EMANETE RİAYET ETMEK.

Mehmed Sıddık ALADAĞ

Bismillahirrahmanirrahim
Allah (cc) size, emanetleri ehline vermenizi emrediyor...
(Nisâ, 4/58)
Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. O çok zalimdir, çok cahildir.(Ahzâb, 33/72)

Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre
Resûlullah şöyle demiştir:
Münafığın alâmeti üçtür: Konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet edildiği zaman ona hıyanet eder.(Buhârî, Îmân, 24; Müslim, Îmân, 107)

Huzeyfe b. Yemân (ra) anlatıyor:
Resûlullah bize (emanete dair) iki hadis söyledi. Bunlardan birini gördüm, ikincisini bekliyorum. Resûlullah şöyle dedi:

Emanet insanların kalplerinin derinliklerine indi (kökleşti). Sonra Kur’an indi. İnsanlar Kur’an ve sünnet bilgisini edindiler.

Sonra Hz. Peygamber emanetin kalkacağını haber verdi ve şöyle dedi: Adam bir kere uyur, kalbinden emanet alınır, az bir izi kalır; sonra yine bir uyku uyur; kalbinden yine emanet alınır, ayağını yakan kor ateşten dolayı oluşan kabarcık gibi iz bırakır, şişkin olarak görülür; oysa içinde hiçbir şey yoktur.

Sonra Resûlullah çakıl taşları aldı ve onları ayağında yuvarladı
(ve şöyle devam etti):
Bundan sonra insanlar o hâle gelirler ki alışveriş ederler, fakat hiçbirinin emanete riayet etme niyeti yoktur. İş o dereceye gelir ki, “filan kabilede emin bir adam varmış”, diye söylenir.

(Herhangi bir kimse) hakkında, ‘Ne kadar cesur, ne kadar zarif, ne kadar akıllı.’ denilir. Hâlbuki kalbinde (emanet şöyle dursun), hardal tanesi kadar bile imandan eser yoktur.

(Huzeyfe devamında şöyle dedi:) Öyle zamanlar geçirdim ki kiminle alışveriş edeyim, diye düşünmezdim; o kimse eğer Müslüman ise benim hakkımı ödemeye onu, imanı sevk ederdi; eğer Hıristiyan veya Yahudi ise vali olan kimse benim hakkımı ondan alır ve bana verirdi.

Bugün ise filan ve falan kimselerden başkasıyla alışveriş etmiyorum.(Müslim, Îmân, 230; Buhârî, Rikâk, 35)

Huzeyfe ve Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah şöyle demiştir:
Allah Teâlâ insanları toplar, müminler kalkarlar; cennet onlara iyice yaklaştırılır. Âdem’in (as) yanına giderler ve “Ey babamız, bizim için cennet kapısının açılmasını iste.” derler.

O da “Sizi cennetten çıkaran şey, babanızın hatasından başka bir şey mi ki? Ben bu işin ehli değilim, oğlum İbrahim Halîlullah’a gidin.” der. Hemen İbrahim’e (as) giderler. O da “Ben bu makamın ehli değilim, Halil oldum lakin uzaktan; Allah’la vasıtasız konuşmak şerefine mazhar olan Musa’ya gidin.

der. Musa’nın (as) yanına gelirler. O da, “Bu işin ehli değilim, Allah’ın kelimesi ve ruhu olan İsa’ya gidin.” der. İsa’nın (as) yanına varırlar. O da “Bu işin ehli değilim.” der. Bunun üzerine Muhammed’egelirler.

O da kalkar ve dua eder. Kendisine (şefaat) izni verilir, emanet ve akrabalık bağı gönderilirler; bunlar Sırat’ın sağında ve solunda dururlar. Sonra sizin ilk kafileniz şimşek gibi geçer (dedi). Anam, babam feda olsun,
‘şimşek gibi geçer’ ne demektir, dedim.

“Bilmiyor musun, (göz kapağı) bir göz kırpmada nasıl gider, gelir?” (dedi). “Sonra rüzgâr gibi, sonra kuşlar ve süratle koşan piyadeler gibi geçerler, hepsi amelleri oranında yürürler.

Peygamberiniz sırat üzerinde durur ve “Ey Rabbim, selâmete çıkar, selâmete çıkar.” diye seslenir; nihayet kulların amelleri onları Sırat’tan geçiremez olur; hatta insanın yürümeye gücü yetmez de emekleyerek gider; Sırat’ın iki tarafına takılmış birtakım çengeller vardır ki bunların (vazifeleri), tutulması istenen kimseleri yakalamaktır, çengeller sebebiyle kimisi yaralı bir hâlde kurtulur, kimisi de kurtulamaz ateşe yuvarlanır.

(Hadisin ravisi) “Ebû Hüreyre’nin canını teninde tutan Allah’a yemin ederim ki, cehennemin dibi yetmiş yıllık mesafe kadar derindir.” (demiştir).(Müslim, Îmân, 329)

Ebû Hubeyb Abdullah b. Zübeyr (ra) anlatıyor:
Zübeyr, Cemel Vakası’nda, savaş için yerini alınca beni çağırdı,
hemen varıp, yanına dikildim. “Oğlum, bugün öldürülenler ya zalimdir veya mazlumdur. Kendime gelince, mazlum olarak öldürüleceğimi sanıyorum.

