KADİM DOSTUM, SELİM EROĞLU HOCAM!!!
Hem kadim dost, hem üstat olmak herkese nasip olmaz.
Kadim dostum Selim Hocamdan bahsedeceğim bu yazımda.
Yazı hayatına geç de olsa " çok şükür" başlamış bulunmaktayım. Bana yazı hayatına geçişimde güç ve destek veren, öncülük eden, bu yönüyle de "Üstadım" olarak kabul ettiğim Selim Hocamla ilgili " İşte Elden Tutma Buna Derler!!!" başlıklı yazımı yazmıştım. Kendisine tekrar bu yazım aracılığı ile tekrar teşekkür ederek yazıma başlamak istiyorum.
1995 yıllarında Selim Hocamla Samsun/ Terme'de tanıştığımı hatırlıyorum..Doğrusu tam tarihini hatırlamıyorum.
Selim Eroğlu, edebiyatçı, eğitimci ve aynı zamanda yazardır.
Terme Lisesi'ni bitirdikten sonra Fırat Üniversitesi Fen-edebiyat Fakültesi' nden mezun oldu. Kendi branjında girdiği yeterlilik sınavından Türkiye birincisi olmuştu. Uzun yıllar Anadolu Liseleri'nde Edebiyat öğretmenliği yapmıştı. Daha sonra Terme Halk Eğitim Müdürlüğû'de müd. yrd. olarak göreve başladı. Yaklaşık burada 10 sene görev yaptı.
Kendisi çok kitap okuyan birisidir. Bunun yanında her gün aralıksız 5-10 gazete satın alır bu gazetelerin çoğunu okur. 2000' li yıllarda Terme'de müdürlük sınavını kazananlardan birisiydi. Her kazanan kişi kaynak kitaplara çok çalışıp yüzlerce test soru çözerek kazandığını söylerken;
Selim Hoca, " Gazete okuyarak kazandım" sözü meşhurdur.
Selim Hoca, Halk Edebiyatı' nı sever, bu dal üzerinde çok eserler okumuş, sahaya inerek inceleme yapmış, bu incelemelerini, kalemine, kullandığı dile hem de hal ve davranışlarına yansıtmıştır. Halk Edebiyatı ile ilgili değer bulduğu eserlerin tamamını okumuştur. Konu ile ilgili yüzlerce makalesi ve deneme yazıları vardır. Yazılar her an kitaplaşmaya hazırdır.
Halk Edebiyatı'nın sadece edebiyatını yapmıyor bazıları gibi...Bizzat sahaya iner; köylüsüyle köylü, efendisiyle efendi, çiftçisiyle çiftçi olur. Doğup büyüdüyü köyü ve mahalleyi sık sık ziyare eder, babadan- atadan kalan toprağa sahip çıkar, köylüsünün ve akrabalarının derdiyle illgilenir, düğününe derneğine katılır, cenazelere iştirak ederek üzerine düşen dini görevini icra eder, insanlar arasındaki sorunlu ilişkilerde arabuluculuk yapar, kendisine işi düşenin işini görür. Bu yönüyle köylüsü ve mahallesi tarafından çok sevilir, sözüne itibar edilir.
Terme Kocaman Beldesi yıllarca belediyelikti. Belediye Başkanlık seçimleri öncesinde "aday adayı" listelerinde halk tarafından her seçim öncesi Selim Hoca' nın ismi çok telaffuz ediliyordu. Siyasette " dört eğilim" diye bir kavram vardır. Selim Hocamda dört eğilim özelliği mevcuttur. Terme Belediye'sine dahil aday gösterilse idi her eğilimden oy alabileceğinden kazanma şansı yüksek olurdu.
Şüphesiz bu konuların farkındaydı kendisi. Her halükarda siyaset bir risktir. Siyasete mesafeli yaklaşmıstır. Etraftan gelen teklifleri her seferinde makul bir dil kullanarak geri çevirmiştir.
Selim Hoca, kendini övmez, başkası överse de " bu özellikler bende varsa ne ala" der. " Bir kimsenin kendini övmesi caiz değil, başkasının övmesi ise caizdir" demeyi de ihmal etmez. Başkasının gerçek övgüsünden genelimiz hoşlanırız, sövgüsünden nefret eder, üzülürüz.
