Türk Kardiyoloji Derneği (TKD)’nin 31. Uluslararası Katılımlı Türk Kardiyoloji Kongresi ulusal ve uluslararası düzeyde önde gelen akademisyenlerin katılımıyla 22-25 Ekim’de Antalya’da gerçekleşiyor.
Kongre ile ilgili düzenlenen basın toplantısına,Türk Kardiyoloji Derneği (TKD) Başkanı Prof. Dr. Lale Tokgözoğlu ve Dernek Yönetim Kurulu Üyeleri katıldı.
Toplantıda, "40'ı aşkın yabancı ve 350 Türk konuşmacının sunum yaptığı kongrede 3000'e yakın katılımcı kalp ve damar hastalıklarıyla ilgili bilgi alış verişinde bulunuyor." diyen Prof. Dr. Tokgözoğlu, “Kalp-damar hastalıkları çağımızın salgınıdır ve gerek ülkemizde gerek dünyada erişkinlerde bir numaralı ölüm nedenidir. Türkiye İstatistik Kurumu verileri ise Türkiye'de kalp ve damar hastalıklarına bağlı ölümlerin, 2013'te yüzde 39,6 iken, geçen yıl yüzde 40,4'e yükseldiğini ortaya koyuyor. Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü 2025'e kadar tüm dünyada kalp hastalıklarından erken ölümlerin yüzde 25 azaltılmasını hedefliyor. Bu yaklaşım, Türk Kardiyoloji Derneği'nin (TKD) aktif katılımıyla hazırlanıp geçen yıl Temmuz ayında Türkiye Halk Sağlığı Kurumu'nca yayınlanan Türkiye Kalp ve Damar Hastalıkları Önleme ve Kontrol Programı, 2015-2020 Eylem Planının da temelini oluşturuyor. Eylem planına göre, büyük ölçüde insanların sağlıksız yaşam tarzını seçmelerinden kaynaklanan kalp ve damar hastalıklarını önleyebilmek için, bilinçlendirme çalışmalarına öncelik verilmesi gerekiyor” dedi.
Ameliyatsız kalp kapak değişimi hayal değil gerçek
Prof. Dr. Tokgözoğlu, “Bozulmuş ya da yeteri kadar görev yapamayan kalp kapaklarının değişiminde yaklaşık 50 yıldır açık kalp cerrahisi kullanılıyor. Açık kalp ameliyatının risklerinden dolayı uzun zamandır anjiyo benzeri yöntemlerle kalp kapaklarını değiştirmek için araştırmalar yapılıyor. Dünyada ilk kez anjiyo yöntemine benzer şekilde kasık damarından girilerek, aort kapağının değiştirilmesi transkateter aort kapak yerleştirilmesi (TAVİ), 2002 yılında gerçekleşti. Bu uygulamanın 2007 yılında klinik uygulamada yaygınlaşmasıyla birlikte uygulama sayısı tüm dünyada katlanarak artmaya başladı. Ancak ülkemizde 2009 yılında başlayan TAVİ uygulamasında sayılar hızla artmasına rağmen 2014 yılında yaklaşık 950 TAVİ işlemi yapılabilmiştir. Başlangıçta TAVİ işlemi sadece açık kalp cerrahisi yapılamayan ya da ancak çok yüksek riskle ameliyata alınabilecek aort darlığı hastalarına uygulanmıştır. Elde edilen başarı üzerine, ameliyat riski daha düşük (orta riskli hasta grubu) hastalara da tüm dünyada TAVİ işlemi yapılmaya başlanmıştır. Dolayısıyla TAVİ, cerrahi olarak aort kapağı değişimine oldukça iyi bir alternatif olmaya başlamıştır. Ancak bu yöntem yalnızca bu konuda uzmanlaşmış merkezlerde yapılmalıdır.” şeklinde konuştu.
