Nefs Üzerine Düşünceler

İbrahim Halil ER

Nefs, bizim dünyevi yönümüzü temsil etmektedir. Bu anlamda nefs hem insanı tamamlamakta ve hem de insanın bu dünya üzerindeki yürüyüşünü sürdürmesine yardım etmektedir. Nefs bize verilmemiş olsaydı dünya hayatını sürdürecek gücümüz olmazdı. Hayatı devam ettirecek ve nesli sürdürecek kudretimiz olmazdı. Tamamen ruhun egemenliğinde olur, kaybettiğimiz o saadete ağlar ve onu elde etmek için didinirdik. Bu da imtihanı başarsız kılardı. Yani sınav ortamı olmazdı.

Nefs, modern psikoloji mantığıyla bakıldığında libido dediğimiz temel güdülerimizi ve bilinçaltımızı kapsar. Bu güdüler bir anlamda insanın maddi yönünü içine alır. Yeme, içme, cinsellik, şehvet, yaşama arzusu, makam, mevki, hırs, intikam vs… Ama aslında bu eksik bir tanımdır. Çünkü nefs başlıbaşına bir varlık olduğu gibi, kendine ait bir muhakeme ve düşünce biçimine sahiptir. Bu nedenle nefs, bizim dünyevi yönümüzü temsil eder. Dünya hayatının idamesi için gerekli olan bir unsurdur.

İnsan aslında nefs-ruh-akıl ve beden’den oluşan bir varlıktır. Nefsimiz bizim hayvani yönümüzü temsil eder. Bu açıdan bedenle ilişkilidir. Ruh bizim uhrevi yönümüzü temsil eder. Bu açılardan meleki yönümüzdür. Akılla ilişkilidir. İnsan iyi olduğu zaman meleklerden üstün olduğu gibi, kötü olduğu zaman da hayvanlardan daha aşağı olabilir. İnsan bu dört unsurdan mürekkep bir varlıktır.

Nefs, bizden bağımsız bir varlık mıdır, kendi aklı ve düşüncesi var mıdır? Bu hep tartışılmıştır. Ama rivayetler bize nefsin bağımsız bir varlık olduğunu, düşünebilme gücüne sahip olduğunu göstermiştir. Fakat nefsin iradesi yoktur. Biz bu nedenle nefisle baş etmek için irademizi güçlendirmek zorundayız. Bunlar da ibadet ve riyazatla olur. Nefs, biz miyiz? Bizimle birlikte öbür dünyaya yani ahirete gelir mi? Yoksa dünyevi arzu ve güdüleri temsil ettiğinden dünya mı kalır? Bunlar da tartışılmaktadır. İnşallah başka bir yazımızda da bu konuya değiniriz.

Bu nedenle bizden istenen nefsi öldürmek değil, nefsi ıslah etmektir. Çünkü imtihanda başarılı olan nefsini dizginleyen ve ıslah edenlerdir. Nefs, her ne kadar asi, dizginlenemeyen başına buyruk olsa da o, aynı zamanda eğitilebilmektedir. O, sağlam bir binicinin elindeki vahşi at gibidir. Binicinin tecrübeli ve kararlı eline teslim olmaktadır.

Nefs, iyi ile kötüyü birbirinden ayırt edebilme melekesine sahip değildir. Nefsi kötü yapan da aslında budur. Nefs, sadece ister. Bunun iyi veya kötü olduğunu düşünmeden ister. Tıpkı bir çocuğun her hoşuna giden şeyden istemesi gibi ister. Nefs her ne kadar iyi ile kötüyü birbirinden ayırt edemezse de o eğitimle yola gelmektedir. İşte bize düşen de nefsimizi bu şekilde eğitmek ve onu kendi amacımız doğrultusunda kullanmaktır.

