Osmanlı, hakim olduğu coğrafyada ve yönetimde insanların kimlikleriyle ilgilenmedi. Onların devlete bağlılığıyla, halkın huzur içinde yaşamasına özen gösterdi. O nedenle kendinden de olsa huzuru bozan, devlete isyan edene karşı acımasız davrandı.
Türklerin islâm anlayışı evrensel ümmetçiliğe, bir tür hümanizmaya dayandığı için Osmanlı, halkların kimlikleriyle uğraşmadı onları o konularda alabildiğine serbest bıraktı, hatta etnik yapılara dayalı sancaklar kurulmasına göz yumdu, bir tür etnik eyaletlere dayalı merkezi devletçiklere imkânlar tanıdı.
Bu durum çoğunlukla Türk olan halkların kendilerini başka etnik yapıdan, ırktan oldukları iddialarına itti ve alttan alta bu etnik fitne büyüdü ve sonunda çoğunlukla Türk olan yapılar, başka kimlikler altında , milliyetçiliğin zirve yaptığı dönemde kışkırtmalarla Osmanlıyı parçalayıp kendi devletlerini kurdular.
Türkiye, Osmanlının parçalanmasından sonra da hala bu etnik iddiaların boyunduruğu altında..
Geçtiğimiz yıllarda İstanbul-Bostancı Gösteri Merkezinde açılış galasına katıldığım Laz Enstitüsünün toplantısında sunucu ve konuşmacıların sürekli kendilerinin Türk olmadıklarını, Türkleştirmiş halklardan olduklarını söylemeleri ve bunları ifade ettikleri anda salondan büyük alkış almaları beni şaşırtmıştı. Ne yazık ki orada konuşmacı olan M.Bekaroğlu gibi bazı milletvekilleri, katılımcı kişiler öz be öz Türk olan Lazların başka milletten gösterilmelerine seyirci kaldılar.
Bunu Türkiye’de yaşayan birçok etnik yapıda görürüz. Hala, aslında Türk olan birçok kişi kendisini başka bir etnisiteyle/ırkla tanımlar. Ve bunlara dışarıdan da destekler gelir!
Ülkemizde bugün bu konuda sorun oluşturan en büyük potansiyel Kürtlerdir.
Birçok tarihçi Kürtlerin aslında Türk ırkından olduklarını ileri sürmüş olsa da bugün artık Kürtler ülkenin bir bölgesinde yaşayanların tümünün (başka bir ırk olduğu iddia edilen) Kürtlerden olduklarını kabul etme noktasına gelmişlerdir. O bölgelerde yaşayan Ermeniler, Araplar ve hatta Türkmenler dahi kendilerini başka bir ırk olarak gören Kürtlerden kabul etmekte.
Osmanlıyı bu şekilde parçalayanlar, şimdi de aynı kaderi Kürt denilen kitleler üzerinden Türkiye’ye yaşatmak istemektedirler.
Atatürk, ülkemizde yaşayan herkesin kendini Türk görmesi, Türk kabul etmesi için uğraşsa da geldiğimiz noktada artık Kürtlerin kendilerini Türk görmekten hayli uzakta olduğu bir gerçek.
Buna en önemli etken de son elli yılda hortlatılıp büyütülen terör örgütü PKK’nın varlığı ve silahlı terörü..
Bu sorun sadece Türkiye’ye has bir olgu olmaktan çıkmıştır. Batının uzun yıllardır sürdürdüğü destekle komşu dört devlet içerisinde Kürtlük adına kitleler oluşturulmuş ve bu sayede o ülkelerin parçalatılması hedeflenmiştir.
Artık, bölge ülkelerine Kürt sorunu diye bir sorun dayatılmış, Kürtler, ülkeleri bölmenin aparatı olarak kullanılır hale gelmiştir.
Türkiye, Özal ile ve sonrasında Erdoğan ile (Osmanlı’nın yaptığı gibi ) özgürlük sınırlarını genişleterek sorunu halletmeyi, ayrımcı duyguları yok etmek istemiş, ancak dışarıdan müdahalelerle bunun yolu tıkanmıştır.
Bunun üzerine yine tıpkı Osmanlı gibi devlet “baş kaldıranın başını keseceksin” metoduna başvurmuş, ancak yine dışarısı, içimizden birilerini devreye sokarak buna engel olmak istemektedir. Bu konuda bir hayli yol aldıkları da söylenebilir!.
Çözüm süreci ve bugün gelinen nokta bu gelişmeler çerçevesinde ele alınmalıdır.
Bu konuyu ise bir sonraki yazıda yazacağım..