Bilgi yerinde ve zamanında kullanılabilirse değerlidir. Hep başkasına sabrı tavsiye eden bir hoca, en küçük bir şeye tahammülü yoksa nesihattan nasibini almamış demektir.
Selim Hocam, Edebiyatçı olması hasebiyle branııyla alakalı bilgileri yerine göre kullanmasında mahirdir. Sınıfta ders anlattığı çocuklara akademik dili, halk arasında olduğunda halk dilini, siyaset konuşmanın icap ettiği ortamlarda siyaset dilini, resmiyet gerektiren platformlarda resmi dili kullanmasını bilir. Kendi deyimiyle " her bedene göre elbise dikebilme" kabiliyetine sahip olmak herkesin başarabileceği bir şey değildir. Hoca bu özelliğiyle herkesle diyalog kurabiliyor, kişilere ders verebiliyor. Ben kendisini bu özelliğinden dolayı " Yürüyen Halk Edebiyatı" diye tanımlıyorum.
Hani bu manada şöyle bir ibare vardır ya!!!
"Yürüyen Kur'an demek, Müslümanın hayatının Kur'an ölçülerine göre olması demektir. Her şeyinin Kur'an gibi olması demektir. Müslümanın hayatının Kur'an'ı aksettirmesi demektir. Hepimiz Kur'an'ın aynısı olalım inşallah.
Hem davranış olarak hem de söz olarak edebiyatımızın tüm yansımalarını bir insan üzerinde görmek ne güzeldir.
Edebiyatçıların en önemli özelliklerinden birisi de halk arasına girip halkı eğitmektir. Edebiyatçı, sokaktaki halkın da öğretmenidir. Bu yönüyle en az diyanet hocaları kadar toplumun eğitiminden sorumlu olduklarını düşünüyorum. Bu ilkelerin örnekliklerini toplumun bir ferdi olarak hocada görüyorum.
Hoca! sözün ustasıdır, her cümlesi kayda değerdir hatta bir konu başlığıdır denilebilir. Konunun özünü "berceste kelimelerle" anlatır.
Cazip olan bir konuyu ben anlatırım, konu cazibesini kaybeder, hoca ise cazip olmayan bir konuyu anlatır, konu cazibe kazanır. Burada anlatım tekniğinin önemi bir kez daha ortaya çıkar. Sözün gücü, teknolojik gücün önündedir.
Hoca' nın kalemi de kuvvetlidir. Sıradan bir olayı anlatır, okuyucuyu celbeder. Ben her yazarın yazısını okumam. Hocanın yazısını severek ve isteyerek okurum. Okuyucuya "keşke biraz daha uzun olsa bu yazı" cümlesini dedirtmek işin erbabı olmak demektir. Yemeği tadında bırakmak gibi yazıyı da tadında sonlandırmak gerekir. Zira, gene müşteri o kapıya gelecektir, kolundan birini tutup başkasını da getirecektir.
Selim Hocamız, ismiyle müsemmadır, dini hassasiyetleri yüksek düzeydedir. Ehli Sünnet'e bağlıdır. Dini bilgisi ve tecrübesi fevkaladedir. Vaaz demek nasihat demektir. Geniş kitlelere konferanslar, cami cemaatine vaazlar, elit kesime seminerler verecek bilgi ve donanıma sahiptir. Bu bağlamda TV programlarına zaman zaman çağrılıp programlar kendisiyle yapılmıştır.
Kendisi örnek bir muallimdir. 35 yillık meslek hayatının 25 yılını donanımlı liselerde edebiyat öğretmenliği yapmıştır/ yapmaktadır. Binlerce öğrencinin derslerine girmiştir. Onu tanıyan öğrencilerin tamamına yakını eminim hocayı sevmişlerdir.
Çünkü; her öğrenciye değer verir, önünü açar, ufkunu genişletir, güven ve sorumluluk verir, bir baba şefkatiyle yaklaşır, sevk ve idare eder, sosyal faliyetler tertip eder, sınıfı okulun dışına da taşır, öğrencilerin özel sorunları varsa da ilgilenir. Öğrencileri notla asla tehtit etmez. O'nun nazarında herkes başta geçer not almıştır. Hoca, halihazırdaki duruma değil de "on hamle" sonrasına göre öğrencilere bakar. Dinimizin ve de evrensel eğitim sisteminin tanımladığı öğretmenlik modeli bu olsa gerektir.
