İnsanlık tarihte çeşitli salgın hastalıklarla karşılaşmış, bunlara karşı büyük mücadeleler vermiştir. Pek çoğu savaşlardan ve silahlardan daha ölümcül olan bu salgınlar, sadece birer hastalık olarak kalmamış, kimisi tarihin akışını değiştirirken, kimisi de büyük siyasi, içtimai, iktisadi ve tıbbi değişimleri tetiklemiştir. Kadim Amerikan dinlerinin yok oluşu ile Hıristiyanlığın ve Kilisenin dönüşümü bile bu salgınlarla yakından ilgilidir.
Önce kadim tarihe bakalım:
Eğer o malum veba salgını engel olmasaydı, bir Fenike kolonisi olan Kartacalılar Siraküza’yı M.Ö. 396 yılında işgal edecekler, Akdeniz'e hakim olacaklardı. Onların etkisiyle bugün karşımızda belki de bambaşka bir Avrupa bulacaktık. Eğer İspanyollar çiçek virüsünü Amerika'ya taşımasalardı, yerlilerin mağlubiyeti bu kadar çabuk gerçekleşmeyecek, bugün muhtemelen çok farklı bir Amerika kıtası ile ilişkilerimizi yürütecektik. Eğer keşfinden sonra Amerika yerlileri eski dünyanın salgın hastalıkları sonucunda kitlesel ölümlere maruz kalmasaydı, tarım arazilerini ormanlar basmayacak, iklim değişmeyecek, Aztek, İnka ve Maya gibi yerli medeniyetler küçülse bile varlığını devam ettirecekti. Eğer bu medeniyetler her şeyi dinlerinden beklemeseler, dinlerini başarısızlıklarını fatura edebilecekleri bir mekanizmaya dönüştürmeseler ve çaresizliklerine dinden bahaneler uydurmasalardı, o denli bir yok oluşla karşılaşmayacaklardı.
Sonra Avrupa’ya ve yakın tarihe bakalım:
Eğer 14. yüzyıl vebası olmasaydı, işgücü sıkıntısı doğmaz, feodal sistem parçalanmaz, Batı Avrupa iktisaden bu kadar hızlı yükselmezdi. Keza bu kara veba salgını zuhur etmeseydi, Hıristiyanlık, Kilise ve onun çağırdığı Tanrı anlayışı sorgulanmaz, Rönesans ve reform hareketleri başlamazdı. Eğer sarıhumma olmasaydı, Fransızlar Haiti isyanını bastırır, mağlup olmaz, Amerika’daki hakimiyetini sürdürür, Türkiye’nin en az iki katı büyüklüğündeki arazisini yeni filizlenen genç devlete kaptırmaz, Amerikan Yüzyılının yolunu açmazdı. 19. Yüzyılın hemen başındaki o meşum sığır vebası olmasaydı, Afrika kıtasındaki sığırların kahir ekseriyeti telef olmaz, siyah adam çaresiz kalmaz, önce Avrupa’nın hakimiyetini, sonra da topluluklar halinde köleleşmeyi kabul etmez, Avrupai medeniyetin yükselmesine hizmet etmezdi. Eğer kolera salgını askerimizi perişan etmeseydi, belki de Balkanlardan bu kadar çok toprağı bırakarak çekilmezdik.
Salgın hastalıkların etkilerine daha yakından bakalım:
Humma (tifüs), çiçek, veba, kolera, grip, aids, ebola… Bu liste böyle uzayıp gider, modern zamanlara yaklaşıldıkça da içindeki isimler yenilenir ve çeşitlenir. İnsanlığın maruz kaldığı bu salgınlar son derece tehlikeli, öldürücü ve yıkıcı olmuştur. Salgınların doğurduğu sonuçların en dramatik ve duygusal tarafı kuşkusuz budur. Fakat iş yalnızca bundan ibaret değildir. Zaman zaman bu salgınlar insanlık için büyük önem taşıyan gelişmelere de yol açmıştır. Eğer böylesi krizler olmasaydı, insanlık çıkış kapısı aramaz, tıp gelişmez, aşı, antibiyotik gibi ilaçlar geliştirilmezdi. Keza dini ve ahlaki yorumlar revize edilmez, hemen her şey monotonlaşır, siyasi, iktisadi ve toplumsal düzenler yenilenmezdi.
