Daha açıkçası fon sahipleri risk alıp yatırım yapmaktansa, garanti gelir olan faizi tercih ederler. Parayla paranın satışı anlamına gelen faiz piyasada somut bir karşılık sağlamadığı için uzun dönemde arz-talep dengesini bozar. Böyle bir durum da beraberinde çeşitli makro ekonomik sorunlara yol açar. Bir başka deyişle fon sahipleri risk almamıştır ama bu risk ‘birikmiş bir şekilde’ topluma yüklenmiştir.
Faizin atıl fonların ekonomiye katıldığı bir enstrüman olduğu da gerçek tam olarak gerçeği yansıtmaz. Zira faizle çalışan bankalar ticari kuruluşlardır ve paralarını satmak ve geri dönüşünü sağlamakla meşguldürler. Ekonomiyi fonlamadan çok daha fazla para pazarlama derdindedirler. Ancak özellikle de kamu bankalarının reel sektörü desteklediği, kimi zaman kar amacı dışında kredilendirdiği gibi bir gerçek de vardır. Ancak pazarlanan ve satılan para yanında destekledikleri yatırım devede kulak gibidir. Faydasından çok daha fazla zararları vardır yani…
Bankaların yekûn teşkil eden diğer faaliyet alanları ise tüketici kredileridir. Bunun piyasada neredeyse hiç bir karşılığı yoktur ve kredi kartlarının vasıtasıyla peynir-ekmek gibi satılmaktadır. Öyle ki; kazanmadan harcama anlamına gelen böyle bir kredilendirmenin yol açtığı sonuç düşünülerek sınırlandırmak zorunda kalınmıştır.
Kredi faizlerinin yükselmesi tekelleşmeye,-zira küçük işletmeler faiz yükünü çeviremezler-, mevduat faizlerinin yüksekliği de rantiye kesiminin doğmasına neden olur. Kapitalist ekonomide her ikisi de vardır ve her ikisi de toplumsal negatif sonuç doğurur.