Bu olay Çanakkale savaşında yaşanıyor. Siperlerin bulunduğu yere bir çadır kuruluyor. Çadırın içinde bir ameliyathane. Fakat çadıra gelmeden önce bir masa koyuyorlar kenara. Kim yaralı olarak getirilirse öncelikle o masaya yatırılıyor. Masanın başında da elindeki morfin dolu şırıngayla bekleyen doktor komutan..
Masaya yatırılan yaralı asker ameliyathane çadırına alınıp ameliyat edildiği taktirde yaşar mı, yaşamaz mı? Eğer yaşama ihtimali varsa o zaman o morfin iğnesini ona yapıyor, acı çekmesin diye. O ihtimal yoksa morfin iğnesi de yok..
Çünkü morfin yok denecek kadar az. Ölüme mahkum bir yarası olsa bile o ağrıyı, sızıyı çekmemek belki herkesin hakkı evet ama yaşama ihtimali yüksek olanları elemek zorunda o doktor komutan.. Yokluk günleri…Çaresizlik...
“Bunu kaldırın.” diyor.
Bir başkasını getiriyorlar. Çünkü resmen ölüm yağıyor siperlere. Bakıyor ki onda da umut yok.
“Bunu da kaldırın.” diyor.
Sonra bir başkası. Bir tane daha ve bir tane daha… Ve bir asker daha getiriliyor masaya.. Doktor bakıyor ki yarası çok kötü. Cümlesi aynı, değişmiyor.
“Bunu da kaldırın.” diyor.
Tam o sırada asker kalan son takatiyle sesleniyor doktora;
“Baba!”, "Baba" !!
Doktor ve diğer askerler kaskatı kesiliyor. Asker yalvarıyor;
“Baba beni tanımadın mı? Benim!” Oğlun.
Herkes doktorun ne yapacağına bakarken doktor görmemek için siper ettiği şırıngalı elinin arkasından şöyle diyor;
“Bunu gölge bir yere kaldırın..”
Ve ertesi gün bir başka doktorla nöbet değişimi yaptıktan sonra gittiği ağaç gölgesinde oğlunun öldüğünü öğreniyor…
Bizler; ülke geleceği ve bağımsızlığı uğruna kendi oğlunun bile hayatını feda edebilen, insanların adalet anlayışı ve mücadelesiyle yapılan savaşlar sonucu özgürlüğümüzü elde ettik.
İşte Çanakkale zaferi ve bu topraklar, böyle yokluk günlerinde hiç bir şeyin bulunmadığı günlerde kazanıldı. Her bir karış toprağı şehit kanlarıyla sulanmış bu vatanın kıymetini bilelim.