Refah ekonomik bir kavram olarak bilinir. Yani ne kadar geliriniz varsa refahınız da o derece yüksek ya da düşüktür. Halihazırda dünya üzerinde tahakküm kurmuş olan seküler yaşam ve onun ekonomik ayağı olan kapitalizm; insana içsel bir sorumluluk vermediğinden sürekli daha fazlasını elde etme çabası içerisindedir. Bu da toplum ya da gelecek adına değil, kendisi ve ailesi adınadır. Toplum ve devlet adına olanı, yani devletin geleceğine ilişkin olanı takip eden kurumlar var haddi zatında... Onlar da dünyanın orasında burasında sürekli savaş çıkararak ve darbe yaparak kaynakların yönünü kendi yaşadıkları alana çevirmeyi başarmakta... En azından son yüz yıldır böyle...
Refahın bu minvalde, yani dar olarak tanımlanması; esasen insanı da, insanlığı da gerçekte 'refaha' taşıyamamakta... Gözüken kısım 'sanal' ve geçici olup, kumardan kazanılan paraya benzer. Ne sizin huzurunuz olur, ne ailenin, ne de içinde bulunduğunuz toplumun... Nihayetinde devletler ve aile reisleri uzun vadeli düşünürler-düşünmelidirler. Eğer uzun vadede toplumun köküne kibrit suyu döküyor, ayağının altına muz kabuğu koyuyor ya da yürüdüğü yerlere mayın döşüyor ve bunun farkında değilseniz kumardan kazandığınız para olsa olsa evladınızın ilk fırsatta öldürüp, servetinizin başına geçmesi için sebep oluşturur. Yok mu örnekleri…
Devletler de çok farklı değildir. Belki somut varlığını devam ettirir ama, insanları gerçek refahı (saadet) hiçbir zaman hissetmediğinden sürekli huzursuz ve tedirgindir. Devletler sürekli düşmandan gelecek tehditlere odaklanmış ve gergindir. İnsan ve insana dair özgürlük aynen refah gibi dar tanımlandığından aile kurumu diye bir şey kalmaz. Çocuklar annesiz babasızdır. Nikahsız beraberlikler hiçbir zaman sadakat kavramını bünyesinde barındırmaz. Herkes bir şeyler kazanma, herkes geleceğini garanti etme derdindedir. Bu yüzden de miras kavgaları hiç sonlanmaz. Aile ve kadın cinayetleri de...
Oysa refah değil saadeti merkeze alan, menfaat değil sadakat ve güveni esas alan, insanı fizik ihtiyaçlarının ötesinde gören, özgürlüğü şeytana (heva ve heveslerine) kullukta değil Allah'a kullukta gören, aileye topluma 'huzur' enjekte eden ve devletin emrediciliği ve korkutuculuğu gibi gönülsüz kurallar yerine, kalbi bir teslimiyetle Allah'ın emirlerime ram olan insan bir olur mu hiç...