ANKARA - HÜDA PAR haftalık gündem değerlendirmesinde, başta yeni anayasa çalışmaları olmak üzere, Kürt meselesi, Yasin Börü davası ve gündemin diğer başlıkları hakkında önemli açıklamalarda bulundu.
HÜDA PAR yayımladığı haftalık gündem değerlendirmesinde yeni anayasa çalışmaları, Kürt meselesi, Yasin Börü davası, asgari ücret ve açlık sınırı, Cuma tatili ve Diyanet’e yönelik saldırılar, Suriyelilerin dramı ve göçmenler gibi konularda önemli açıklamalarda bulundu.
HÜDA PAR Genel Merkezi tarafından yayımlanan haftalık gündem değerlendirmesinde 1980 darbesi sonra cunta yönetiminin dayattığı 1982 Anayasası’nın bir an önce değişmesi ve halkın layık olduğu ve hak ettiği bir sistemle yönetilmesi gerektiğine vurgu yapıldı.
“12 Eylül cuntasının askeri vesayeti kaldırılmadan sivil bir anayasa yapılmış olmayacaktır”
Hâlihazırdaki anayasanın değiştirilemez maddelerine dokunulmadan yapılacak yeni bir anayasanın 12 Eylül cuntasının vesayetini sonlandırmayacağına dikkat çekilen açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Siyaset kurumu, başta anayasanın üzerinde şekillendiği Kemalist ve ırkçı zihniyet ile yüzleşmeli, özüne dokunmaksızın yapılacak pansuman tedavilerle yetinilmemelidir. Bu konuda sorunun ana kaynağına yönelmeli, bugüne kadar olduğu gibi, yeni anayasa taahhüdü altında eskinin yeni bir makyajla topluma kabul ettirilmesi şeklinde olmamalıdır. Anayasanın değiştirilemez maddelerine dokunulmadan yapılacak bir anayasa yeni bir anayasa; üzerindeki 12 Eylül cuntasının askeri vesayeti kaldırılmadan sivil bir anayasa yapılmış olmayacaktır. Yeni anayasa çalışmalarında, meclis dışındaki partilerle de sivil toplum ve akademik çevrelerle de geniş bir istişare çalışması başlatılmalıdır. Hükümet kanadının ileri sürdüğü başkanlık sistemi tüm yönleriyle tartışılabilmeli, kişiler üzerinden değil ilkeler üzerinden olumlu ve olumsuz yönleri ortaya konulmalıdır.
Bölgede devam eden çatışmalara da değinilen açıklamada, “Operasyon ve çatışmaların yoğunlaştığı şehir merkezlerinde yaşayan halkın mağduriyeti devam ediyor. Giderek insansızlaştırılan yerleşim yerlerinde tahrip gücü yüksek patlayıcıların ve ağır silahların da kullanılmaya başlamasıyla şehirler giderek harabeye dönmekte, insanların can ve mal güvenliği tamamen yok edilmektedir.” denildi.
“Örgütün çukur siyasetine ve şiddet eylemlerine destek vermeyen halkın, haklarından ve taleplerinden vazgeçtiği anlamı çıkarılmamalıdır”
PKK’nin çatışmaları şehirlere taşımasına halkın destek vermemesini örgüt de hükümet de doğru okuması gerektiğinin vurgulandığı açıklamada, “PKK’nin hiçbir insani kaygı taşımadan şehirlere taşıdığı çatışmaya, kolluk kuvvetleri de giderek artan bir şiddetle cevap vermekte, toptancı yaklaşım sergilenen kimi operasyonlarda, sivillerin de hayatlarını kaybettikleri görülmektedir. En fazla halkın zarar gördüğü bu çatışmalar derhal sonlandırmalıdır. PKK’nin çatışmaları şehirlere taşıması yanlışına halkın destek vermemesini örgüt de hükümet de doğru okunmalıdır. Örgütün çukur siyasetine ve şiddet eylemlerine destek vermeyen halkın, haklarından ve taleplerinden vazgeçtiği anlamı çıkarılmamalıdır. Halk, Kürt meselesinin silahsız, çatışmasız bir şekilde sivil siyaset yoluyla çözülmesini istiyor. Kürt meselesinin adil bir zeminde çözülmesi hükümetin sorumluluğundadır. Bunun için de hükümet bir an önce somut adımlar atmalıdır.” ifadelerine yer veridi.
