Ermeni konusunun yeniden tüm gündemimizi işgal ettiği bu dönemde bizde Ermenilerin kim olduklarını araştırmaya karar verdik. Sorduğumuz bütün insanlar, Ermenilerin kökeni konusunda hiçbir bilgiye sahip olmadıklarını gördük. Bu yazımız, konunun daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacağını umarım.
Ermeni İsmi:
Ermeni kelimesi kuzey memleket anlamına gelmektedir. Ermeni isminin kökeni de tarihleri kadar tartışmalıdır. Ermeni efsanesine göre Ermeni ismi, Nuh’un torunu Hayk’ın oğlu Arman’ın adıdır. Arman’ın kurduğu devletten dolayı bu devletin vatandaşlarının hepsine Armani denilmiştir.
Bu iddia tabiî ki bir efsane olmaktan öteye gitmemiştir. Ermeni ülkesi için kullandıkları bir terim olan Armina veya Arminiya ilk kez y. MÖ 510 tarihli Eski Farsça (Persçe) Bisutun yazıtında kaydedilmiştir. Eski Fars İmparatorluğunun Arminiya eyaleti (satraplığı) Van Gölü havzası merkez olmak üzere Ağrı Dağı yöresi Aras ve Arpaçay vadileri ile en Batıda Elazığ ve Erzincan yöresini içerecek şekilde Yukarı Fırat havzasını kapsamaktaydı. Aynı bölge Antik Çağ boyunca Eski Yunan ve Latin kaynaklarında Armenia, İslamiyet dönemine ait Arap kaynaklarında ise Armaniyya/Ermeniyye olarak adlandırılır. Erken dönem Türkçe metinlerde coğrafi bölge adı olarak Ermeniyye terimine 15. yüzyıl başlarına dek rastlanır.
Coğrafya Olarak Ermenistan:
Ermenilere göre Ermenistan büyük ve Küçük Ermenistan olmak üzere ikiye ayrılır. Büyük Ermenistan Kuzeyde; Karadeniz ve Gürcistan, Güneyde; İran ve Irak, Batıda; Kızılırmak, Doğuda; İran ve Hazar deniziyle çevrilidir. Küçük Ermenistan ise, Fıratın batısında kalan bölgedir. Ayrıca, Kilikya dedikleri Adana ve çevresini de bu bölgeye dahil ederler.
Ermenilerin Kökenleri
Ermenilerin kökeni konusu netlik kazanmış değildir. Genelde tarihçiler onları Kafkas ulusları içine dahil ederler. Bu köken konusu önemlidir. Çünkü Ermenilerin asıl vatanlarının Anadolu veya doğu Anadolu değil de Kafkaslar olduğu kabul edilirse, Doğu Anadolu üzerindeki hak iddiaları da mesnetsiz kalmış olur. Yukarıda da değindiğimiz gibi kuzey memleketi anlamına gelen Ermeni kelimesi, Ermenilerin Anadolu’nun yerli halkı değil bir Kafkas topluluğu olduğunu göstermektedir.
Ermeni Dili:
Ermenice Hint-Avrupa dil ailesine mensuptur. MS. 5. yüzyılda Din adamı Mesrob Maşdots (y. 361-441) tarafından günümüzde kullanılan Ermeni Alfabesi yapılmıştır. Ermeni alfabesi 38 harften oluşmaktadır. Günümüzde Ermeni yazı lehçesi İstanbul merkezli Batı Ermenice ile İsfahan merkezli Doğu Ermenice olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Modern Ermeniler Batı Ermenicesini kullanmaların rağmen, günümüzde Ermenistan’ın kültürel çalışmaları sonucu Doğu Ermenicesi başat Ermeni lehçesi haline gelmektedir.
Ermeni Dini Kimliği
Ermeniler 301 "Aydınlatıcı" (Lusavoriç) lakabıyla anılan Aziz Grigor/Krikor'un öncülüğünde Hıristiyan dinini kabul etmiştir. Dünyada topluluk olarak ilk kez Hristiyanlığı benimseyenler Ermenilerdir. 451 yılında Ermeni kilisesi ile Rum (Ortodoks) kilisesi doktrin farklılıkları nedeniyle yollarını ayırdılar. Böylece Ermeniler, kendilerine özgü ayrı bir mezhep oluşturup, diğer hristiyan topluluklarından ayrılmış oldular. Ermeni Apostolik Kilisesi adını alan ulusal kilise, Batılı kaynaklarda (Ermeni kilisesinin kurucusu olan Aziz Grigor'a atfen) Gregoryen adıyla da anılır.
