerde bankalarda döviz karşılığı 420 milyar dolar tutarında mevduat vardı. Yani vatandaşın parası vardı. Döviz ucuz oluğu durumda orta ve üst gelir grubunun tüketim alışkanlığı ile lüks ithal tüketimi artıracak, cari açık artacak bu ilerleyen dönemde daha büyük döviz ihtiyacı doğuracak, döviz kurunu tutmak için daha çok faiz artırılacak. Bu kısır döngü sonunda ekonomi dibe vuracaktı. Bu durumlarda eski dönemlerde devalüasyona gidilir, IMF’den borç alınır, kemerler sıkılır, iflaslar yaşanırdı. Bu döngü genelde 7-8 senede bir yaşanırdı.
İkinci yol tercih edildi.
Yine burada Türkiye’nin özel durumu dikkate alındı.
Pandemi ile beraber Çin’in kapanması yüzünden gelen mal akışının sekteye uğraması, Çin’den 3.000 dolar olan bir konteynerin nakliyesi 18.000 dolara çıkması bize ihracatta yeni bir imkan verdi.
Faiz düşük tutuldu, döviz yükseldi. Dövizin yükselmesi ihracatı destekledi, üretim arttı, işsizlik düştü, üretim ve ihracata bağlı olarak devletin gelirleri arttı. Pandemide yapılan desteklemelerin finansı kolaylaştı.
Bu dönemi atlatmak için belli bir enflasyon göze alınmıştı fakat dünyada emtia fiyatlarının artması, ardından Ukrayna savaşı ile petrol, doğalgaz ve gübre fiyatlarının çok yükselmesi dış kaynaklı enflasyonla birleşince biz dünyadan farklı olarak iki türlü enflasyon yaşadık.
İnsanların alım gücü tüm dünyada azaldı. Gübre fiyatları on kat artınca gıda fiyatları arttı, çip krizi otomobilden bilgisayara kadar her şeyin fiyatını artırdı, navlon fiyatları artınca Çin’den gelen her şeyin fiyatı arttı.
Türkiye döviz artışından kaynaklanan enflasyonu maaşları yüksek oranda artırarak büyük oranda karşıladı. Fakat dünya fiyatlarındaki artış yüzünden azalan alım gücü dünyayla beraber bizde de yaşanmaya devam etti ve devam etmektedir.
Türkiye’nin bu dönemde uyguladığı ekonomi modeli basitçe dövizi yüksek tut; ihracat ve üretimi artır, devlet gelirlerini artır. Bu şekilde ihracat, turizm geliri yükselir, döviz artar. Döviz artınca paranın değeri yükselmeye başlar. İkinci yılın sonuna doğru döviz dengeye oturur.
Ukrayna savaşı çıkmasaydı 2022 ortalarında enflasyon dengeye otururdu, cari açık önemli oranda düşerdi. Bu savaşın doğurduğu sonuçlar yüzünden enflasyonu bir yıl daha yüksek yaşadık. Fakat bu arada özel sektörün sanayi yatırımları ve kamunun yatırımları hız kesmedi buna bağlı olarak 2-3 yıl içerisinde 4 milyondan fazla yeni istihdam sağlandı.
Türkiye döviz azlığıyla yakalandığı Pandemi ve savaş dönemini bu ekonomi modeliyle büyüyerek atlatmayı başardı. Bu arada teknoloji atılımları, özel sektörün sanayi yatımlarındaki artışlar, doğalgazın çıkarılması, biten devreye giren barajlar, Yap İşlet Devret ile yapılan yatırımların çoğunun artıya geçmesi, ihracatta artan kg başına değer, savunma sanayinde teknoloji ağırlıklı ihracatın artması, alt yapı yatırımların tamamlanması ile bütçeden tarım ve üretimi desteklemeye ayrılan payın yüksek oranda artması Türkiye’nin geleceği için çok ümit veriyor.
Bu durumu ifade etmek için şu deyimler vardır; Kan kusup kızılcık şerbeti içtim demek
, yiğitliğe toz kondurmamak. Ak Parti iktidarı bunları yaşadı. 2013 yılından itibaren ülkenin başına gelen olağanüstü olaylar yaşanırken yiğitliğe toz kondurmamak için ses çıkarılmadı, mücadeleler normalmiş gibi yapıldı. Bununla da baş edemiyor musunuz denmemesi için olayların maddi maliyetinden bahsedilmedi. Fakat peş peşe yaşananlar ülkeye büyük maliyetler getirdi. Halktan kemer sıkma istenmedi, yeni vergi yükü yükleme, dış borçlanmaya yüklenme yoluna gidilmedi, yatırımlar durdurulmadı, halkın konforunun düşmemesine yönelik tedbirler alındı.
Neticede dünyada gelişen olaylar bize zorluklar çıkarsa da fırsatlar da oluşturdu ve bu fırsatlar çok iyi değerlendirildi. Uygulanan ekonomi sistemiyle bu zorluklar avantaja çevrildi ve Türkiye son yıllarda üst üste büyüyen 3-4 ülkeden biri olmayı, ihracatını, istihdamını artırmayı başardı. Ekonomiyi sadece enflasyon üzerinden okumak ve değerlendirmek tamamen siyasi bir propaganda metodudur. Halk kendi durumunu ve dünyayı görmektedir bu yüzden Ak Parti’nin oy oranında bir düşüş olmamaktadır.
Türkiye ekonomisinin tek sorunu saydığımız sebepler yüzünden ortaya çıkan döviz azlığı sorunuydu. Şimdi Rusya’dan, Körfez ülkelerinden Türkiye’ye döviz akmaktadır. Uygulamaya konulan Kur korumalı mevduat sistemi çok iyi tutan bir sistem oldu, şimdi döviz fiyatı düşük bile kaldı. Piyasaya kredi yoluyla yüksek miktarda para girişi olmasına rağmen döviz artmamıştır. Kamu bankalarının verdiği krediler yoluyla artan para arzıyla KKM’nin taahhüt giderleri rahatça karşılanıyor ve kur artışına sebep olmuyor. Bu durum Merkez Bankasının hazineyi fonlaması gibi bir durum doğurdu.