Faizde borç veren bakımından kazanç her şart altında önceden ve garantidir. Bir başka deyişle faiz veren kazancın gerçekleşip gerçekleşmesiyle de ilgilenmez. Kazancın gerçekleşmesi, düşük gerçekleşmesi ya da yüksek gerçekleşmesi durumunda da faiz garantisi devam etmektedir. Ancak İslam ekonomisinde satılan şey para olmadığından kazancın-nemanın gerçekleşmesi beklenir. Gerçekleştiğinde ise gerçekleşen miktarla orantılı bir paylaşım söz konusudur. Bir başka deyişle kara ya da zarara ‘katılım’ esastır. Bu katılım ise önceden belirlenen oran üzerinden değil, karlılık oranı üzerindendir. Bunun anlamı zarar olduğunda da paylaşımın söz konusu olduğudur. Bu durum fıtri olana çok daha uygundur. Zira risk unsurunu barındırıyor olması tarafların hassasiyetini artırır.
Faizli işlemde banka için sıfır olan riskin tamamı yatırımcı tarafından üstlenilmiştir. Bankaların kredi verirken risk analizi yaptığı doğrudur. Ancak bu analiz daha çok alacağın geri dönüşünün sağlanmasıyla ilgilidir. Faizli yapıda taraflardan birisi lehine dolayısıyla diğerinin aleyhine bir sonuç doğması kuvvetle muhtemeldir. Yatırım için verilen borçlar bakımından bu sonuçlar öngörülse de tüketimde risk çok daha yüksek biçimde borç alan üzerindedir. Bu yüzden İslam ekonomisinde belli şartlarda yatırıma finans desteği mümkünken, tüketimin fonlanmasına hiçbir şekilde cevaz verilmemektedir. O halde adil paylaşım, ödünç muamelesinde doğabilecek risklerin ortak üstlenilmelidir. Buna kar-zarar ortaklığı denmektedir ki; İslam ekonomisinin kabulü bu yöndedir.