Üstat lâf altında kalmak istemez. Kendisine " gel hocam size çay ikram edeyim, sohbetinden nasiplenelim" dendiğinde , " öyle ise simitleri de ben alıyım" der. Bu manada ikram etmeyi ve ikram edilmeyi sever. "Sofra kuranlar, sofraya oturanlardan haha hayırlı olduğunu" söyler. Kendisi nazarında kurulan sofraları unutmaz, her vesile ile karşılık vermeye çalışır. Kendisine yapılan iyilikleri unutmaz, yapılan kötülükleri unutur. Hediyeleşmeyi sever ve Peygamberimizin sav'in "Hediyeleşiniz" Hadis-i Şerif'ini hatırlatır.
"Allah Teâlâ israf edenleri sevmez" mealindeki ayeti"aşırı yemek yeme" alışkanlığı bağlamında değerlendirdiğinde; "haramdır" der. Doktorlar da az yemenin önemini her daim vurguladığını söyler. Allah Teâlâ nimetlerini kulunun üzerinde görmek ister. Bu nedenle giyinme konusune ehemmiyet verilmesi gerektiğini belirtir. Dolayısiyla Hoca giyimine dikkat eder, kendine yakışanı pahalı - ucuz hesabını yapmadan alır giyer.
Toplumda öyle insanlar vardır ki çok konuşur. Mikrofonu kaptı mı kimseye kaptırmak istemez. Bu tip adamlara geveze denir. Bunlar, Hoca'nın tabiriyle " bildikleri konularda bir saat, bilmedikleri konularda iki saat konuşurlar". Hoca ise bildiği konuda bir saat, bilmediği konuda hiç konuşmaz.Bu durumu üstat " bildiğimin âlimı bilmediğimin talibiyim" diyerek formüle eder. Bilmeyip de kendini bilmiş gibi göstermenin ne kadar yanlış bir davranış olduğunu vurgular. Bilmemenin de ayıp olmadığını bu vesile ile Üstat anlatır. Kişinin bilmediği konuların talibi olması onun üstünlüğünü gösterir. Kişi bir konunun uzmanı iken,diğer konunun acemisi de olabilir. Peygamberimiz sav. "Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz" buyurmasının hikmeti bu olsa gerektir.
Hoca'nın nedense sınıf öğretmenlerinden çok arkadaşı vardır. "Bal tutan parmağını yalar" misali, gününün önemli bir bölümünü çocuklarla geçiren sınıf öğretmenleri zaman zaman çocuklaşıyorlar. Bir araya gelindiğinde hep çocuklarla olan münasebetlerini anlatan öğretmenlerin bu sohbetlerinden sıkılan Üstat! "okulun ihada duvarının dışında koskoca bir dünya vardır" diyerek öğretmenleri başka konulara yönelmelerini sağlamaya çalışır. Bir araya geldiğimizde Hoca'nın bu hassasiyetini dikkate aldığımdan " sen buraları çoktan aştın" der. Bu halimi sırası geldiğinde "Cemal Hoca" gibi olun demeyi haziruna demekten çekinmez.
Hazır cevap bir zeka işidir. Bir çok şartları vardır. Hem güldürmek,hem düşündürmek, hem de muhatabına ders vermek aslında çok zor üstedinden gelen bir maharettir. Her şeyden önce üstün zekâ gerektirir. Hocamız da tam da bu noktada mahirdir.
Bir defasında, ayakta sohbet esnasında, arkadaşımızın birisinin Ünye'de bulunan arsasında. İmar plânı geçmesi sonucunda arsasının küçüldüğünden ve bundan dolayı duyduğu müzdaripliği anlatıyordu. Dikkatlice muhatabını dinleyen Üstat;
-Arsan kaç metre kareden kaç metre kareye indiğini sormuştu.
- Söz misali bir dönümden 750 metre kareye düstüğünü söyleyen kişiye Hoca;
"İyi ya!! Senin arsan tarlaydı, şimdi arsa oldu. Değeri daha da arttı" deyince arkadaş derin bir nefes aldı. Hem gülüştük, hem düşündük hem de arkadaşın müzdaripliği sevinç ve mutluluğa tebdil oldu.