Kürt meselesinin çözümü noktasında hükümetin acilen somut adımlar atması gerektiğinin belirtildiği açıklamada, şu uyarılara yer verildi: “Kürt meselesinin çatışma ve şiddet çıkmazından kurtarılması, hükümetin samimi ve kalıcı adımlar atmasına bağlıdır. Bu kapsamda Kürt halkının İslami ve insani hakların iade edileceği yönünde bir irade beyanı ile birlikte, kısa, orta ve uzun vadede atılacak siyasi, kültürel, ekonomik ve sosyal adımları içeren bir takvim kamuoyu ile acilen paylaşılmalıdır.”
“Yasin Börü Davası’nın üç-beş tetikçi ile sınırlı tutulması dava dosyasının kapatılmak istendiğini göstermektedir”
6-8 Ekim 2014 tarihinde Kobani bahaneli saldırılar sırasında Kurban Bayramı’nda vahşice katledilen Yasin Börü ve üç arkadaşının katil zanlılarının
Ankara Adliyesi’nde devam eden Yasin Börü Davası hakkında da değerlendirmelerde bulunulan açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Yargılama sürecinde, olay sonrası başlatılan soruşturmanın şaibeli biçimde delil karartmak suretiyle mahkeme önüne getirildiği, katliamın tüm yönleriyle ortaya çıkmasının önüne geçilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. Başta katliamın siyasi azmettiricileri ve görevini yapmayan emniyet güçlerinin soruşturma dışı bırakılması, mevcut katil zanlılarının yargılama sürecinde peyderpey salıverilmeleri, olayın üç-beş tetikçi ile sınırlı tutulması dava dosyasının kapatılmak istendiğini göstermektedir. Dindar insanlara karşı topyekûn bir saldırı şeklinde gelişen ve pek çok ilde sırf İslami giyim kuşamı sebebiyle onlarca insanın hedef alınıp katledildiği gözetilmeksizin, insanlığa karşı suç kapsamında değerlendirilmeyen davanın bu şekliyle gerçek anlamda adaletle sonuçlanması mümkün değildir.”
Asgari ücret, açlık sınırı ve dar gelirli halkın yaşadıkları mağduriyetlere dikkat çekilen açıklamada şu değerlendirmelerde bulunuldu: “Memur-Sen Konfederasyonu tarafından yapılan açlık-yoksulluk araştırması sonuçlarına göre Aralık ayında Türkiye’deki 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 1.450,02 TL, yoksulluk sınırı ise 3.966,071 TL olarak tespit edildi. Seçim vaatlerinin gözdesi olan asgari ücretin 1.300 TL’ye yükseltilmesi vaadi, açıklanan rakamlar karşısında, dar gelirlinin içler acısı durumunu bir kez daha gündeme getirdi. Artan toplam zenginleşmeye rağmen, bir türlü giderilmeyen gelir dağılımındaki adaletsizlik, tıpkı işsizlik, yoksulluk, haksız kazanç temin etme, israf gibi, ahlaki ve manevi yozlaşmanın bir başka sebebidir. Açlık ve yoksullukla yeteri kadar mücadele etmemeyi, "dini yalanlamak" gibi ağır bir ithamla ele alan ilahi mesajın dikkate alınmadığı, tek bir asgari ücretle geçinmek zorunda olan yüz binlerce aile varken, insaf ve hakikat nazarında asgari ücretin 1.300 TL'ye yükseltilip yükseltilmemesini tartışıyor olmak, abesle iştigaldir. Devlete düşen; gelir dağılımında adaleti sağlamak için çaba göstermek, refahı tabana yayacak politikalar geliştirmek olmalıdır.”
“Müslümanların Cuma Namazı ibadetlerini daha rahat bir ortamda yerine getirebilmelerinin sağlanması din ve vicdan hürriyetinin gereğidir”
Cuma günü mesaisinin yeni genelgeyle Cuma Namazına göre yeniden düzenlenmesi ve kimi kesimlerin bunu polemik konusu yapması hakkında açıklamada bulunan HÜDA PAR, şu değerlendirmede bulundu: “Bir İslam ülkesinde Cuma gününün resmi tatil olarak kabul edilmesi ve Müslümanların Cuma Namazı ibadetlerini daha rahat bir ortamda yerine getirebilmelerinin sağlanması din ve vicdan hürriyetinin gereğidir. Hükümetin yaptığı son düzenleme ile Cuma Namazı ibadetinin yerine getirilebilmesi için verilen iki saatlik izin, ibadet özgürlüğü açısından olumlu olmakla beraber bunun bazı kesimlerce bir lütuf ve ayrıcalık olarak görülmesi, polemik konusu yapılması yanlıştır. HÜDA PAR olarak bu konudaki önerimiz Cuma gününün Cuma Namazı sonrasına kadar yarım gün tatil olması, bu tatilden doğan mesai kaybının ise Cumartesi günü öğle saatine kadar mesai uygulaması veya diğer günlerdeki çalışma saatlerinin artırılması suretiyle telafi edilmesidir.”