Ermeni mezhebinin Ortodoksluktan ayrılan temel özellikleri şunlardır:
1. Ermeniler, Romanın üstünlük ve hakimiyetini kabul etmezler.
2. Chalcedoince ruhani mescilinin kararalırın kabul etmezler.
3. İsanın baba ile ayni tabiat ve ceherde bir uluhiyet olduğuna inanırlar.
4. Arafa inanmazlar.
5. Papanın günah bağışlamasını red ederler.
6. Hayvanları kuraban eder eski zanlardaki ayinleri sürdürürler.
7. Roma kilisesinin incil’e yaptığı yorumları kabul etmezler.
Ermenilerin Katolik veya Ortodoks olmamaları, onları batı hristiyanların koparmıştır. Hristiyan dünyası uzun süre Ermenilere ilgisiz kalmış, bir anlamda onları sapkın kabul etmiştir. Papalığın Ermenilere ilgisi daha çok onları Katolik yapma arzusu şeklinde olmuştur. Ermenilerin Ortodoks olmamaları da Bizans Devleti tarafından zulüm ve baskı görmelerine yol açmıştır. Bu baskı ve zulümden Türklerin Anadolu’ya girmesiyle kurtulmuş, bir anlamda dini özgürlüklerine kavuşmuşlardır. Hatta Fatih İstanbul’u alınca Ermeni Patriğini de yasal olarak kabul etmiş, Rum Patriğiyle aynı statüye kavuşmalarını sağlamıştır. Yani bilinenin aksine Türklerle Ermenilerin ilişkileri öyle düşmanca başlamamıştır. Ermeniler, Türklerin kendilerine sağladığı bu hoşgörülü tutumu uzun süre dostça karşılık vermiş, Osmanlının Teba-i Sadıkası olmuştur. Fakat batılıların yoğun çalışmaları onların yollarını ayırmıştır.
Batılılar, uzun süre Ermenilere şüpheyle yaklaşmışlardır. Dinsel farklık, onların tepkisini çekmiştir. Onlar, Ermenileri bir hristiyan doğulu ulus olarak kabul ediyor ve küçümsüyorlardı. Gerçekten de Ermeniler, yaşam tarzları, zevkleri ve tarihleri itibariyle doğuya aittirler. Fakat, Osmanlıyı yok etme mücadelesi sonucu batılılar Ermenileri keşf ettiler. Ermenileri Osmanlıya karşı kışkırtarak Osmanlının ve Türklerin İslam coğrafyası ile irtibatını kesmeyi hedeflediler. Ermenilere verilmek istenen topraklar bir anlamda Anadolu’yu İslam dünyası ile bağlantısını koparmaya yol açacaktır. Ayrıca Ermeniler, batının ileri karakolu görevini üstlenmiş olacak, İslam dünyasında ikinci bir Yahudi topluluk misyonunu görecektir.
Ermeni Tarihi
Ermenilerin ilk tarihleri hakkındaki bilgiler karanlık olup, Efsane ve destanlardan öteye geçmemektedir. Ermenilerin destansı tarihleri hz. Nuhla başlar. Onlara göre babacık anlamına gelen Hayk Hz. Nuh’un torunlarındandır. Hz. Nuh’un gemisi Ağrı dağına indikten sona, oğlu Yafesin oğlu Hayk Mezopotamya’ya gitmiş, Babil Kulesinin yapımında bulunmuş, daha sonra büyük Ermenistan dedikleri doğu Anadolu’nun dağlık bölgesine yerleşmiştir. Hayk’ın torunu Aram, bir devlet kurmuş, Aram’ın adından alınma olarak Ermeni milleti ve devleti meydana gelmiştir.
