Gâvura yaranmanın bir faydası olur mu ki?
‘Muhtemel’ tehlikeleri bazen ‘göze almak’ gerek...
Söyleyenin söylediğine inananların olması ne güzel...
Olur olmaz zaman ve mekânlarda havlayanlara itibar edilmez!
‘Adam’ olacak çocuk, Japon çizgi filmlerini izlerken belli olurmuş.
Süper olan ben değilim, beni anlayan dostlarım ve onların feraseti!
Her canlı bir gün gelir muhakkak ölür, her güçlü gün gelir muhakkak zayıflarmış.
Ne mutlu bana... Herkes bana çalışıyor... ‘Çalışmıyor görünen’ de aslında bana çalışıyor.
Birileri, bir diğerine şöyle diyor: senin kıymetini, bir de yakın arkadaşların bilebilselerdi, keşke…
Dünyamız, insanların hepsine yetecek ve hatta artacak kadar güzelliklere sahip, ama bir farkında olabilsek...
Görüyorum ki; güzel memleketimin güzel mekânları içinde bir kısım ‘yontulacak odun’ var ‘yontulamayacak kereste’ de var!
İnsanoğlu her türlü güçlüğe ve kolaylığa alışır. Güçlüklere alışmak biraz daha zordur ama göreceksiniz ki alışacak insanımız…
Dergâh duvarlarında yazarmış: Edeb Ya Hû! Ilâ Edeb İllâ Edeb! Ama bunu bilmek veya görmek için dergâhlara gitmeye de gerek yok ki...
Edebin, yaş ve baş ile büyüklük ve küçüklük ile ilgisi yoktur! Her şeyin başı edep de edep... İllâ Edep… Gerisi lâf u güzaf! Öyle diyorlar, ‘edep sahibi’ olanlar…
Herkes, herkesi ‘olduğu gibi’ kabul ederse, problem kalmaz! İnsanların birer robot veya makine olmadığını anlayanların, başkalarının fikirlerine tahammülleri geniş olur.
Resmen ve kadrolu olarak önemli bir işyerinde istihdam edilen birileri, işyerine hiç uğramaz, hiçbir görevi olmaz ve kendisine hiçbir görev verilmezse, bu nasıl çalışmaktır?
Derler ki; kendilerine göre ‘önemli’ bir makama gelince, ‘eski’ dost ve arkadaşlarını kaybedenlerin, o makamlardan düştükten sonra, onlara selam göndermelerinin bir hükmü yokmuş…
Her şehirde bir (af buyurun) 'eşek pazarı' var. Ne demişler: Binilmeye razı olacak birisi varsa binen bulunur! Ben 'eşekleri' çok iyi tanıyan bir 'uzman' olduğum için, ‘eşek ihtiyacı olanlar’ önce bana başvuruyorlar.
Kendi yazdıklarını yayınlayan bir kısım insanların, yayınlanan yazılara övgü yazan okuyucularına kızmasını, hatta o okuyucusuna ‘lan’ diye hitap etmesini anlamak mümkün mü? Mümkünse bu nasıl bir duygu ve ruh halidir?
“28 Şubat Süreci” denilen karanlık dönemde bir resmi dairenin müdürü, kendi çalışanları fişlenirken, kendisi fişlenmezse acaba onun hakkında ne düşünülür? Hele hele, o sabık Müdür hâlen, kendine göre, ‘çok saygın’ (!) bir pozisyonda ise?