Biz insanlık tarihini etkileyen salgın hastalıklara bugünden geriye doğru yönelttiğimiz bir projeksiyonla baktığımız zaman şunları da görüyoruz: Hangi toplum bu salgınlar karşısında çaresiz kalmış veya teslimiyetçi bir tutum sergilemişse ya iyice silikleşmiş ya da tarih sahnesinden tamamen çekilmiştir. Hangi toplum da bunları ciddi birer kriz olarak görmüş, isabetle analiz etmiş, onlara karşı çözümler geliştirebilmiş, insanlığa ihtiyaç duyduğu ilaçları sunabilmiş, krizi doğru yönetmiş, krizin doğuracağı sonuçları basiretle görebilmiş ve gerekli stratejik adımları bilgece atabilmişse, kısa zaman içerisinde büyük avantajlar sağlamış, Dünya’nın en ileri toplumları arasında yerini almıştır. O toplumun devleti de cihana ve tarihe yön vermede başat roller oynamıştır. Tarihe bakılacak olursa salgın hastalıklarla başa çıkmayı başaran ülkelerin, krizin hemen akabinde tıp ve eczacılıkta, siyaset ve iktisatta, sanayi ve teknolojide hızla ilerledikleri görülecektir. Çünkü öngörü ile buluşan zaruret ve ihtiyaç büyük ilmi gelişmelerin, buluşların ve inkişafların yolunu açar.
Şimdi insanlık korona denen bir virüse karşı mücadele veriyor. Virüs büyük-küçük, fakir-zengin, amir-memur, beyaz-siyah ayırımı yapmadan her insanı vurma kapasitesine sahip. Ayrıca yavaş da olsa evrimleşerek şekil değiştiriyor. Ne zamana kadar etkisini devam ettireceği belli değil. Günümüzde tıp ilmi oldukça geliştiği için bu tür virüslerden eski virüsler kadar ölümcül etki beklenmiyor elbette. Fakat bu virüs basite alınacak türden bir virüse de benzemiyor. Tıbbi, siyasal, ekonomik, toplumsal ve eğitimsel pek çok gelişmenin fitilini ateşleyecek gibi.
Tıbbi ve iktisadi etkileri:
İnsanlığın artık yeni tıbbi bilgilere, yeni tıp teknolojilerine ve ilaç sanayilerine ihtiyaç duyduğu kesin. Dünya hızla globalleşirken kapitalizmin ve borsa ekonomisinin bunu kaldıramayacağı, şimdikilerden çok daha büyük yeni devasa uluslararası şirketlere ihtiyaç duyulacağı, bu krizde zayıflayan şirketlerin belli çevrelerce satın alınarak bu ihtiyacın karşılanacağı ayan-beyandır. Belki de insanlık yeni ekonomik modeller geliştirmeye yönelecektir. Mal para ile başlayıp kâğıt para ile yoluna devam eden paranın sanal para türlerine doğru evrilmesi hızlanacaktır. Ayrıca iyice artan dünya nüfusunu geçindirebilmek için banka-borsa ekonomisinin yavaş yavaş terkedileceğini, reel alanlara yatırımın artacağını, ar-ge faaliyetlerinin şimdiye kadar hiç olmadığı biçimde destekleneceğini, ziraat ve tarımın yeniden büyük önem kazanacağını, yeni meslek türlerinin ortaya çıkacağını, tıp ilminin ve teknolojilerinin stratejik öneme kavuşacağını anlamak için uzman olmaya gerek yok.