Ermeni tarihinin çok net olmaması, Ermenilerin bölgede güçlü bir devlet kurmamalarından kaynaklanmaktadır. Ermeniler, bölgede yaşayan büyük devletlerin egemenliğine girmiş (Asur, Pers, İskender, Bizans, Emevi, Abbasi, Selçuklu, Osmanlı) veya onlara tabi devletler olmuşlardır. Bu durum, onların kendi mecralarını oluşturmalarına ve bağımsız bir tarihlerinin meydana gelmesine engel olmuştur.
Ermenilerin Müslümanlarla karşılaşmaları da çok erken dönemde olmuştur. Hz. Ömer döneminde İyaz b. Ganem komutasındaki İslam ordusu (638) yılında Ermenilerin yoğun olarak yaşadıkları bölgeye ayak basmıştır. Van, Bitlis ve Ahlatı almıştır. Ermeniler, Müslümanlara cizye vermeyi kabul ederek İslam devletinin hakimiyetine girmişlerdir. Ermeni bölgesine giren Bizans, Ermenilerin kendisine bağlanmalarını talep edince şu cevabı alır: “Bizanslara ne vakit bağlı olduysak, kötü zamanlarımızda manasız bir yardımdan başka bir şey görmedik. İtaatimiz bir çok kereler hakaretle karşılandı. Bizi hakkımızda himayelerini esirgemeyen bugünkü efendilerimize bırakın” Bu mektup, Müslümanların Ermenilere gösterdiği hoşgörüyü göstermektedir.
Türklerin Anadolu’ya gelmeleri aslında Ermeniler için bir kurtuluş olmuştur. Çünkü Bizans’ın baskı ve zulümleri artmaktaydı. Türkler sayesinde çoğunlukta oldukları bölgelerde beylikler kurmuşlardır. Türklerde bölgede kendilerine destek olacak bir yedek unsur olarak Ermenileri gördüklerinden onlara iyi davranmış, bu durum Türk-Ermeni dostluğunu pekiştirmiştir.
Osmanlı İdaresinde Ermeniler
Osmanlıların, Anadolu beyliklerini kendisine bağlaması üzerine Ermeniler de Osmanlıya tabi olmuş oldular. Hatta, Osmanlılar Bursa’yı alınca Ermeni Patrikliği de Bursa’ya yerleşti. Fatih İstanbul’u alınca Bursa’daki Ermeni Patrikliğini de İstanbul’a getirdi. Onlara, Rumlarla eşit haklar verdi. Böylece Ermeniler, İstanbul’un Kumpakı, Yenikapı ve Balat çevresine yerleştiler. Yavuz’da Tebriz’de bir çok Ermeni sanatçıyı İstanbul’a getirdi. Bir anlamda Türkler kendi elleriyle Ermenileri başkentlerine taşıdılar. Tabiî ki bunun amacı, İstanbulu kültürel bir merkez haline getirmekti.
Türklerin Ermenilere iyi davrandıklarını bizzat Ermeni tarihçisi Vartanyan şöyle belirtir: “Türkiye Ermenisi, Rus Ermenisine göre Ermeni kültürü dili, tarihi, edebiyatı bakımından çok kuvvetli ve serbesttir. 19. yy. başlarında Ermenleri bir millet olarak, henüz Avrupa’da bilinmiyordu. Ermenileri yeryüzüne dağılmış tacirler, kendi çıkarlarından başka bir şeyle ilgisi olmayan kişiler; Yahudiler gibi vatansız milliyetsiz, serseri olarak tanıyorlardı.”
Osmanlılar, Ermenilere o kadar haklar tanımışlardı ki Ermeni Patriği kendi adamlarıyla haraç topluyor, mahkemelerinde hukuk ve ceza işlerine bakabiliyor, nikah işlemlerini yapıyor, hatta hapis gibi cezalar verebiliyordu.
Ermenilerin bu iyi durumlarına karşın, Fransız ihtilalinin getirmiş olduğu milliyetçilik ile Fransa’da eğitim gören Ermeni gençlerin Rumların özgürlük düşüncelerinden etkilenmeleri Ermeniler arasında bağımsızlık fikrinin canlanmasına yol açtı. Tanzimat fermanının azınlıklara tanığı haklar da onların cesaretlenmesine neden oldu. Ermeni konusunu kullananların başında Rusya gelmektedir. Rusya, Rus Ermeni Patrikliği aracılığıyla Osmanlı Ermenileriyle ilişki kurmuş, ayrıca konslosluğu aracılığıyla da bu ilişkiyi geliştirmiştir. Tabi bu arada İngiliz ve Fransız etkisini de unutmamak gerekir.