Bazı insanlar sağlamcıdır. Kuru dala basmaz, kuru dala yapışmazlar. Ağaçta iken kuru dala tutunmak kuru dala basmaktan tehlikeli olduğunu bizzat yaşayarak öğrendim. Kuru dal kırılınca dengemi kaybettim ve kendimi yerde buldum. Bu sağlamcı arkadaşların özelliklerini " bir dalda 9 ceviz görmedikçe taş atmazlar" diyerek ne güzel de anlatır, değil mi?
Üstad! zamanında ticaretle de iştigal etmiş, hiç kâr edememiş. Şansızlığı olsa gerektir ki ailesinden iflâs etmiş bir dükkanın sorumluluğunu üslenmiş, döküntüleri toplamakla uğraşmış, dükkanı zararla kapatmak durumunda kalmış, oradan aldığı dersle daha sonra ticaretle hiç iştikal olmamıştır.
Ticaret yapalım teklifinde bulunanlara " en iyi ticaret, olanı muhafza etmektir" der Üstat!!!
Çok alacaklarım var piyasada alamıyorum, elimdekilerle dönmeye çalışıyorum deyenlere de hocanın sözü hazırdır. " Eldeki bir kuş daldaki üç kuştan iyidir".
Hoca, güven duyduğu insanlara değer verir ve dostluk kurar. Güven duymadığı insanlardan ve kendine saygı duymayanlardan uzak durur. Buna rağmen bazen hataya düşüp piyasada dolandırıldığı da vakidir.
Bir defasında yakın akrabalarından birisinin güvenirliği konusunu kendisine sormuştum. Şu açıklamayı yapmıstı. 5- 6 sene önce 5-6 aylığına bir miktar emaneten mark vermiştim. Sonunda mark gününe girmiştik. Onuncu ayda ona ödenecek parayı alacağına saydığımdan ödememiştim. Emanetimi öyle alabilmiştim. Nasrettin Hoca'nın tel örgü ve yün misali örneklemesinden daha enteresan gelmişti bana.
Ticaret yaptığım sıralarda, Ünye'de bir müşteride param kaldığını, her verdiği sözü yerine getirmeyip yalan konuştuğunu, üstelik bu müsterinin Gürcü olduğunu ifade edince Üstat !" Sözde eğitimci kendini bilmezler in konuştuklarının yüzde 99 palavra , % 1'inin de şüpheli olduğunu belirtince doğrusu hem düşündüm hem de güldüm. Mizahlı bir anlatımıdır elbette. Sözde eğitimcilerin her birini elbette bu oranlama kapsamaz. Sozünü tutanlara selâm olsunn!!!
Selim Hocam kolay kolay sinirlenmez, sinirlenenleri de teskin eder. Eğer birine kızdıysa bil ki âlem kızar.
Yıllar önce lise son sınıfta, gücü kuvveti yerinde olan bir öğrenci ders esnasında pervasızlık yaparak dersi bozmaya çalışıyormuş. Bu durum karşısında hoca çocuğun dersten çıkmasını istemiş. Çocuk çıkmamaya direnince hoca ceketini çıkararak çocuğu meydana davet etmiş. Çocuk, bu durum karşısında sınıfı terk etmek zorunda kalmış. Bazen bu meydan okuyuşlar işe yarar. Hiç bir öğretmen öğrencinin karşısında aciz düşmek istemez. Bu olay öğrencilerin gözünde Selim Hoca'nın prestijini artırmıştır.
Hoca'nın öğrencilerle olan münasebetleri konusunda ders verici başka uygulamaları da vardır.
Ne gibi!!!
Hoca ögrencileri derse motive etmiş, dikkatlerini çekmiş, heyecanlı heyecanlı bir şekilde ders anlatırken, ögrencinin biri ikide bir derse müdahale etmeye kalkar.
Bu durum karşısında hoca çocuğa;
Nasrettin Hoca'nın "eşek-turşu fıkrasından esinlenerek; "bu turşuyu satacak olan ben miyim sen mi? diye sorar. Çocuğa fıkra ile ders vermiş olur.
Hoca kendinden çok bahsedeni sevmez. Kendi kendini öveni ise hiç sevmez. Övülmekle ilgili ayeti hatırlatmak isterim.