“Diyanet teşkilatının vesayetten kurtulması ve özerk bir statüye sahip olması gerekir”
Son günlerde Diyanet’i hedef alan kimi kesimlere tepki gösterilen açıklamada, “Cuma saati tatili uygulamasının duyurulmasıyla beraber, bazı kesimlerce Diyanet Kurumunun hedef alınarak lağvedilmesi/kapatılması gündeme getirilmiştir. İslam’la ve ibadetle alakası olmayanlarca, sorulan bazı fıkhi meselelere verilen cevapları çarpıtarak başlatılan bu kampanyada, asıl hedefin İslam ve İslami değerler olduğu açıktır. Müslümanların ihtiyaçlarına layıkıyla cevap verebilmesi ve hizmet edebilmesi için, Diyanet teşkilatının vesayetten kurtulması ve özerk bir statüye sahip olması gerekir.” denildi.
Suriye’de savaşın getirdiği kıyım, açlık, sefalet ve göçmenlerin içinde bulunduğu durumdan başta BM olmak üzere bölge devletlerinin de sorumluluğu olduğuna vurgu yapılan açıklamada, son olarak şu ifadelere yer verildi: “Yıllardır muhalifler ve rejim güçleri arasında süren iç savaş, milyonlarca Suriyeli ailenin mülteci durumuna düşmesine sebep olmuştur. Aç sefil ve perişan halde, yaşanabilir bir ülkeye gitme umuduyla elverişsiz koşullarda denizlerde boğulma tehlikesini göze alarak Avrupa kapılarına adeta hücum edilmektedir. Suriye’den kaçamayanlar ise Madaya örneğinde olduğu gibi ablukaya alınmış yerleşim yerlerinde yaşama tutunma mücadelesi vermektedirler.
Birleşmiş Milletler’in etkisiz, göstermelik, ikiyüzlü pratikleri bir yana, Müslüman ülkelerin bu hususta sergiledikleri duyarsızlığı kabul etmek mümkün değildir. Her biri bir başka emperyalist süper gücün çıkar bekçiliğine soyunmuş devletler, kardeşleri olan mazlum halkın perişanlığını görmemekte, kayıtsız ve ilgisiz kalmaktadır. Milli çıkarlar adına çatışan tarafları destekleyen bölge devletleri yaşanan bu dramdan sorumludurlar. Duyarlı birkaç yardım kuruluşunun gayreti dışında ciddi bir yardım elinin uzanmadığı bölgelere Kızılay gibi ortak bir müdahale birimi oluşturulmalı ve sadece insani yardım amacına hizmet eder bir niteliğe kavuşturulmalıdır. Çatışan taraflar yardım faaliyetinde bulunanlara her türlü kolaylığı sağlamalıdırlar.” (İLKHA)
HÜDA PAR Genel Merkezi tarafından yayımlanan haftalık gündem değerlendirmesinin tam metni:
YENİ ANAYASA ÇALIŞMALARI
Hükümetin yeni anayasa yapımı konusunda yeniden bir çalışma içerisine girmesi, bu kapsamda partiler arası görüşmelere başlanması önemle takip edilmesi gereken konuların başında gelmektedir. Zira 1980 darbesi ile gelişen cunta yönetiminin dayattığı 1982 Anayasası bir an önce değişmeli, halk, layık olduğu ve hak ettiği bir sistemle yönetilmelidir.