1856 ıslahat fermanından sonra Ermenilere dini ve sosyal işleriyle birlikte istedikleri kadar okul açma hakkı verildi. Bu işlerin yönetimi de Ermeni Patrikliğine verildi. İşte Osmanlı için sonun başlangıcı bu karar olmuştur. Çünkü, Ermeni okul ve kiliselerinde örgütlenen, yetiştirilen gençler, geleceğin komitacıları, ihtilalcileri, eşkiyaları olacaklardır.
1878 Ayastafanos ve Berlin Antlaşmalarında Ermeni bölgelerinde ıslahat yapılması kararlaştırıldı. Böylece ilk kez Ermeni konusu uluslar arası bir antlaşmaya girmiş oldu. Ardından Wilson ilkelerinde “Osmanlı İmparatorluğu'nun Türk olan kısımlarına egemenlik hakkı tanınmalı, fakat Türk olmayan halklara bağımsızlık verilmelidir.” Maddesiyle Ermeniler kast edilmektedir. Mondros ateşkes antlaşmasının 24. maddesinde “vilayeti sitede (altı doğu ili) herhangi bir kargaşa çıkarsa işgal edilecektir” maddesiyle bölgeyi Ermenilere hazırlama emeline sahip olduklarını göstermektedir. Sevr antlaşmasına göre ise; “Doğuda bir Ermeni devleti kurulacak” (madde 88-93): Türkiye Ermenistan Cumhuriyetini tanıyacak; Türk-Ermeni sınırını hakem sıfatıyla ABD Başkanı belirleyecektir. (Başkan Wilson 22 Kasım 1920'de verdiği kararla Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis illerini Ermenistan'a verdi.)
Ermeni İsyanları
Osmanlı topraklarında bağımsız bir Ermeni devleti kurmayı hayal eden Ermeniler ve onları kullanan devletler tarafından birer terör örgütleri olan Tifliste kurulan “Hınçak” ve Cenevre’de kurulan “Taşnak” örgütleridir. Bu örgütlerin ilk kurbanları da masum Ermeniler oldu. Fakat onlar bu katliamlarını Türkler Ermenileri öldürüyor diye tanıttılar.
İlk isyan 1890'daki Erzurum'da gerçekleşmiştir. Bunu, yine aynı yıl meydana gelen Kumkapı gösterisi, 1892-93'te Kayseri, Yozgat, Çorum ve Merzifon olayları, 1894'te Sason isyanı, Babıali gösterisi ve Zeytun isyanı, 1896'da Van isyanı ve Osmanlı Bankası'nın işgali, 1903'te ikinci Sason isyanı, 1905'te Sultan Abdülhamid'e suikast girişimi ve nihayet 1909'da gerçekleşen Adana isyanı izlemiştir. 1914'de Zeytun'da 100, 1915 Van olaylarında 3.000 ve 1914-1915 Muş olaylarında 20.000 Türk, Ermeni mezalimi sonucu hayatlarını kaybetmiştir.
Tehcir (Zorunlu Göç-Diaspora)
Tedhiş hareketleri sona ermeyince Osmanlı Hükümeti çözüm olarak tehcir kararı almış ve ülkenin çeşitli bölgelerinde yaşayan Ermenileri, savaş bölgelerinden uzak yeni yerleşim merkezlerine götürmeye karar vermiştir.
