Bir kurbağayı kaynar suyun içine bırakırsanız hemen tepki vererek kendini dışarı atar. Ancak, aynı kurbağayı soğuk veya ılık suyun içine koyarsanız ve korkutmazsanız öylece kımıldamadan duracaktır. Suyu alttan yavaş yavaş ısıtırsanız sıcaklık yükselirken kurbağa hiçbir şey yapmaz tersine keyif de alır. Yükselen sıcaklıkta kurbağa sarhoşluk hazzıyla kendinden geçerek dışarı çıkamayacak hale gelecektir. Kaçmak için hiçbir engel kalmadığı halde dışarı kaçamaz ve haşlanıp pişer. Çünkü kurbağanın sinir sistemi yavaş ve tedrici değişimlere değil ani değişikliklere göre programlanmıştır.
Kurbağaların çok büyük bir kısmı içinde bulundukları “değişim”i algılayamadıkları daha doğrusu rehavete kapılıp gevşedikleri için haşlanarak canlarını vermiş olur.
Bu hikaye genellikle insanların ve toplumların çaktırmadan yavaşça uygulanan değişikliklere nasıl tepkisiz kaldığını göstermek için iyi bir örnektir. Modern toplumlarda ve kişilerin yaşamlarında da sıcak su içerisindeki kurbağa gibi benzer durumlara sıkça rastlarız. Toplum yaşamını etkileyen bazı şeyler yavaşça değişir, çoğu kimse de bunu fark etmez. Kişisel ve toplum olarak yaşamlarımızda suyun ısındığını ve haşlanmaya doğru gittiğimizi bir türlü anlayamayız. Anladığımızda da iş işten geçmiş olur.
Bilim adamları, bu deneyden esinlenerek önemli bir sonuca ulaşırlar. Bu durum insanlar için de pek farklı değildir. Hayatımızda ani değişimler olmadan ya da ciddi ve ani bir tehdit ortaya çıkmadan harekete geçme alışkanlığımız yoktur. Bu durum gerek bireysel yaşamda, gerekse bir topluluk, toplum, ülke ve devletlerde de aynıdır. Su yavaş yavaş ısınıyorsa yerimizden kımıldamaz aksine rehavete kapılarak gevşeriz. Bu rahat ortamın bize doğru yansıttığı güven aldatmacasının içinde tembelleşir ve geleceği düşünemeyiz. Kendimizi koruma içgüdümüz, gerek kişisel alanda ve gerekse toplumsal arenada “suyumuz yavaş yavaş ısınmakta devam ediyorsa” tehlikeleri algılayamaz bir uyuşukluğa dönüşür. Sonuç olarak kendimizi, ailemizi ve ülkemizi savunamaz hale geliriz. Sonra da bizi bekleyen tehlikenin içinde boğulup gideriz.
Son zamanlarda bizlerde ısınan suyun bolluk ve zenginlik hissiyle ihtiyacımızdan fazlasını almaya ve tüketmeye başladık. Boş zamanlarımızda, kendimizi geliştirmek için bilim ve kültür ağırlıklı uğraşlar yapmak, kitap, gazete vs. okumak yerine, zamanımızı büyük alışveriş merkezlerinde geçirir olduk. Çarşıda, Markette AVM'de bir alışveriş çılgınlığı aldı başını gidiyor.
Maalesef eşyaya bakış açımız değişti. Artık eşya bizim için bir takım ihtiyaçlarımızı gidermek üzere kullandığımız bir araç olmaktan çıktı ve nihai hedef, gaye halini aldı. Eşyaya ulaşmak için çalışır ve mesai harcar olduk. Bir ev bir araba ve yeni eşyalar gayemiz oldu. Sanki bu dünyaya bunun için gelmiş gibiyiz.
İnsanlar marka meraklısı oldu, marka marka yabancı otomobiller, cep telefonları, bilgisayarlar, televizyonlar, ev aletleri, ayakkabılar, giysiler gibi gözükecek marka ile saygınlık sağlamaya çalışır oldular. Bir üst modeli çıktıkça da değiştiriliyor ve hemen yenisi alınıyor. Asgari ücretle çalışan bir kişinin evinde bile, borçlanarak satın alınan son model LCD televizyon var. Öyle bir duruma geldik ki sürekli tüketiyoruz. Parası olanda harcıyor olmayanda. Otomobil fiyatları, konut fiyatları aldı başını gidiyor ancak satışlar düşmüyor ve aksine daha da yükseliyor. İnsanlar bankalara borçlanarak lüks tüketimden vaz geçmiyor devletin de yüksek vergilerden dolayı kasası doluyor. Mevcut düzen bu sorunu daha da körüklüyor. Bir de bakıyorsunuz, kredi kartı borcu gittikçe kabarıyor, ödeyemeyecek hale geliyor ve imkânsızlıklar içinde çırpınıp duruyoruz. Borç içerisinde yaşamaya alıştık.
Bir daha mı dünyaya geleceğim diyerek lüks tüketimden taviz vermeyen insanların haciz memurları kapıya dayanınca yuvaları dağılıyor. AVM'lerdeki mağazalarda kredi kartlarının taksitleri havalarda uçuşuyor. Ödeme zamanı gelince yani kurbağa örneğindeki gibi su kaynamaya başlayınca para yok sonra mahkeme, haciz, sosyal patlamalar ile aileler dağılıyor.
Çağımızın en büyük hastalığı “Tüketim mutluluğu” büyük bir sorun, fakat insanlar tüketim çılgınlığına kapılarak bunu sorun olarak görmemeleri daha büyük bir sorun.
Evet tüketim toplumu olduk maalesef üretmeden sürekli tüketiyoruz. Çiftçi ve sanayici üretimden çekiliyor. İthalata dayalı tüketim artıyor. İthal ettikçe yabancılara daha bağımlı hale geliyoruz, iç ve dış borçlanmamız artıyor, borçlandıkça cari açığımız ve işsizlik oranı yükseliyor. Ilık sudaki kurbağa mutluluğu bir süre sonra kaynar suya döndüğünde 7 nesil borç batağında haşlanarak kurtuluş umudumuzu kaybedeceğiz.
Bu yüzden arada bir termometrelerimize bakıp, suyumuz ne kadar ısınmış kontrol etmemiz eğer kötüye giden bir şeyler varsa haşlanmadan zamanında sıçrayarak bunalımdan çıkmamız gerekiyor.