Kıymetli dostlarım, mânâ itibâriyle bu kelimelerin hepsi de aşağı-yukarı aynı kapıya çıkıyor ve aynı cümle içinde kullanıldıkları zaman da, birbirlerini teyid ediyor ve kuvvetlendiriyorlar.
Özel hayatımızda bunları tatbik edip etmemek, bizim takdir ve ihtiyârımızdadır. Amma, Devlet cihâzı içinde, bu hususlar, "olmazsa olmaz" ehemmiyettedir.
Bir tesisi, altyapısı-üstyapısı, işletme tekniği, personeli ile en mükemmel bir sûrette yapar ve hizmete açarsınız..., fakat bütün bu "işleyiş"i bütün veçheleri ile tâkip ve kontrol etmiyorsanız, zaman içinde orada bâzı sızma / sızıntılar (istismâr / sû-i istimâl) olması ihtimâli - hem de çok kuvvetli olarak - ortaya çıkar.
Böyle menfî neticeleri önlemek için, en son teknolojileri kullanmanız da kâfi gelmeyebilir ; çünkü o teknolojiyi ortaya çıkaran ve kullanan da, "nefis sâhibi" olan insan'dır..
TÜRKİYE gibi, Dünya'nın merkezinde ve emperyalist güçlerin her ân hedefinde olan ve senelerdir vâhşî ve ahlâksızca bir "psikolojik harp"e - üstelik son 5 senedir buna bir de finansal/ekonomik taarruz ilâve edildi - mârûz kalan bir ülkede, bütün devlet cihâzlarının, 7 / 24 kırmızı alârm hâlinde bulunmaları şarttır.
TÜRKİYEMİZ'in finansal/ekonomik, sınâî (endüstriyel), siber ve psikolojik taarruzları savuşturması için, Devletimiz elbette icâp eden tedbirleri alıyor ; bunu görüyoruz.
Yalnız, bir husus sanki biraz "ıskalanmış" gibi görünüyor ; inşallah ben yanılıyorumdur.. Evet, başlıkta arzettiğim teftiş-tâkip-murâkabe-denetleme-kontrol mekanizmasının / mevzûâtının, içinde bulunduğumuz ve hayat-memât derecesinde olan "millî güvenliğimiz"in icâplarına uygun vaziyete getirilmesi, büyük bir ehemmiyet arzediyor.
Sâdece "Devlet sırlarının korunması"ndan bâhsetmiyorum ; bu zaten asla ihmâl edilemeyecek bir husustur.. Meselenin bu tarafında alınabilecek tedbirler de bellidir : Millî bir internet ağı ve millî yazılım ve millî klavye geliştirmek, bilgisayarların içine, izinsiz bilgi ve imaj alınması esnâsında bunu haber veren bir yazılım koymak, şifreleme / kriptolama'da klasik usûllerin hâricinde bir tatbikata geçmek, güvenilir personel istihdâm etmek, personelin çalışma sahasını, hem görüntüyü ve hem de sesleri net olarak kaydedebilecek şekilde kameralar ile tarassut altına almak...gibi..
Evet, askerlik mesleğimizde güzel bir kelâm öğrenmiştik : "İtimâd, kontrola mâni değildir" şeklinde..
İnsanoğlu çiğ süt emmiştir ; siz çok itimâd edersiniz..., biraz "boş bırakırsınız"..., bunu hissettiği ve gördüğü anda, şeytanın iğvâsına/iğfâline/ifsâdına kapılmaya başlar, şirâzesi bozulur, ayağı kayar ve...
Kıymetli dostlarım, hatırlayınız, birkaç sene önce Kırıkkale'de MKE Fabrikasının müdürü, MPT-76 Piyade tüfeklerimizin teknik sırlarını satarken yakalandı. Bendeniz işte böyle teknik casusluklardan ve ayak kaymalarından bâhsediyorum.