Bu ulusa ve özellikle de Osmanlı gibi bir devleti aliye’ye yapılacak en büyük iftira onun soykırım uyguladığıdır. Osmanlı’nın sicili bu açıdan temizdir. Eğer onun soykırım gibi bir karakteri olsaydı bugün Balkanlarda Bir Yunanlı, Sırplı ve Bulgarlı kalmamış olurdu. 400 yıl boyunca onları yönettiği halde bölgeyi terk ettiğinde herkes asli kimliğine dönebildi. Bu konuda asıl sicili karanlık olanlar bu soylu devlete iftira atmaktadırlar. Fakat yine dünya harbi sırasında uygulamadan kaynaklanan yanlışlıklar oldu. Bu yanlışlıkları görmek, çözmek ve tamir etmek de biz torunlarına düşmektedir. En büyük yanlışlık kanımca kışın ortasında bir ulusu kadın, çoluk ve çocuk demeden yerinden etmektir. Haklı gerekçeleri bile olsa, masumların ölümünü düşünerek daha farklı metotlar ve zamanlamalar uygulanabilirdi. Fakat 1915 Tehcir olayı diasporadaki Ermenilerin iddia ettikleri gibi bir soykırım değildir. Osmanlı, yine kendi vatandaşları olan Ermenileri, o sırada kendi toprakları olan Suriye’ye göndermişti. Ermenilerin bölgede kalması, beklide bölge halkları ile daha büyük sorunlara yol açabilirdi.
Sorunun nasıl başladığını anlamak için birazda Ermeni sorunun aslına dönelim. 1916 yılında Ermeni kuvvetleri Rus ordusuyla birlikte Erzincan’a kadar geldiler. Bu durum, Ermenilerin Rusları destekledikleri ve lojistik destek sağladıklarını göstermektedir. Türk milletinin de zaten Ruslardan çok Ermenilere tepkileri vardır. Çünkü kardeş bildikleri bir ulus onlara ihanet etmiştir. İhanete uğramanın verdiği bir hırs vardı. Ayrıca, Ermeniler, Ruslardan daha çok zulm ediyordu. 1919’da Ermeni kuvvetler Kars’a kadar olan yerleri işgal ediyorlardı. İtilaf devletlerinin aldıkları yerlerde Ermenileri vali yapmaları doğuda milli mücadele ruhunu ateşlemişti. Bu durumu İngiltere Yüksek Komiseri Calthorpe’un 29 Temmuz 1919’da Londra’ya gönderdiği bir raporda General Milne bu direnişi şöyle yorumluyordu: “Büyük Ermenistan sözü, milli hareket ateşini alevlendiriyor… Kürtleri tekrar sırt sırta Türklerle bir hizaya getiriyor…”
Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa, 15 Haziran 1919 tarihinde Sadrazam’a yazdığı raporda Ermeni mallarının akıbeti hakkında bizlere bilgi vermektedir: “Beyazıt’ta baş göstermeye başlayan Ermeni sızıntısı, az bir zamanda Van’dan Hopa’ya kadar bütün sınır üzerinde genişleyecek bir niteliktedir. Buna engel olmak resmi kuvvetlerimizin her türlü girişimlerine karşı koymasıyla mümkündür… Ancak, bu bölgeye bir de Ermeni göçmenlerin dönmesi sorununu da çözümlemek gereklidir. Osmanlı Ordusu, Erzurum ve bölgesini geri alırken çekilen Ermeniler, Müslüman köylerini tüm yakıp yıkmışlar idi. Buralar geri alındıktan sonra yerlerine dönen Müslüman halkın çoğu, kendi köylerini yıkılmış görünce, zorunlu olarak boş ve yıkılmaktan kurtulmuş bulunan Ermeni köylerine yerleşmişlerdir. Bugün Ermeni göçmenleri geri dönecek olurlarsa, Müslümanlar tüm açıkta kalacaklardır. Bir de bu bölgeye Ermeni nüfusu eklenirse, bu durum şiddetlenecektir… İşte bu gibi zorunluluklar, Ermenilerin bu yıl için Osmanlı memleketlerine alınmamalarını, kesinlikle gerektirmektedir.” (Türkiye’nin Düzeni Doğan Avcıoğlu)
Bütün bu olaylardan sonra Talat Paşa başkanlığındaki ittihat ve Terakki Hükümeti Ermenileri bölgeden sürdü. "Tehcir Kanunu" olarak bilinen; ve fakat Türk ordusu savaş alanında olduğu için cephe gerisinde oluşan isyan ve ayaklanmaları önleme gayesi güden "Savaş zamanında hükümet uygulamalarına karşı gelenler için asker tarafından uygulanacak önlemler hakkına geçici kanun" 27 Mayıs 1915 tarihinde kabul edilmiştir. Kanun, 1 Haziran 1915 günü dönemin Resmi Gazetesi Takvim-i Vekayi'de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. 10 Haziran 1915 tarihinde yayımlanan bir emir yazısı ile de, göçe tabi tutulan Ermenilerin malları koruma altına alınmıştır. Bir başkan ile, biri idari diğeri de maliyeci olmak üzere iki üyeden oluşan "Terkedilmiş Mallar Komisyonu" kurulmuştur. Bu komisyonlar, boşaltılan köy ve kasabalardaki Ermenilere ait malları tespit edecek, ayrıntılı defterlerini tutacaktır. Defterlerden biri bölgesel kiliselerde korunacak, biri bölge yönetimine verilecek, biri de komisyonda kalacaktır. Bozulabilir eşya ile hayvanlar açık arttırma ile satılacak ve parası korunacaktır. Komisyon gönderilmeyen yerlerde, bildiri hükümlerini bölgelerdeki görevliler yerine getirecektir. Bu malların Ermeniler dönünceye kadar korunmasından hem komisyon, hem de bölge yöneticileri sorumlu olacaktır.