Kişisel, toplumsal ve siyasal etkileri:
Savaştığımız salgının toplumsal sonuçları ise biraz acı olacağa benziyor. Hastalığın bulaşıcı olması gösterdi ki, artık kişiler ve toplumlar arası ilişkiler artık daha dikkatli ve daha serin seyredecek, kuşkular artacak, ilişkiler ciddileşecek, resmileşecek, mahrem alanlarına riayet öncelik kazanacak; birey olma ve önce kendini düşünme davranışları daha belirginleşecek. Toplumsal yapılanmalarda da önemli değişikliklere şahit olabileceğiz. Mesela, bireylerin ferdi hürriyetlerine dayanarak yasakları uygulamamaları, devletleri totaliter bir yapıya doğru itebilir. Neticede o bireylerin oylarıyla iktidara gelen siyasiler seçme ve seçilme ehliyetini tartışmaya açabilirler. Önümüzdeki yıllarda krizler karşısında hızlı hareket edilebilmesi ve etkili sonuçlar alınabilmesi için devlet nizamında köklü değişiklikler yapılması siyaset bilimciler ve siyasiler tarafından gündeme getirilebilir veya daha başka çözüm önerileri getirilebilir. Böylesi krizlerle başa çıkma beceri ve imkanından mahrum olan devletler ise yakın veya uzak gelecekte yerlerini yakınlarındaki daha güçlü devletlere bırakabilir. Dünyaya yük olan böylesi devletlere hayat hakkı verilmemeli nitekim!
Dini yorumlar üzerindeki etkileri:
Kriz dönemlerinin dini yorumlar üzerindeki etkisi öteden beri bilinen bir gerçektir. Rönesans ve reform dönemlerinde olduğu gibi, yeni dönemde dinler daha önceye nazaran daha fazla sorgulanabilir. Özellikle dinlerin Tanrı tasavvurlarının, kader anlayışlarının, teodise çözümlerinin, aşırı lafızcı metotlarının ve toplumsal düzenle ilgili öğretilerinin bu sorgulamadan en büyük nasibi alacağı kesin gibidir. Şayet Papa ve papazlar Avrupa’nın ihtişamlı şehirlerinin sokaklarında korona virüsüne karşı birkaç kere daha dua silahını kullanırlarsa Hıristiyanlığın yeni bir sorgulanma ve reform sürecine girmesi kaçınılmaz hale gelir. Yeni dönemin yeni insanına ikna edici ve makul yorumlar geliştiren dinler manevi alanı şekillendirecektir. Bu noktada oldukça güçlü bir temele sahip olan İslam’ın diğer dinler karşısında çok avantajlı olacağı, şayet kör inada dayanan önyargılı tavırları aşabilirse doğuş dönemlerinde olduğu gibi tekrar hızlı bir biçimde yayılma sürecine gireceği kuşkusuzdur.
Önümüzdeki süreçlerde İslam’ın yayılışını önlemek için özellikle Batı merkezli birtakım faaliyetlere şahit olacağız. Mesela İslam karşıtlığı tırmandırılacak, İslam’ı şiddet ve terör üreten bir din gibi gösteren örgütler beslenecek, Müslümanların çağın gerisinde kalan kişiler olarak tanınmasına hizmet eden yapılanmalar desteklenecek, incir çekirdeğini doldurmayan meseleler büyütülerek ihtilaflar körüklenecek, bunlar bahane edilerek Müslümanların birbirini sapıklıkla veya kâfirlikle suçlamaları sağlanacak, Müslüman topluluklar birbirine düşürülecek, başta din eğitimi veren nizami müesseseler itibarsızlaştırılacak, merdiven altı din eğitimine her türlü destek sağlanacak, İslam kurgusunun eski zamanların şartlarına göre verilen fetvalar üzerinden devamı için her yola başvurulacak, İslam yorumunun çağdaş ihtiyaçları karşılayacak biçimde güncellenmesi engellenmeye çalışılacak, velhasıl İslam aleminin iç meselelerle oyalanması ve İslam’ın Dünyaya tekrar hakim olmaması için her yol denenecektir.
