SONA KALAN DONA KALIR
Bir kuruyemiş tabağı kalabalık bir grubun önüne geldiği zaman sırasıyla önce antepfıstıkları, ardından bademler, sonra fındıklar gider. En sona beyaz ve sarı leblebiler kalır. Eğer belli bir yaşa kadar evlenmemişsen de durum farklı olmaz. Ya kalan leblebiler ve ayçekirdekleri ile idare edersin, ya da olur da bir fıstık bulurum diye tabağı karıştırır durursun... Ayni tabakta ucu açılmamış kabuklu şam fıstıkları da kalır. Herkes bir eller, bakar ama kimse açmaya cesaret edemez, tabağa geri bırakır. Onlara ulaşmak cesaret ister. Dişine güveneceksin kıracaksın ki, içinde gizlediği lezzete ulaşabilesin. Ama risklidir, dişini kırabilirsin...
. Gündemde olmayan bir konu üzerinde yazı yazıyım dedim. O da gençlerin geç evlenmeleri ya da hiç evlenmemeleri meselesidir. Yukarda paylaştığım paragrafın ana fikri; "sona kalan dona kalır" atasözünün enteresan bir şekilde açılımıdır. Günümüzde geç evlenmeye kalkanlara mahsuben yapılan güzel bir benzetmedir.
Bundan 80-100 yıl öncesini, yaşanmışlıklarımızdan, müşahede ettiklerimizden, dinlemelerimizden ve okumalarımızdan az- çok biliriz. Büyüklerimiz askerden sonra ilk işleri evlenmekti. Çok daha fazla fakirlik olmasına rağmen evlenirler, yuvalarını kurar, açlık korkusu yaşamayacaklarına inanır, baba olmanın hevesi içerisinde gönlüne uygun birini bulduklarında gelenek ve göreneğe uygun şekilde evlenirlerdi. 25 yaşına ulaşıp evlenmeyenlere " evde mi kaldın" derlerdi. Herkes evlilik konusunda birbirine yardımcı oluyordu. Hangi eve gitseniz beşikte bebek, evin içinde oynaşan kardeşler görürdğnüz. Adeta çocuk edinme konusunda genç aileler yarışırdı. Çok çocuklu ailelere gıpta ile bakılırdı. Özellikle erkek çocukları çok olan babalara " evlât zengini, sırtı yere gelmez" adam derlerdi. 40 yaşına ulaşan ebeveynlerin 7-8 civarında çocukları, 1-2 gelin- damatları, 3-4 tane de torunları olurdu.
Yer ve mülk zengini olanlar daha çok evlât edinmek amacıyla ikinci- üçüncü evliliği yapanlar da olurdu. Nüfusumuz hızla artıyordu. Eğer şimdi nüfusumuz 85 milyon ise o ebeveynlerimiz sayesinde olmuştur. Onlar şimdiki gençlik gibi yaşasalardı, evliliği.geçiktirip evlât sayısını 1-2' ye düşürselerdi Türkiye'nin şimdiki nüfusu 20 milyon olmazdı. Zira 1. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı'nın nüfusu 13.5 milyon civarındaymış.
. Şimdiki duruma baktığımızda Türkiye'de evlenme yaş ortalaması 30 yaşa dayandı. Edinen çocuk sayısı ise 1-2 civarındadır. Bu arada gençler arasında kısırlaşma oranında da büyük artış vardır. Tüp bebek olayı çok pahalıya mal oluyor. İsraf ve şatafat her tarafa yayılmış vaziyette. " Senin düğünün- benim düğünüm kıyaslamaları gençlere korku veriyor. Gençler arasında işsizlik oranı çok yüksek boyutlara ulaşmıştır. Ayrıca ahlâksızlık her tarafa yayılmıştır. Evliliğin maliyetinin yüksek oluşu, gençler arasında işsizliğin yayılması, evliler arasındaki boşanmaların artması, çocuk bakımının zorluğu ve maliyetinin artması, adeta bekârlığın teşvik ediliyor olması gibi sebeplerden dolayı gençler evlenmek istemiyor.
Şu anda Türkiye'deki nüfus artışı % 1.6 seviyelerine düşmüştür. Bu oran Fransa'da % 1.8 civarındadır. Avrupa ülkelerinin en büyük sorunu nüfus artışlarını sağlayamamaktı. Bizim bu ülkelerden önde olduğumuz istatistik rakamı nüfus artış oranıydı. Şimdilerde Avrupa'nın çok gerisinde kaldık. Daha doğrusu bizde ölüm oranları doğum oranlarının önüne geçmiştir. Ülkemizde mültecilerin nüfusu hızla artıyor. Bizde faraza 15-16-17 yaşlarında evlilik olsa toplum gericilik der, devlet yasalarına göre "zina" kabul edilir. Yabancı uyruklular bu tanımlamanın dışındadır. 10 yıl sonra mültecilerin ülkemizdeki nüfusu 15 milyona ulaşırsa şaşmayalım.
Ülkemizde, cumhuriyet dönemi boyunca nüfus artış oranları bu derece düşük seviyelere düşmemiştir
. Benim korkum odur ki bu nüfuz azalması "siyonların" uyguladığı bir oyundur. Zengin emperyal güçler ülkemiz toprakları üzerine tarih boyunca gözleri vardı, bu istek halâ devam ediyor. Emellerine askeri güçlerini kullanarak ulaşamadılar. Diğer entrikalarını harekete geçirmişlerdir. Tohum yasası, gıda ürünlerini dışardan idhal etme durumuna geçilmesi,, gençlerin işsiz bırakılması, mültecileri ensar- muhacir sloganıyla ülkemizin içine doldurulması, bunca ekonomik zorluklara rağmen mültecilerdeki nüfus artışının çok fazla olması, ülkemizdeki toprak satışlarının kat ve kat artarak satılması, üretimden çok tüketen toplum haline gelinmesi, yanlış tedavi yöntemleri- ilaçların ve gıdaların etkisiyle gençler arasında kısırlaşmanın artması tesadüfi gelişen olaylar değildir. Ülkemizin gençliğinin evlenmemesi, nüfus artışının azalması, genç nüfusun yerini ihtiyar nüfusun artması ülkemizin geleceği açısından iyi sonuçlar vermeyecektir.
" Bu ülke toprakları atalarımızdan emanet değil, gençlerimizden ödünçtür bize" şuuruyla olaylara bakmalıyız. Günümüzde en çok duymak istediğimiz sözlerden birisi şu Hadis-i şerif olsa gerektir. Peygamberimiz sav; Evlenin, çoğalın, zira ben, kıyamet gününde sizin çokluğunuzla iftihar ederim.” Buyurmaktadır.
Bu söz bize nasihat olarak yeter. Selâm ve Dua ile...
13.03.2024