Cenab-ı Hâk, "Al-i İmran Suresi, 188. ayette;
Getirdikleriyle sevinen ve yapmadıkları şeyler nedeniyle övülmekten hoşlananları (kazançlı) sayma; onları azaptan kurtulmuş olarak sayma. Onlar için acı bir azap vardır." buyurmaktadır. Kendini övenlerden sakınılmalıdır.
Kendini övüp alınması gereken tüm ödülleri aldığını anlatıp duran bir muallime Hoca; " yılın öğretmen ödülünü aldın mı?" diye sorar. Adam "öyle bir ödül almadım" deyince "karşındaki adam o ödülü de aldı, biraz daha çalış öyle yanıma gel" der. Anlayana iyi bir derstir
Selim Hoca, her anlatılan olaya bir nükteli söz, bir deyim ya da bir özdeyiş bulur söyler. Hoca ile bir gün sohbet ederken bazı öğrencilerin işi ağırdan aldıklarını, derse geç kaldıklarını, bu nedenle sınıftan geri kaldıklarını anlatıyordum. Hoca bu olay üzerine hemen sözü gediğine koyar. " De sene tezgah kurana kadar pazar dağılıyor".
Hoca Terme'de görev yaparken önemli programlarda sunucudur. Dışardan bir yetkili gelip program tertip edildiğinde Selim Hoca kürsüdedir. Protokol kurallarını iyi bilir, taktimi güzel yapar. Bir gün bir program için vali Terme'ye gelir. Sunucu Selim Hoca' dır. Vali Bey'i mikrofona davet ederken farkında olmadan, sayın vali bey yerine, sayın kaymakam bey diye hitap eder. Vali Bey de kürsüye gelip mikrofonu eline aldığında ne demesini beklersiniz? Hoca'ya "beni gençleştirdiğin için teşekkür ederim Hocam" der. Vali Bey'in olaylara güzel bakış açısından kaynaklanan bir durumdur.
Son olarak bir konuyu hatırlatarak bu yazımı noktalamak istiyorum.
Selim Hoca, örnek alınacak bir öğretmendir. Anadolu Mektebi projesi kapsamında okulda tertip ettiği bir panelin sunumu için bir kaç hafta önce görev yaptığı Tülay Başaran Anadolu Liseleri'ne beni de davet etti. Paneldeki sunum güzeldi. Öğrenciler eğitimci- yazar gibi her şeyi hazırlamışlar ve kalabalık izleyici grubuna sunmuşlardı. Bu panelin sevk ve idarecisi Selim Hoca'ydı. Programın bitiminde sunucu hocayı kürsüye davet etti. Hoca oradaki konuşmasında dikkatimi çeken bir kaç cümlesi oldu ve söyle dedi. " Umduğumdan daha iyiydiniz, sizi tebrik ederim, bu sunumun yüzde seksen beşin kahramanı sizsiniz. Ben sadece sizi sevk ve idare ettim. Siz daha iyi sunumlara da imza atarsınız. Size güveniyorum". Bu açıklamaları salondaki bütün izleyiciler alkışladı.
Dikkat ederseniz kurulan bütün cümleler olumlu cümlelerdir. Motivasyon üst seviyededir. Bu motivasyon karşısında çocukların ve gençlerin önünde kimse duramaz. Bütün prangalar yıkılarak hedefe ulaşılır.
Böyle öğretmenler zamanında bizleri okutmuş olsalardı, kim bilir biz nerelerde olacaktık. Etrafına ışık saçan öğretmenlere selâm olsun.
Satırlarımı biraz da konumuzla ilintili olan Ahsab Süresi'nden ayetlerle noktalamak isterim.
43- Sizleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için melekleri ile birlikte üzerinize rahmet ve bereket indiren O'dur ve O, müminlere çok merhametlidir.
44 - O'na kavuşacakları gün müminlere esenlik dileği selâmdır. (Allah) onlar için cömertçe bir mükafat hazırlamıştır.
45 - Ey peygamber! Biz seni hem bir şahit, hem bir müjdeci, hem bir uyarıcı olarak gönderdik.
46 - Ve hem de izniyle Allah'a bir davetçi ve nurlar saçan bir kandil (olarak gönderdik).
47 - Müminlere müjdele! Onlara Allah'tan bir mükafat vardır.
Selâm ve Dua ile...
30.10. 2024