Cumhuriyet Dönemi ve Ermeni Terörü
Ermeni terörü Cumhuriyet dönemindede büyük bir hızla sürdü. Türkiye üzerine sömürgeci emeller besleyen İngiltere ve Rusya'nın kurdurduğu Taşnak ve Hınçak komitelerinin ülke içerisindeki kışkırtmaları sonucunda meydana gelen isyan ve katliamların yanı sıra Ermeniler, 1905'teki Yıldız Suikasti'yle silahlı terör metodolojisinin ilk örneğini vermişlerdir. Talat Paşa ve Cemal Paşa'yı da aynı yöntemle şehit eden Ermeniler, uzun bir aradan sonra 1965 yılında tekrar terör metoduna dönmüşlerdir. 1970'li yıllarda ise ASALA "Ermenistan'ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu" sahneye çıkmış, 1984'e kadar 42 Türk diplomatını şehit etmiştir.
Ardından, Asala örgütü geri plana alınarak PKK hareketi desteklenmiştir. 4 Haziran 1993 tarihinde; Ermeni Hınçak Partisi, ASALA ve PKK terör örgütü mensuplarının katılımıyla Batı Beyrut'ta bulunan PKK terör örgütü merkezinde bir toplantı yapılmıştır. 6- 9 Ocak 1993 tarihlerinde Beyrut'taki iki ayrı kilisede düzenlenen ve Lübnan Ermeni Ortodoks Başpiskoposu, Ermeni Parti yetkilileri ile 150 gencin katıldığı toplantılarda, PKK terör örgütü ile yapılan mücadele kastedilerek; Türkiye'de iç savaş devam edeceğine, Türk ekonomisinin sıfır noktasına gelerek, vatandaşların baş kaldıracakları dile getirilmiştir. Buna bağlı olarak, Türkiye'nin bölünerek ve bir Kürt devleti kurulacağı, Ermenilerin Kürtlerle olan ilişkilerini iyi bir şekilde yürütmeleri ve Kürtlerin mücadelelerini desteklemeleri gerektiği konuları dile getirilmiştir.
Bugünde Ermeni sorunu tüm uluslar arası arenada karşımıza çıkan en önemli sorundur. Beklide önümüzdeki on yıllar, bu sorunla yatıp kalkacağız. Bugün bir çok batılı başkentlerde ve parlamentolarında Türklerin Ermeniler soykırım uyguladıkları tartışılmakta Fransa da olduğu bazıları bunu kabul etmektedir. Hatta Amerikan senatosu bu her Nisan ayında gündemine almakta, Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullanmaktadır. Bir anlamda Türkiye’yi pazarlık masalarına oturtma hedefi güdülmektedir. Ermeni soykırım iddialarının kabul edilmesinin en önemli sonucu arkasından gelecek olan tazminat ve toprak talepleridir. Yani Ermenilere soykırım uygulandığını kabul etmekle iş bitmemektedir. Ermenilerin şu anda en büyük amacı dünyanın önemli devletlerine soykırımı kabul ettirmek, ardından Türkiye’ye baskı uygulayarak tazminat ve toprak talep etmektir. Bu durum, ülkemizin birliğini ve varlığını tehdit eden en önemli unsurdur.