Fakat nefis eğitim zordur. Çünkü nefs, içimizdeki baskın duyguları temsil eder. Bu duygular daha çok şiddet, şehvet ve arzu içerir. Bu duygulara karşı elimizde ruhun manevi gücü vardır. O güç ise içimizdeki narin, kırılgan ama derinden gelen kalıcı duygulardır. Bunlar sevgi, aşk, muhabbet’tir. Nefse karşı mücadelede başarılı olmamızın anahtarı da sağlam ve güçlü bir iradeye sahip olmaktır. Bu nedenle yolcu önce iradesini güçlendirmeye çalışır. Bunun yolu da ibadet ve ihlastan geçer.

Nefisle savaş bir iç yolculuktur. Bu iç yolculuk, kişinin kendisini daha yakından tanımasını sağlar. Fakat burada yine nefsin tuzakları ortaya çıkabilir. Birçok insan bu iç yolculuğu insanlardan uzaklaşma, hayattan el etek çekme olarak algılar. Nefis de bizi bu şekilde yanıltabilir. Halbuki bu iç yolculuk hayattan kopma ve dünyadan el etek çekmek yerine bilakis halk içinde hak ile birlikte olmaktır. Yani dünyanın tüm lezzetleri ile birlikte olup bunlardan etkilenmemektir. Belki de servet sahibi olup servetin kendisine sahip olmamasıdır. Uzlet ve dünyadan el etek çekmek geçici bir eğitimin aşamasıdır. Yani ölünceye kadar süren bir eğitim değil, sadece nefse neler yapmaya kadir olduğunu bildirme, nefse asıl patronun kim olduğunu gösterme yoludur. (mesela oruç tutmak istemeyen bir nefse peşpeşe birkaç gün oruç tutarak gücün kimde olduğu gösterilir. Nefs, gücü kabul ederse haftada iki gün pazarlığı yapılır ve nefs bundan sonra nazlanmaz. Çünkü bu iki günü kabul etmezse başına geleceği bilir. Bu nedenle bazı tarikatların ilk aşamalarında kesintisiz oruç tutulur. Nefs böylece terbiye edilir. Aynı şey diğer işler için de geçerlidir. Nefsi ikna etmek için yalvarmak yerine başına gelecekler gösterilerek ikna edilir.)

Nefs, böyle bir reste karşılık direncini kaldırır. Ama bu da aldatmamalıdır yolcuyu. Çünkü nefs hep pusudadır. Bir anlık gaflette harekete geçer. Tam nefsi yendim ve komutama aldım diye düşündüğünde o harekete geçebilir. Hatta bazen geçici geri çekilme yaparak yolcuyu böyle bir zafer rehavetliğine kapılmasını sağlar. Bu da onun mücadele taktiğidir. Yolcu sürekli uyanık olacaktır. Aslında nefs ile olan mücadele ölünceye kadar devam eder. Hiç kimse nefsimi yendim. Artık rahatım diye düşünmemelidir. Şunu bilmelidir ki bunu söyleten de nefsidir. Nefs ile olan mücadele her nefesimizde olmalıdır.

Yolcu şunu bilmelidir ki asıl patron kendisidir. Nefs ne derse desin sonunda asıl karar verecek olan ve bunun sorumluluğunu çekecek olan da kendisidir. Nefsine uyup başı belaya girdiğinde kendisini ilk terk edecek olan da nefsidir. Senin yüzünden bak başımıza ne geldi diye suçlayacaktır. Bu nedenle riyazat, uzlet ve taatla nefse asıl patronun kendisi olduğunu göstermelidir yolcu. İbadetler aynı zamanda bir irade eğitimi olduğu gibi, rahmani güçlerden (Ruh, Melek ve Allah’tan) yardım alınmasıdır. Ayrıca, ibadet, zikir ve tatlarla ruhun etrafındaki kirlerler temizlenerek onun daha çok yardım etmesi sağlanır.