Siyaset kurumu, başta anayasanın üzerinde şekillendiği Kemalist ve ırkçı zihniyet ile yüzleşmeli, özüne dokunmaksızın yapılacak pansuman tedavilerle yetinilmemelidir. Bu konuda sorunun ana kaynağına yönelmeli, bugüne kadar olduğu gibi, yeni anayasa taahhüdü altında eskinin yeni bir makyajla topluma kabul ettirilmesi şeklinde olmamalıdır. Anayasanın değiştirilemez maddelerine dokunulmadan yapılacak bir anayasa yeni bir anayasa; üzerindeki 12 Eylül cuntasının askeri vesayeti kaldırılmadan sivil bir anayasa yapılmış olmayacaktır.
Yeni anayasa çalışmalarında meclis dışındaki partilerle de, sivil toplum ve akademik çevrelerle de geniş bir istişare çalışması başlatılmalıdır. Hükümet kanadının ileri sürdüğü başkanlık sistemi tüm yönleriyle tartışılabilmeli, kişiler üzerinden değil ilkeler üzerinden olumlu ve olumsuz yönleri ortaya konulmalıdır.
KÜRT MESELESİ
Operasyon ve çatışmaların yoğunlaştığı şehir merkezlerinde yaşayan halkın mağduriyeti devam ediyor. Giderek insansızlaştırılan yerleşim yerlerinde tahrip gücü yüksek patlayıcıların ve ağır silahların da kullanılmaya başlamasıyla şehirler giderek harabeye dönmekte, insanların can ve mal güvenliği tamamen yok edilmektedir.
PKK’nin hiçbir insani kaygı taşımadan şehirlere taşıdığı çatışmaya, kolluk kuvvetleri de giderek artan bir şiddetle cevap vermekte, toptancı yaklaşım sergilenen kimi operasyonlarda, sivillerin de hayatlarını kaybettikleri görülmektedir. En fazla halkın zarar gördüğü bu çatışmalar derhal sonlandırmalıdır. PKK’nin çatışmaları şehirlere taşıması yanlışına halkın destek vermemesini örgüt de, hükümet de doğru okunmalıdır. Örgütün çukur siyasetine ve şiddet eylemlerine destek vermeyen halkın, haklarından ve taleplerinden vazgeçtiği anlamı çıkarılmamalıdır. Halk, Kürt meselesinin silahsız, çatışmasız bir şekilde sivil siyaset yoluyla çözülmesini istiyor. Kürt meselesinin adil bir zeminde çözülmesi hükümetin sorumluluğundadır. Bunun için de hükümet bir an önce somut adımlar atmalıdır.
Kürt meselesinin çatışma ve şiddet çıkmazından kurtarılması, hükümetin samimi ve kalıcı adımlar atmasına bağlıdır. Bu kapsamda Kürt halkının İslami ve insani hakların iade edileceği yönünde bir irade beyanı ile birlikte, kısa, orta ve uzun vadede atılacak siyasi, kültürel, ekonomik ve sosyal adımları içeren bir takvim kamuoyu ile acilen paylaşılmalıdır.
ŞEHİD YASİN BÖRÜ DAVASI
6-8 Ekim 2014 tarihinde Kobani bahaneli saldırılar sırasında Kurban bayramında vahşice katledilen Yasin BÖRÜ ve üç arkadaşının katil zanlılarının Ankara adliyesinde yargılanmasına devam edildi.
Yargılama sürecinde, olay sonrası başlatılan soruşturmanın şaibeli biçimde delil karartmak suretiyle mahkeme önünde getirildiği, katliamın tüm yönleriyle ortaya çıkmasının önüne geçilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. Başta katliamın siyasi azmettiricileri ve görevini yapmayan emniyet güçlerinin soruşturma dışı bırakılması, mevcut katil zanlılarının yargılama sürecinde peyderpey salıverilmeleri, olayın üç-beş tetikçi ile sınırlı tutularak dava dosyasının kapatılmak istendiğini göstermektedir. Dindar insanlara karşı topyekûn bir saldırı şeklinde gelişen ve pek çok ilde sırf İslami giyim kuşamı sebebiyle onlarca insanın hedef alınıp katledildiği gözetilmeksizin, insanlığa karşı suç kapsamında değerlendirilmeyen davanın bu şekliyle gerçek anlamda adaletle sonuçlanması mümkün değildir.
ASGARİ ÜCRET VE AÇLIK SINIRI
Memur-Sen Konfederasyonu tarafından yapılan açlık-yoksulluk araştırması sonuçlarına göre Aralık ayında Türkiye’deki 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 1.450,02 TL, yoksulluk sınırı ise 3.966,071 TL olarak tespit edildi.
