İslam ekonomisine dair muhatap olduğumuz diğer bir sorun; İslam iktisadının henüz sistematik bir uygulamasının olmamasıdır. Bir başka deyişle islam ekonomisini bütün kurum-kural ve felsefesiyle kabul etmiş bir devlet yoktur henüz… Son yıllarda Pakistan, Malezya, S. Arabistan, İran gibi bazı ülkelerin ekonomiyi İslami ilkelere dayalı hale getirmek amacıyla bazı girişimleri olmuşsa da bunun başarılabildikleri söylenemez. Halen pek çok ülkede sektörde % 10’unun altında bir oranla temsil edilen katılım bankaları başta olmak üzere İslam ekonomisi enstrümanları, bir alternatif olmaktan ziyade hâkim iktisadi anlayışın bir parçası görünümündedir ayrıca...
Böyle bir problemin en temel nedenlerinden birisi de mevzubahis ülkelerde (aslında islam ülkesi olarak nitelendirilen bu devlet yapılanmalarının neredeyse tamamında); siyasi, iktisadi ve askeri açıdan büyük ölçüde dışa bağımlı olma gibi hayati bir sorun vardır. Halkının çoğunluğunun müslüman olduğu bu ülkelerde yaşanan “rejim” sorunları ve devlet-vatandaş ilişkilerinin çoğu zaman güvensizlik üzerine inşa edilmiş olması gibi nedenlerle İslam iktisadının verimli bir şekilde gelişeceği pratik bir zeminin varlığından söz etmek ne yazık ki mümkün değildir.
Sektöre Türkiye açısından baktığımızda da durum pek iç açıcı gözükmemektedir. Zira katılım bankaları sektörde halen % 5-6 gibi bir oranı temsil etmektedir. İlk zamanlarda sadece belli başlı büyük şehirlerde mevcut olan ve faaliyetlerini muhabir bankalar vasıtasıyla yürüten katılım bankalarının; son yıllarda nisbi olarak güçlendiği söylenebilir. Halka arzlar, birleşmeler, yabancı ortaklıklar, yasal altyapı sorununun giderilmiş olması, nisbi siyasi istikrar ortamının varlığı, 28 Şubat sürecinde tavan yapan üvey evlat muamelesinin sona ermesi gibi nedenlerle nicel ve suni sorunların aşıldığı söylenebilir. Şubeleşme konusundaki sorunlar da aşılmıştır. Müşteriye ulaşamama durumu daha çok kendilerini topluma anlatma noktasındaki eksikliklere dairdir.
Tabi en önemli sorunlardan birisi de insan profiline dairdir. Bu sorun hem çalışanlar hem de müşterilere dairdir. Gözlemler, çalışanların çok büyük bir kısmının faizsiz bankacılığın felsefesini içselleştiremediği yönündedir. Ancak bu sorunun kısa vadede olmasa da orta vadede altyapısı oluşturulan eğitim kurumları vasıtasıyla aşılabileceği düşünülebilir. Kamu kurumu niteliğindeki konvansiyonel bankaların bu alanda şubeleşmesi de tabanda kabul görme potansiyelini artıracağı düşünülebilir.
Müşterilere ilişkin temel sorun ise daha uzun vadede aşılabileceğe benziyor. Zira bir çok müşteri hala kar payı ile faiz arasındaki farkı dahi bilememektedir. Teorik de olsa ‘zarara’ razı olabilecek müşteri sayısı yok denecek kadar azdır. Bu yüzden katılım bankalarının personel ve müşteri düzeyinde konu ile ilgili sistematik bilinçlendirme eğitimine ihtiyacı olduğu tesbitlerimiz arasındadır.