Binâenâleyh, bu tip "sızıntıların" önüne geçmek için, mevcût klasik teftiş/denetleme mevzûâtının da, millî güvenliğimizin bugün karşı karşıya bulunduğu tehdit ve tehlikeler ile mütenâsip vaziyete getirilmesi gerektiğini ifâde etmeye çalışıyorum. Ve, bu hizmetlerin icrâ edilme usûlleri ve "zaman faktörü" yeniden değerlendirilmelidir.
Ve burada teklif ettiğim şey, sâdece millî güvenliğimiz ve bununla alâkalı müesseseler değil, bütün kamu kuruluşlarıdır. Bu dâireye bütün belediyeler, vakıflar, dernekler de dâhil edilmelidir.
Meselâ Tarım Bakanlığımız'ın en fazla üzerinde durmasını arzu, temenni, teklif ve tâvsiye ettiğim şey, "gıda tâğşişi / gıda hilesi" meselesidir. Bu konuda daha önce de yazdım. Bu meselenin, bildiğimiz terör'den çok daha sinsi ve tehlikeli bir "tehdit" olduğu ve Devletimize ve Milletimize çok daha fazla zararlar verdiği kanaatindeyim. Bunun gerçekten böyle olup-olmadığı, son 30 sene içinde "sağlık harcamaları" için tâhsis edilen para ile "terörle mücâdele" için tâhsis edilen paranın miktarı mukayese edilir ise, elbette çok net bir şekilde anlaşılacaktır.
Şu hâlde, gıdalar üzerinde hile yaparak sağlığımızla oynayanların tesbit ve tecziyeleri için, özel bir teftiş-tâkip-denetleme-kontrol sistemi ve özel bir tatbikat icap ediyor.
Tabii, meselenin "adlî / idârî müeyyide/cezâ" veçhesi de var... Cezalar "caydırıcı" değil ise, yapılan teftiş/tâkip'ler ve yakalama'lar, "yorgunluk"tan öteye geçemiyor !..
Çocukluğumuzdan beri radyodan, TV'den, gazetelerden hep duyuyoruz ve okuyoruz :
"Polis uyuşturucu tâcirlerine göz açtırmıyor.. Şu kadar kilo eroin, esrâr, kaptagon...yakalandı, şu kadar kişi gözaltına alındı !"..
"Jandarma kaçak akaryakıtçılara göz açtırmıyor, şu kadar ton kaçak akaryakıt elegeçirildi, şu kadar kişi gözaltına alındı !"
"Sâhil Güvenliğimiz insan kaçakçılarına göz açtırmıyor, şu kadar kaçak göçmen yakalandı, şu kadar kişi gözaltına alındı !"
"Hırsızlara, dolandırıcılara, yankesicilere, torbacılara, yağmacılara, suç örgütlerine, gıda hilesi yapanlara...göz açtırılmıyor, şu kadar adam gözaltına alındı !"
Elhak doğru ; jandarmamız, polisimiz, bekçilerimiz, Sâhil Güvenliğimiz, Gümrük Muhafaza Teşkilâtımız, Güvenlik Korucularımız, hakikaten vazifelerini en güzel ve en mükemmel şekilde yapıyorlar ; suçlulara göz açtırmıyorlar, yakalıyorlar ve "adâlet cihâzı"na teslim ediyorlar...
Amma, ne oluyor ise ondan sonra oluyor ; bütün bu suçluların gözleri, kısa bir müddet sonra bir daha açılıyor !...
TV'de haberlerde bir bakıyoruz "40 tane, 50 tane, 60 tane suç kaydı" olan insanlardan bâhsediliyor !...
Demek ki, idârî ve adlî sistemde bir "ârıza" var ve bu arıza "çok büyük" !...
Daha önce de defâlarca dikkat çektik amma, senelerdir çıkarılan "torba yasalar"da, "pansuman"dan öteye geçmeyen, suya-sabuna bir türlü dokunmayan "tedbirler" (?!!!)