Seçim vaatlerinin gözdesi olan asgari ücretin 1.300 TL’ye yükseltilmesi vaadi, açıklanan rakamlar karşısında, dar gelirlinin içler acısı durumunu bir kez daha gündeme getirdi. Artan toplam zenginleşmeye rağmen, bir türlü giderilmeyen gelir dağılımındaki adaletsizlik, tıpkı işsizlik, yoksulluk, haksız kazanç temin etme, israf gibi, ahlaki ve manevi yozlaşmanın bir başka sebebidir. Açlık ve yoksullukla yeteri kadar mücadele etmemeyi, "dini yalanlamak" gibi ağır bir ithamla ele alan ilahi mesajın dikkate alınmadığı, tek bir asgari ücretle geçinmek zorunda olan yüz binlerce aile varken, insaf ve hakikat nazarında asgari ücretin 1300 TL'ye yükseltilip yükseltilmemesini tartışıyor olmak, abesle iştigaldir. Devlete düşen; gelir dağılımında adaleti sağlamak için çaba göstermek, refahı tabana yayacak politikalar geliştirmek olmalıdır.
CUMA TATİLİ VE DİYANETE SALDIRI
Bir İslam ülkesinde Cuma gününün resmi tatil olarak kabul edilmesi ve Müslümanların Cuma Namazı ibadetlerini daha rahat bir ortamda yerine getirebilmelerinin sağlanması din ve vicdan hürriyetinin gereğidir.
Hükümetin yaptığı son düzenleme ile Cuma namazı ibadetinin yerine getirilebilmesi için verilen iki saatlik izin, ibadet özgürlüğü açısından olumlu olmakla beraber bunun bazı kesimlerce bir lütuf ve ayrıcalık olarak görülmesi, polemik konusu yapılması yanlıştır.
HÜDA PAR olarak bu konudaki önerimiz Cuma gününün Cuma namazı sonrasına kadar yarım gün tatil olması, bu tatilden doğan mesai kaybının ise Cumartesi günü öğle saatine kadar mesai uygulaması veya diğer günlerdeki çalışma saatlerinin artırılması suretiyle telafi edilmesidir.
Cuma saati tatili uygulamasının duyurulmasıyla beraber, bazı kesimlerce Diyanet Kurumunun hedef alınarak lağvedilmesi/kapatılması gündeme getirilmiştir. İslam’la ve ibadetle alakası olmayanlarca, sorulan bazı fıkhi meselelere verilen cevapları çarpıtarak başlatılan bu kampanyada, asıl hedefin İslam ve İslami değerler olduğu açıktır.
Müslümanların ihtiyaçlarına layıkıyla cevap verebilmesi ve hizmet edebilmesi için, Diyanet teşkilatının vesayetten kurtulması ve özerk bir statüye sahip olması gerekir.
SURİYELİLERİN DRAMI VE GÖÇMENLER
Yıllardır muhalifler ve rejim güçleri arasında süren iç savaş, milyonlarca Suriyeli ailenin mülteci durumuna düşmesine sebep olmuştur. Aç sefil ve perişan halde, yaşanabilir bir ülkeye gitme umuduyla elverişsiz koşullarda denizlerde boğulma tehlikesini göze alarak Avrupa kapılarına adeta hücum edilmektedir. Suriye’den kaçamayanlar ise Madaya örneğinde olduğu gibi ablukaya alınmış yerleşim yerlerinde yaşama tutunma mücadelesi vermektedirler.
Birleşmiş Milletler’in etkisiz, göstermelik, ikiyüzlü pratikleri bir yana, Müslüman ülkelerin bu hususta sergiledikleri duyarsızlığı kabul etmek mümkün değildir. Her biri bir başka emperyalist süper gücün çıkar bekçiliğine soyunmuş devletler, kardeşleri olan mazlum halkın perişanlığını görmemekte, kayıtsız ve ilgisiz kalmaktadır. Milli çıkarlar adına çatışan tarafları destekleyen bölge devletleri yaşanan bu dramdan sorumludurlar. Duyarlı birkaç yardım kuruluşunun gayreti dışında ciddi bir yardım elinin uzanmadığı bölgelere Kızılay gibi ortak bir müdahale birimi oluşturulmalı ve sadece insani yardım amacına hizmet eder bir niteliğe kavuşturulmalıdır. Çatışan taraflar yardım faaliyetinde bulunanlara her türlü kolaylığı sağlamalıdırlar.