Ancak bazen iyi niyetli birtakım dahili uygulamalar da İslam anlayışının sorgulanmasını tetikleyebilir. Mesela, eğer bir yandan minarelerden dua sesleri yükselirken öbür yandan virüs hızla yayılmaya devam ederse, Hıristiyanlığa benzer bir sorgulama sürecini İslam da yaşayabilir. İslam’da dua elbette önemlidir. Fakat kavli dua herkesin özelidir; samimi olması, huşu içerisinde ve bağırıp çağırmadan yapılması onun adabının gereğidir. Aslolan ise ameli duadır, yani işin gereğini bizzat yapmaktır; kavli dua onun yalnızca yardımcı bir unsurudur. Asıl olan varken özel olanın öne çıkarılması, bir eserin reel tarafı varken düşsel tarafına sarılmak gibi bir şeydir. Hem bu ters tepme riski de taşır. Çünkü mücadele ettiğimiz salgının nasıl sonuçlanacağı belli değildir. Halbuki yeni nesil kaderci ve teslimiyetçi söylemlere itibar etmez; sorgulayıcıdır, mantık arar, sonuca bakar, söylemlerle sonuçları analiz eder ve karşılaştırır, sonra da kararını verir. Bu durum ülkemizde virüs vesilesiyle ezanın önüne ve sonuna yapılan ekler hususunda yeniden düşünmemizi zorunlu kılıyor. Hem Hz. Peygamber zamanında da pek çok bela ve musibetle karşılaşılmış, fakat onun aklına ezanın önüne veya arkasına herhangi ek yapma gibi bir düşünce gelmemiştir. İslam tarihinde de ezanın “Allahu ekber” ile başlayıp “Lâ ilahe illallah” ile biten orijinal halini bozacak herhangi bir uygulamaya şahit olunmamıştır.
İnternet, eğitim ve devlet yapısı üzerindeki etkileri:
Yaşadığımız süreç gösteriyor ki, önümüzdeki süreçlerde internetin, internet ağlarının ve sosyal paylaşım sitelerinin önemi olabildiğince artacak, resmi toplantılar için sosyal paylaşım teknolojileri kullanılacak, eğitim-öğretim büyük oranda internet üzerinden yapılacak, web tabanlı ve uzaktan eğitim geleneksel yüz yüze eğitimi katbekat aşacak, bu kadar büyük bilgi akışını sağlayacak bilişim teknolojileri çok fazla önem kazanacaktır. Keza üniversiteler ve diğer eğitim kurumları başta olmak üzere devletin bütün kurumlarında hızlı bir dijitalleşme dönemi başlayacak, kurumlar topluma yük olan hantal yapılarından kurtulacak, küçük, fakat mobil ve işlevsel yapılara dönüşecektir. Çalışanların işyerine gelmesinden ziyade iş yapması önem kazanacaktır. Bu bağlamda söylenmesi gereken diğer bir husus da bu kadar çok işin yapılacağı sanal alemde düzeni sağlamak ve insanların haklarını korumak üzere iyi bir internet hukukuna duyulacak olan ihtiyaçtır.
Küresel savaşlar üzerindeki etkisi:
Buraya kadar söz konusu ettiğimiz değişim ve dönüşümlerin sancısız gerçekleşeceğini zannetmek safdillikten başka bir anlam ifade etmez. Küresel krizler çoğu zaman küresel savaşları beraberinde getirmiştir. Korona sonrası dönemde askeri güç ve askeri teknolojiler en az iktisadi güç kadar önemli olacaktır. Küresel oyunun kurallarını koymak büyük oranda siyasi güçlerin işi olsa da yenidünya düzenini uygulamada ve sürdürmede en büyük pay askeri güçlerin olacaktır.
Krizi fırsata çevirmenin yolu:
Önümüzdeki zamanlarda insanlık daha nice gelişim, değişim ve dönüşümle karşılaşacaktır. Görünen o ki, bu süreçler baş döndürücü bir hızla yaşanacaktır. Bu arada devletlerin yeni yaşam alanları keşfetmek üzere ve diğer maksatlarla uzay yarışlarını hızlanacaklarına değinmedim bile.