Dünyayı kötüleme (zemmi dünya) kavramını da bu çerçevede düşünmek gerekir. Yani aslında yolcunun hayatında bir lokma bir hırka yoktur. Sadece burada asl olan aza kanaat etmektir. Bu kavramda mecazi bir kavramdır. Fakat insanlar zamanla bu mecazi kavramı gerçek olduğunu düşünmüş ve tasavvuf erbabını bu şekilde nitelemişlerdir. Burada verilmek istenen mesaj da dünyaya sahip olabilirsin ama dünya sana sahip olmamalıdır. Dünyayı kötülemek asıl değildir. Dünyayı kötü ve hakir görmek bir anlamda onun yaratıcısını da eksik görmektir. Burada ki dünyayı kötüleme, yani dünyanın aldatıcı yönüne meyletmemedir. Dünyanın kalbimize girmemesidir. Asıl olanın ahret olduğunu buraların gelip geçici olduğunu düşünmektir. Mal ve mülke sahip olacağız ama yeri geldiğinde Allah yolunda harcamasını bileceğiz. Evladımız olacak yeri geldiğinde cihada göndereceğiz. Yani sahip olan biziz. O bizim sahibimiz değil. Allah ile kul arasındaki en büyük ayıraç bizzat kişinin nefsidir. Nefsimizi yönetip, terbiye edip aradan çıkarırsak Allah’a ulaşma ve rızasını elde etme yolunda engeller kalmadığı gibi, kalbimiz Rabbin nazargahı haline de gelir. Kişinin bütün sevgileri sadece nefsinedir. (Evlat, vatan, eş, mal sevgisi tek bir kişi içindir. O kişi de bizzat kendi nefsidir. Kendi nefsini seven bir kalpte Allah sevgisi tezahür etmez. Çünkü Allah sevgide de şerik kabul etmez. Ayrıca, kendini seven bir kalb bütün sevgilere kapalı olan sahtekardır. –kalp, Arapça’da aynı zamanda sahte anlamına da gelir. Kalpazan kelimesi bu köktendir.- Kendi nefsini aradan çıkardığında ancak Allah sevgisi gerçekleşir.)

Yolcu bilir ki öbür dünyayı elde etmenin yolu bu dünyadan geçmektedir. Dünyayı kötülemek, dünyayı yaratının sanatkarlığına ve ilmine saygısızlıktır. Dünyayı kötülemek, ona kapılmamaktır. Yoksa dünyadan kaçmak değildir. Kaçış, yenilgidir. Zayıflığını kabul etmektir. Dünya içinde olacağız ama dünyaya kapılmayacağız.

TASAVVUF ÇİLE MİDİR?

Tasavvufla ilgili hangi yazıyı veya yorumu okursam, tasavvuf çileli bir yoldur, çile hayatıdır şeklinde bilgilere rastlamaktayım. İşin ilginç yanı aynı sözü hem tasavvufu övmek ve hem de eleştirmek için kullanılmaktadır.

Öncelikle ben bu söze katılmıyorum. Tasavvuf yolu, Kur'an ve sünnet'e göre yaşam yoludur. Neden çile ve ızdırap olsun. Bilakis bu yol, her Müslüman'ın severek ve zorlanmadan gidebileceği bir yoldur. Çile denilen bir şey yoktur.

Çile denilince insanların zihninde Hind Budistlerin Nirvana'ya ulaşmak için nefislerine yaptıkları eziyetler gündeme gelmektedir. Halbuki İslam (tasavvuf) zorlama ve baskıyı kabul etmez. Nefis terbiyesi ilim-amel ve ihlas ile birlikte sürdürülür.

Çile kelimesinin insanların zihnine biraz da halvet'te maksimum kırk gün tefekküre ve ibadete yönelmeden dolayı oluştuğunu düşünüyorum. Çünkü kırk kelimesi farça'da çil (ya da çile) kelimesinin karşılığı olduğundan kırk gün kalmak anlamında kullanıldığından insanların öyle algıladığını düşünüyorum. Kaldı ki halvete sadece meşayihler ve tasavvufta belli bir aşamaya gelenler girerek.

Toparlayacak olursak, tasavvuf çileli bir yol değil zevkli bir yoldur. Namaz kılmak, Kur'an okumak ve Allah'ı anmak neden çileli, zor ve istenmeyen olsun ki. Zaten Müslümanın yapması gereken ameller değil midir?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.