Geçtiğimiz günlerde Sağlık Bakanlığı Korona Bilim Kurulu’nda görevli bir öğretim üyesi Korona ile mücadelede Türkiye’nin G. Kore olma şansını yitirdiğini ama İtalya da olmaması gerektiğini ifade etti. Bu görüş farklı toplum kesimlerince farklı şekillerde değerlendirildi. Kimileri Sağlık Bakanlığının çabalarının görmezden gelindiğini, kimileriyse Bakanlığın yetersiz performans sergilediğini söyledi.
Ben açıklamayı daha farklı biçimde ele almak gerektiğine inanıyorum. Malum Sağlık Bakanlığı Korona ile mücadele adına ilgili Tıp alanlarından oluşan bir Kurul oluşturdu ve süreç bu kurul marifetiyle yürütülüyor. İyi de yapılıyor. Tıp alanı öyle sosyal bilimlere benzemez; sosyal alanda herkes ahkâm kesip, bol keseden atabilir. Sağlık söz konusu olduğunda bilim daha objektif biçimde değerlendirilir.
Ben olsam Korona ile mücadelede bir de süreç yönetimini ele alacak Süreç Kurulu teşkil ederdim. Zira Korona meselesi sadece tıbbi boyutu olan bir konu değil. Aynı zamanda bir de toplumsal, kültürel, psikolojik, siyasal, ekonomik yani davranış ve sistem yönleri var. Korona konusu gündemimize geleli, özellikle de son iki aydır türlü badireleri atlatan Çin, Güney Kore, Singapur, İran, İtalya, İspanya vs. örneklere baktığımız zaman toplumların sergilediği farklı yaklaşımları beraberce izledik.
Gördük ki, toplumlar kriz dönemlerinde farklı tepkiler sergiliyorlar. Ayrıca, sistemler de bunu tetikliyor. Çin, Güney Kore daha başarılı bir performans gösteriyor ama İtalya, İran, İspanya aynı başarıya ulaşamıyor.
Sebeplerini ben şöyle yorumluyorum:
Çin ve Güney Kore’de otokratik yönetimler var; toplum da buna uygun davranış sergiliyor. Çin’deki ölü sayısına siz inanıyor musunuz? Güney Kore tüm gerçekliği bütün netliğiyle kamuoyuna açıklıyor mu? Singapur ne kadar demokratik? Buralarda insanlar zorla evlerine kilitleniyor; kimsenin virüsü başkalarına bulaştırmasına imkân verilmiyor. Şehirlerde, sanayide çalışan ve virüsle muhatap olan nüfus ise nispeten genç olduğu için vücutları daha dayanıklı. Buralarda insanlar erken yatıp, erken kalkıyorlar. Sanayide veya büroda yoğun biçimde çalışan insanların sosyalleşmeye vakti yok.
Çin’de toplum buna uygun, hala Maoist döneminin şartlarının devam ettiğinin farkında. Allah’tan baskıcı bir rejimleri var! Budist felsefe insanların tüm reflekslerini kontrol ediyor. Hem virüsü dünyaya yaydılar hem de bugün tüm dünyaya akıl veriyorlar.
Öte yandan, İtalya ve İspanya gibi ülkeler farklı bir toplumsal desene sahip. Demokrasiye ve bireysel özgürlüklerine düşkünler. Ölü sayılarını da saklayamıyorlar; açık toplum nihayetinde. Nüfusun yaş ortalaması yüksek, toplum aşırı sosyal. Akdeniz insanı bunlar: Çabuk kaynaşır, çabuk kavga eder, tepkilerini çok hızlı gösterir, duygularını saklamaz. Parklar, çarşı - pazar hep dolu. İnsanlar sürekli olarak iletişim, etkileşim halinde. Ayrıca, Avrupa’nın ortasında ve geçiş güzergâhındalar: Çok turist alıyor, çok yabancı insanı misafir ediyorlar. İnsanları evlerine hapsetmek, diğer insanlardan uzak tutmak mümkün değil buralarda. O nedenle de daha çok insan enfekte oluyor, daha fazla kayıp veriyorlar.