Tahminimiz odur ki, yukarıda belirttiğim veya belirtmediğim pek çok hususta Dünyada zaten var olan rekabet önümüzdeki dönemlerde daha da kızışacak, izlenecek stratejiler, üretilecek fikirler, iyileştirilecek sistemler, geliştirilecek teknolojiler, kurulacak ağlar, ikna edebilecek dini düşünceler, ışık olabilecek yöntemler ve uygulanabilir taktikler insanlığın geleceğini belirlemede etkin roller oynayacaktır. Bu işin şakası yok. İhtiyar Dünya yeni bir tarihi dönüşüme şahitlik ediyor. Korona virüsü sadece bir virüs değil, aynı zamanda çağdaş bir dönüm noktasının işaret fişeğidir. Onun tetikleyeceği süreçleri doğru okuyanlar krizi fırsata çevirebilirler.
Biz ne yapmalıyız?
Anlatmaya çalıştıklarımızı toparlayacak olursak şunları söyleyebiliriz: Hangi millet yeni şartları doğru okuyabilir, kendini yenileyebilir, yenidünyanın hızına ayak uydurabilir ve uluslararası arenada iyi rekabet edebilirse varlığını koruyacak, medeniyet yarışında en önlerde yer alacak, belki de tarihe damgasını vuracaktır. Fakat hangi millet de bu gidişe ve hıza ayak uyduramazsa ya yok olacak ya iyice silikleşecek ya köleleşecek ya da yok olacaktır. Zira küreselleşmenin hızlı adımlarla ilerlediği, karmaşanın önlenmesi için Dünyanın yalnızca birkaç devlet tarafından yönetilmesi gerektiğinin küresel siyasetin gerisindeki bazı aktörlerce hissettirildiği günümüzde zayıf kalan milletler en iyi ihtimalle 1800’lü yılların Afrikalı adamı gibi köleliği ismen olmasa bile fiilen kabul etmek zorunda kalacak.
Dünyaya yön verenler artık yeni bir teknolojiden bahsediyor. Yeni tip teknoloji için yeni tip insan gerekecek. Buna 5. nesil teknoloji ve 6. nesil insan diyebilirsiniz. İyice yaşlanması sebebiyle Avrupa nüfusu bunu gerçekleştirme imkanından uzak görünüyor. Hem korona virüsü Avrupa devletlerinin karizmasını fena çizdi. Karizması çizilenlere Çin’i de rahatlıkla dahil edebiliriz. Bu ülkelerin toparlanması zaman alacak. Petrol fiyatları bir yıl daha bu düzeylerde kalırsa Rus ekonomisi de hızla çöküşe geçecek. ABD’nin durumunun ne olacağını kestirmek ise zor. Görünen o ki, küresel sistemde zaten var olan boşluk gitgide büyüyecektir. Akılcı, stratejik ve hızlı hareket eden milletler bu boşluğu dolduracak ve büyük avantajlar sağlayacaktır.
Biz hiç vakit kaybetmeden ufak-tefek çekişmeleri ve küçük düşünceleri bir tarafa bırakarak büyük düşünmeli, yeni şartları okuyabilecek kişilerden kurullar oluşturmalı, ortak akla kulak vermeli, sonra gerekli adımları süratle atmalı, insanlarımızı bilinçlendirmeli, kurumlarımızı yenilemeli, eğitim-öğretimimizi düzene kavuşturmalı, web tabanlı eğitimi ciddi bir standarda kavuşturmalı, ekonomimizi güçlendirmeli, işadamlarımıza heyecan vermeli, uluslar üstü şirketler kurmalı, ar-ge faaliyetlerine daha fazla önem vermeli, sanayi ve teknolojide devrim yapmalı, özellikle tıp, bilgisayar, internet, harp ve uzay teknolojilerinde öne çıkmalı, potansiyel gördüğümüz herkesle işbirliği yapmalı, velhasıl kendimizi yenidünyanın acımasız şartlarına hazır hale getirmeli, çevremize, Türki ülkelere, İslam dünyasına ve bize bakarak ümitlenen dünya milletlerine örnek olmalı, mümkünse öncülük etmeliyiz. Elimizi çok çabuk tutmalıyız. Aksi halde hem kendi ümidimizi hem de bize güvenenlerin ümidini söndürmüş oluruz ve “Türk milletini tarih oyununun dışına nasıl atabiliriz?” diye dört gözle bekleyen global avcılara av olmaktan kurtulamayız. Tarihi düşü büyük olanlar yazar, unutmayalım.