Muhterem büyüklerim,
1. İlk önce "çok katmanlı / bindirmeli" idârî tedbirler alın. Yani teftiş/tâkip sistemini kurun. A şehrinde yapılan teftiş ve kontrolü, bir de B şehrinin müfettişleri ile ve gizli ve/veya açık olarak yaptırın. İki teftişte farklı bir netice ortaya çıkar ise, çok daha şûmûllü üçüncü bir teftiş yaptırın. Bu teftişin neticesine göre de, ilk iki heyet'ten, isâbetli kararı hangisi vermemiş ise, onu görevden alın. Bu heyetlerden hiçbirisinin, digerinden haberi olmamalı, burada en mühim husus budur.
2. Teftiş / Denetleme işini yapacak olan insanlar "mesâi mefhûmu" ile hareket etmesinler. Gerektiğinde tebdil-i kıyâfet ile tâkip yapsınlar ; ki, bu son derece müessir bir teftiş/denetleme usûlüdür, psikolojik tesiri çok fazladır.
3. Teftiş / Denetleme neticesinde Kamu'nun zarara uğradığı, insanlarımızın mağdûriyetlerine sebep olunduğu ortaya çıkar ise, fâillere öyle idârî ve adlî cezalar verin ki, jandarmamız, polisimiz ve diger görevlilerimiz, 40., 50., 60., defa aynı kaçakçıyı, hırsızı, yolsuzu, katili, ihâleye fesat karıştıranı, sahte evrak tânzim edeni, evrakta tâhrifât yapanı, vergi kaçıranı, stokçuluk ve karaborsacılık yapanı, Devlete ve vatandaşa hileli mal satanı, polise jandarmaya hakaret ve tehdit edeni, memurun vazifesini yapmasına mâni olanı, kafayı çekip direksiyon başına geçeni, magandalık yapanı..., bir daha bir daha bir daha yakalamak zorunda kalmasınlar !
Bakınız, hangi idârî cezaların verilmesi gerektiğini de - daha önce yazmıştım, yine yazıyorum - tekrar arzedeyim :
Bu insanların bütün kamu hakları ellerinden alınsın ; seçme, seçilme, ticâret yapma, dernek-vakıf üyesi olma, pasaport, araba ehliyeti... Bütün mal varlıkları müsâdere edilsin. Sadece, bir "işçi" olarak bir yerlerde çalışabilme hakkına sahip olsunlar. Bunlara verilecek adlî cezalarda da, hakimlerin "takdir yetkisi" olmasın, ömürleri cezaevinde geçsin.
Belki şu söylenebilir : "Efendi, biz böyle cezalar verirsek, cezaevlerimiz istiâb etmez, bu kadar adamı nereye koyacağız ?!"
Hayır efendim, bu cezalar mer'iyete konulur ise, kimse kolay kolay cürüm işlemeye cesâret edemez. Meselâ yalan haber yazamaz ve yayamaz, insanları tâhrik ve ajite edemez, birbirlerine düşüremez, fitne çıkaramaz, teröristlik yapamaz, teröre destek olamaz, Devleti aldatamaz, kaçak içki kaçak akaryakıt satamaz, Türk Lirası'nın değeri ile oynayamaz, dışarısı ile işbirlikçilik yapamaz, kafayı çekip te direksiyon başına geçemez, vatandaşın işyerini basıp ta elinden zorla çek-senet alamaz, tuttuğu takım maç kazandı diye caddenin ortasında drift yapamaz, halay çekemez, sağa sola "kutlama ateşi" açamaz, kırmızı ışık ihlâli yapamaz, üç kuruşluk mazot tasarrufu yapacağım diye, ters yola girip te trafiği allak bullak edemez, orta okulların önüne gidip te uyuşturucu satamaz, normalde bir senede olgunlaşan zeytini, sudkostik ile karartıp ta piyasaya süremez, tavuk etinden yaptığı pastırmayı-sucuğu "hâlis mûhlis dana etindendir" diye satmaya cesâret edemez...ilâ âhiri...!