Eriyen stentler, ilaçlı stentlerin yerini alabilir
“Yakın gelecekte eriyen stentler, ilaçlı stentlerin yerini alabilir.” diyen Prof. Dr. Tokgözoğlu, “Kalp damarlarının tıkanıklığı ülkemizde ve dünyada en sık görülen ölüm nedenidir. Damar tıkanıklıklarının tedavisinde çeşitli ilaçların yanında, damardaki daralmış bölgenin stentle açılması ya da by-pass tedavisi yapılmaktadır. Kalbi besleyen damarların ilk kez stentle tedavi edildiği 1986 yılından bu yana, stent teknolojisinde çok önemli değişiklikler oldu. Öncelikle metal stentlerin konulduğu bölgede, hastaların yüzde 20-30’unda tekrar daralmalar görüldü. Ardından bu metal stentlere birtakım ilaçlar yüklenerek ilaçlı stentler elde edildi. Bu stentlerin uygulanmaya girmesiyle tekrar daralma görülen hasta oranı yüzde 5 gibi oldukça iyi bir orana düşürüldü. Gelişmiş ülkelerde girişim gereken kalp damar hastalarının yaklaşık yüzde 85’ine stent tedavisi, yüzde 15’ine ise by-pass ameliyatı uygulanır hale geldi. İlk uygulanan metal stentlerde ve ilaç kaplı stentlerde, stent kalp damarına bir kez takıldıktan sonra, tekrar çıkarılması mümkün değildi. Bunun üzerine son yıllarda klinik uygulamaya giren ve bir çeşit yağ asidinden üretilen eriyen stentler keşfedildi. Bu stentler damara yerleştirildikten sonraki 6. ayda erimeye başlayıp, 2 yıl içerisinde ise tamamen eriyip kaybolmaktadır. Yapılan karşılaştırmalı çalışmalarda eriyen stentlerin, ilaçlı metal stentler kadar etkili ve güvenli olduğu görülse de, eriyen stentler hala metal stentlere göre daha kalındır. Bu nedenle hem damarın her bölgesine takılması zor, hem de damarlardaki çatallanma bölgelerinde kullanımları da sınırlıdır ancak bu teknolojinin geliştirilmesi için yürütülen çalışmalar giderek artmaktadır. Belki yakın gelecekte eriyen stentler, ilaçlı stentlerin yerini alabilir.” ifadelerini kullandı.
Kalp pillerinde yeni teknoloji: Lead’siz kalıcı kalp pilleri
Prof. Dr. Tokgözoğlu konuşmasına devamla,, “Kalıcı kalp pili takılan hastaların takiplerinde leadlerde enfeksiyon, kırık, fonksiyon bozukluğu gibi ciddi sorunlarla karşılaşılabiliyor. Tedavide bu leadlerin çıkarılması gerekiyor. Ancak leadlerin takılması süresi uzadıkça, çıkarılmaları da bir o kadar zor ve yüksek riskli bir işlem haline geliyor. Son yıllarda bu sorunlarla başa çıkabilmek için lead’siz kalıcı kalp pilleri üretilmiştir. Lead’siz kalıcı kalp pillerinde lead bir kablo yardımı ile kalbin içine yerleştirilir. Lead ve jeneratör arasındaki iletimde ultrason aracılığıyla enerji transfer modeli kullanılır. Lead’siz kalıcı kalp pilleri sayesinde leadlere bağlı gelişebilecek sorunlar (enfeksiyon, kırık, toplar damar tıkanması gibi) ile karşılaşmıyoruz. Günümüzdeki teknolojiyle sadece tek odacıklı lead’siz kalp pili koymak mümkündür ve çift ve üç odacıklı lead’siz kalp pilleri ile ilgili yeni teknolojilere gereksinim devam etmektedir.” dedi.
Kalp damar hastalıklarının tedavisinde yeni gelişmeler
Kalp damar hastalıklarının tedavisinde yeni gelişmeler hakkında bilgi veren Prof. Dr. Tokgözoğlu, “Bugüne dek kalp yetersizliği için kullanılan ilaçlar, esas mekanizma olarak su-tuz tutulumun dengesini etkilemekte, vücudun nörohormonal düzeylerini düzeltmektedir. Son yapılan araştırmalarla kalp yetmezliği tedavisinde kullanılan Neprilysin adlı ajanın, renin anjiyotensin sistemi blokerleri ile kombinasyonun kalp yetersizliğine bağlı ölümleri ve kalp yetersizliği nedeniyle olan hastaneye yatışları önlediği gösterilmiştir. Bunun yanı sıra bir gelişme de kolesterol düşürücü ilaçlardadır. 15-30 günde bir enjeksiyon halinde kullanılan yeni grup ilaçlar, statinlerden çok güçlü olup LDL kolesterol düzeylerini yüzde 60 oranında düşürmektedir. Bu da kolesterolü statinle yeterince düşürülemeyen yüksek riskli hastalar için bir umut ışığıdır. Yeni kan sulandırıcıların da eskiden kullandığımız Varfarin grubu ilaçlara önemli üstünlüğü gösterilmiştir.” şeklinde konuştu.
Türkiye halkı daha genç yaşta kalp krizi geçiriyor
Kalp-damar hastalıklarından kaynaklanan ölüm oranlarına da değinen Prof. Dr. Tokgözoğlu, “Avrupa'da ortalama 60-65 arası olarak kaydedilen kalp krizi yaşı, Türkiye'de tam 10 yaş daha erken bir ortalamada seyretmektedir. Aile içi evliliklerin fazla olduğu bölgelerde bu hastalık daha sık görülmektedir. Kalp krizi geçirdikleri sırada 45 yaşın altında olan kişiler özel bir hasta grubunu oluşturmaktadır. Bu kişilerin oranı genel kalp krizi olguları arasında fazla olmamakla birlikte, gerek enfarktüse bağlı hasarın daha fazla olması, gerekse hasta ve ailesi üzerindeki psikolojik ve ekonomik etkileri nedeni ile önemli bir sorundur. Genç yaşta oluşan ateroskleroz, çoğunlukla ileri yaşlardakine benzer nedenlerle ilişkilidir. Ancak bu olgularda atlanmaması gereken önemli bir neden ailevi kolesterol yüksekliğidir. Ailevi kolesterol yüksekliğinin toplumdaki genel sıklığı tam olarak bilinmese de, tanı ölçütleri giderek netlik kazanmış ve genetik testleri yaygınlaşmıştır. Yakın zamana kadar tedavi olanakları sınırlı kalan ailevi kolesterol yüksekliğine karşı günümüzde birçok tedavi yöntemi geliştirilmekte ve umut veren sonuçlar elde edilmektedir. Ailevi hiperkolesterolemi, Türkiye gibi akraba evliliklerinin yaygın olarak gerçekleştiği ülkelerde ve farklı kapalı toplumlarda görülme oranı oldukça yüksek. Türkiye'de yaygın bir sağlık sorunu olan ailevi hiperkolesteroleminin neden olduğu krizlerinin yüzde 20’si 50 yaş öncesi gerçekleşirken, Avrupa'da erken kalp krizinin oranı yüzde 10’u geçmiyor.” dedi.