İran da bu ülkelere benziyor. Ölülerini gizleyemiyorlar ve tedbir konusunda iyi durumda değiller. Devlet de zafiyet gösterince işleri yolunda gitmiyor.
Almanlar, İskandinav ülkeleri sosyal anlamda mesafeliler: Birbirleriyle etkileşime girmekten kaçınan ama buna mukabil yaşlı bir nüfus yapıları var. AB ve Schengen Almanları zorladı, zorluyor. Vaka sayısı fazla. Şimdilik fazla ölümcül değil ama yarın ne olacağını kimse bilmiyor.
Türkiye aslında iki kutbun yani Çin – İtalya denkleminin tam da ortasında duruyor. Sağlık Bakanlığımız çok mükemmel bir sınav verdi; ülkemiz olayın vahametini ilk kavrayan ülkelerden. Oluşturulan Bilim Kurulu ve alınan önleyici tedbirler çok başarılı. Bu konuda bir eksiklik olduğuna inanmıyorum. Lakin insanımız aşırı derecede sosyal. Asker uğurlama, düğün-dernek bitiremiyor; kendini sakınmıyor. ‘Bize bir şey olmaz’ demekte. Nüfusumuz genç ama insanımız hareketli. Avrupa, Asya, Umre vs. hep geziyor: Yabancılarla etkileşim ve iletişimi çok fazla. Devletin gösterdiği refleksi insanımız gösteremiyor. Kültüründe böyle bir kod yok. Mayasında bencillik, içe kapanma, iletişimi kesme duygusu bulunmuyor. Caddede gördüğü ‘şüpheli’ bir paketten korkmayan, uzmanları gelmeden paketi halletmeye çalışan bir milletiz.
İngiltere Türkiye’ye benziyor. İmparatorluk mirası onları sosyal olmaya itiyor. Lakin devletleri gerekli tedbirleri almada geç kaldı.
Türkiye şu ana kadar Bilimsel anlamda süreci iyi yönetti. Bundan sonrası sosyal boyutla alakalı. Sağlık Bakanlığı toplumsal refleksleri yönlendirme adına içinde ilahiyatçı, sosyolog, yönetim bilimci, siyaset bilimci, psikiyatrist, iletişim bilimci, tarihçi ve ekonomist gibi sosyal alanlardan yeni bir Bilim Kurulu daha oluşturmalıdır. İnsanı yönlendirmede yaşanacak zafiyet topluma büyük zararlar verebilir. Toplumu en iyi kim yönlendirebilecekse, bu Sosyal Bilim Kurulunda o insanlar yer almalıdır.
Televizyonlarda izlediğimiz tıp doktorları hastalığı ve korunma yollarını çok iyi izah ediyorlar ama toplumu yönlendirmede ne kadar başarılı oldukları tartışılır. Maazallah insanımız virüs kendisini buluncaya kadar olayı çok uzaktan izliyor ve değerlendiriyor. Televizyonda Bilim Kurulu üyelerini izlerken sanki başkalarına anlatıyormuş gibi hissediyor.
Sosyal Bilim Kurulu her meselede televizyonları işgal eden aynı yüzlerden de oluşmamalı. Gazeteciler, yazarlar değil ama yüzü eskimemiş toplum bilimciler olayı değerlendirmelidirler. Toplumda karşılığı olan insanların öne çıkarmak doğru olabilir. İnsanlık geçmişte çok daha ağır testleri büyük yaralar alarak atlattı, ama bugün süreci daha az yaralarla atlatmak için tam da doğru zamandayız.
Türkiye Çin/G.Kore olamaz; İtalya da olmamalı. Türkiye, Türkiye gibi davranmalı. Bunun yolu Sosyal Bilimcileri sürece dâhil etmekten geçiyor.