4. Devletimizin bütçesini en fazla kullanan kurumlardan birisi, Ulaştırma Bakanlığımız. Bendeniz de, işim icâbı olarak karayollarını çok kullanıyorum. Hafta içinde her gece yoldayım ve yollarımızın bazı kısımları "yeni yapılmış olmalarına râğmen", 1980'li yıllardaki gibi ; neredeyse makasları kıracağız !... Demek ki burada Karayolları Teşkilâtımız'ın ilgisiz ilgilileri "kaytarmışlar" ve "ayakları kaymış" ! Ve burada ya teftiş/denetleme yapılmamış, veya müfettişlerin de ayakları kaymış !... İşte "çok katmanlı / bindirmeli teftiş/denetleme"den kasdettiğim de budur, kıymetli dostlarım. Orada vazifeli kontrol mühendisi, Karayolları Müdürü ve müfettiş, yaptıkları işin "birkaç defa" ve "tanımadıkları müfettişlerce" kontrole tâbi tutulacağını ve ortaya çıkacak neticenin "menfî / olumsuz" olması hâlinde, "canlarına okunacağını" bilseler, işlerini adam gibi yaparlardı !
Hele bir de karayollarımızın olur-olmaz neredeyse her tarafına "sıvanan" TİTREŞİM BANTLARI var ki, ayrı bir dert ve ayrı bir yazı konusu..
Bizde bir söz vardır "Kürt, pekmezi bol bulunca sağına soluna sürer" diye.. (Kürt kardeşlerimiz alınmasınlar, bendeniz de aslen Kürdüm, burada gocunulacak birşey yoktur, hoş bir lâtifedir.
Evet, Karayolları Teşkilâtımız'a bu "akıl"ı ( ?!!! ) her kim vermiş ise, bilsinler ki, şoför esnâfından kat'iyyen "dua" almıyorlar... "Ne aldıklarını" ise, elbette ki kolayca tâhmin edebilirler...!
Yahu bu "titreşim bantları"nı sizler, şoförleri ikaz ve yavaşlatmak için mi, yoksa "amortisörleri patlasın, makasları kırılsın, aksları kesilsin, ön düzenleri bozulsun, şaftları kopsun, diferansiyelleri dağılsın, şehrin orta yerinde kalsınlar, buranın esnâfı para kazansın" diye mi koyuyorsunuz ?!!!
Yahu bu bantların yollara döşenmesinde niye bir akıl-mantık ve "standart teknik" ve "standart işçilik" gözetilmez ?! Bazı yerlerde bu bantları gayet tatlı bir şekilde hissediyorsunuz ; "demek ki burada işin tekniğine uygun işçilik icrâ edilmiş" diyorsunuz..
Bu bantları döşedikten sonra, o kontrol mühendisleri, o müdürler, o müfettişler, niye "yüklü bir kamyon"a binip te üzerinden geçmezler ?! Acaba o titreşim bantları, içerde nasıl hissediliyor...?
Muhterem büyüklerim, nükleer santraller, Marmaraylar, 3. Köprüler, 3. Havalimanları, Çanakkale 1915 Köprüleri... gibi, bütün dünyanın - bir kısmının hasetle, bir kısmının gıpta ile - baktığı devâsâ eserleri yapıyoruz, çok ta mutlu oluyoruz, başımız gözümüz üstüne... Amma, daha yeni yapılmış bir yolun bir ay içinde harâbeye dönmesi ve şu titreşim bantları, bütün bu "mega eserleri" bir kısım insanlarımızın gözlerinde bir anda "sıfırlıyor" !... Onun için, bu nâdânlıklara, eblehliklere meydan verilmesin, herkes işini doğru düzgün yapsın, Reisimiz'e de, Hükümetimiz'e de lâf-söz gelmesin ; derdimiz merâmımız budur...
Neyse, bu kadarı kâfidir !... Zaten yazı da çok uzadı, farkındayım, hakkınızı helâl ediniz kıymetli dostlarım.
Selâm ve dua ile.