Sigara ve hareketsizlik en önemli risk faktörleri
“Ülkemizde kalp damar hastalıklarının diğer Avrupa ülkelerine kıyasla daha fazla olması; sigara ve tütün ürünleri tüketiminin hala yüksek olmasına, giderek artan kilo alımına, hareketsizliğe ve sağlıksız beslenmeye bağlanabilir.” diyen Prof. Dr. Tokgözoğlu, “Diyabetin görülme oranı da özellikle kadınlarda hızla artmaktadır. Bu salgını kontrol altına almak için Birleşmiş Milletler’de 2011 yılında yapılan bir toplantıda 25’e 25 diye adlandırılan bir proje kabul edilmiş ve bütün ülkeler tarafından imzalanmıştır. Bu projede amaç 2025 yılına dek kalp damar hastalıklarından ölümleri yüzde 25 azaltmak olarak belirlendi. Projeye imza atan ülkelerde bunu sağlayacak sağlık politikaları geliştirilerek uygulanacak ve bu kapsamda tuz, sigara ve hareketsizliği azaltma, şişmanlık ve şeker hastalığındaki artışı önleme, temel ilaç ve tedavilerin kapsamını arttırma gibi hedeflere yönelik çalışmalar yapılacaktır.” ifadelerini kullandı.
Kalp-damar hastalıklarını önlemek için 6 önlem:
Prof. Dr. Tokgözoğlu Kalp-damar hastalıklarını önlemek için alınabilecek ölnlemleri şu şekilde sıraladı:
-Hareketsiz yaşam tarzını yüzde 10 azaltmak
-Aşırı alkol alımını yüzde 10 azaltmak
-Tuz tüketimini yüzde 30 azaltmak
-Sigara içiciliğini yüzde 30 azaltmak
-Yüksek tansiyonu yüzde 25 azaltmak
-Diyabet ve şişmanlıktaki artışı durdurmak
Son olarak kalp ritim bozukluğu hastalarının korkulu rüyası olan ‘inme’ hakkında da bilgi veren Prof. Dr. Tokgözoğlu,
“Kalbin ritim bozuklukları hastaların korkulu rüyası olan ‘inme’ye de neden olabilir. Bugünkü bilgilerimize göre kalp damar hastalıklarına yol açan nedenlerin çoğu önlenebilirdir. Kalıtsal eğilimlerle kalp damar hastalığı olanlarda bile hastalığı geciktirmek mümkündür. Kalbe ve beyine giden damarların yapısını bozup, daralıp tıkanmasına yol açan risk faktörlerinin başlıcaları sigara tüketimi, kan basıncının yüksek seyretmesi yani hipertansiyon, şeker hastalığı, kan yağlarından özellikle LDL kolesterol (yani kötü kolesterolün) yüksek olması, özellikle karın bölgesinde kilo fazlalığı, sağlıksız beslenme alışkanlıkları ve hareketsiz yaşamdır.
Kalp hastalıkları ve inme sebepli erken ölümlerin büyük çoğunluğu, sağlıklı beslenme, düzenli fiziksel aktivite, tütün dumanından kaçınma ve mevcut risklerin tedavisi yoluyla önlenebilmektedir. Bireyler kendi kalp ve damar hastalığı risklerini düzenli fiziksel aktivite yaparak, tütün kullanımından ve pasif içicilikten kaçınarak, meyve ve sebzeden zengin bir diyet seçerek, yağ, tuz ve şekerden zengin gıdalardan kaçınarak, batı tipi diyet dediğimiz hazır ve işlenmiş gıdalardan uzak durarak ve sağlıklı bir vücut ağırlığını muhafaza ederek azaltabilirler. Bunun yanı sıra kalp ritm bozukluğu olanlarda kullanılan Varfarin türü kan sulandırıcıların yerini alan yeni kan sulandırıcılar, hem kullanım kolaylığı hem inmeden daha iyi korunma, hem de daha az kanama sağlamaktadır.(İLKHA)