En büyük endişelerimden birisi borçlarımdır.Ne dersin malımız, borcumuza yetip, artacak mıdır?”
Sonra şöyle devam etti: “Oğlum, malımızı sat da borcumu öde.” dedi ve borçtan artan malının üçte birini vasiyet etti. Onun üçte birini de torunlarına, yani Abdullah b. Zübeyr’in oğullarına vasiyet ederek şöyle dedi:

“Eğer borcu ödedikten sonra bir şey artarsa, bunun üçte biri senin oğullarının olsun.Hişâm şöyle diyor: “Abdullah’ın bazı çocukları, Zübeyr’in
Hubeyb ve Abbâd gibi oğullarıyla akrandır, o günlerde onun
dokuz oğlu, dokuz da kızı vardı.

Abdullah b. Zübeyr şöyle anlatıyor: Borcunu ödememi tavsiye etti
ve “Oğlum, eğer âciz kalırsan Mevlâm’dan yardım dile.” dedi.

Ne demek istediğini anlayamadım ve “Babacığım, Mevlân kim?” dedim; “Allah” dedi. Allah’a yemin ederim ki onun borcu sebebiyle her zor duruma düştüğümde “Ey Zübeyr’in Mevlâsı, onun borcunu öde.” derdim,
o da hemen öde(me imkânı veri)rdi.

Abdullah b. Zübeyr şöyle anlatıyor:
Zübeyr ölürken altın, gümüş bırakmadı, yalnız biraz arazi bıraktı ki, Gâbe denilen yer bunlardan biriydi. Ayrıca Medine’de on bir, Basra’da iki, Kûfe’de ve Mısır’da birer ev bıraktı. Zübeyr’in borçlanması ise şu suretle olmuştur:

Bir kimse Zübeyr’e mal getirir ve emanet bırakmak ister. Zübeyr, “Olmaz, borç olarak bırakabilirsin, aksi hâlde onun zayi olmasından korkarım.” derdi.

Zübeyr ne bir valilik ne haraç toplama memurluğu yapmış ne de başka bir görev almıştır; sadece Resûlullah , Ebû Bekir, Ömer ve Osman’la (ra) beraber savaşlara katılmıştır.

Abdullah şöyle diyor: Zübeyr’in borcunu hesap ettim, iki milyon
iki yüz bin tuttuğunu gördüm. Sonra Hakîm b. Hizâm, Abdullah b.Zübeyr’e rastladı: “Yeğenim, biraderimin borcu ne kadardır, dedi. (Bir kısmını) gizledim ve yüz bin, dedim. Hakîm “Vallahi malınızın buna yeteceğini zannetmiyorum.” dedi.

Bunun üzerine Abdullah, “Ya iki milyon iki yüz bin olursa ne dersin?” dedi. Hâkim “Buna gücünüzün yeteceğini zannetmiyorum, ödeyemediğiniz zaman benden yardım isteyebilirsiniz.” dedi.

Abdullah anlatmaya devam ediyor: Zübeyr Gâbe’yi yüz yetmiş bine satın almıştı, Abdullah onu bir milyon altı yüz bine sattı, sonra, “Kimin Zübeyr’de alacağı varsa Gâbe’de bize gelsin. dedi.

Bunun üzerine Zübeyr’den dört yüz bin alacağı olan Abdullah b. Ca’fer, İbn Zübeyr’in yanına geldi ve ona şöyle dedi: “Eğer isterseniz alacağımı size bağışlayayım.” Abdullah b. Zübeyr, “Hayır, (istemeyiz.)” dedi. (Bunun üzerine o,)
“O hâlde eğer borcunuzdan bir kısmını sonraya bırakmak isterseniz, benim alacağımı bırakabilirsiniz.” dedi.

Abdullah’ın, “Hayır, (istemeyiz.)” demesi üzerine Abdullah (b. Ca’fer), “O hâlde benim için araziden bir parça ayırın.” dedi. Abdullah b. Zübeyr, “Şuradan şuraya kadar senin olsun. dedi.

Sonra kalanlardan bir kısımını satıp Zübeyr’in borcunu ödedi.
Bu emlak, borcu kapattı ve dört buçuk hisse arttı. Sonra Abdullah
(b. Zübeyr) Muâviye’nin yanına gitti; orada Amr b. Osmân, Münzir b. Zübeyr ve İbn Zem’a vardı. Muâviye, Abdullah’a “Gâbe’deki araziye ne kadar kıymet biçildi?” diye sordu. Abdullah, “Her hisseye yüz bin.” dedi.

Muâviye, “Bunlardan geriye kaç hisse kaldı?” dedi. Abdullah, “Dört buçuk hisse.” dedi. Bunun üzerine Münzir b. Zübeyr, “Bir hissesini yüz bine aldım.” dedi. Amr b. Osmân, “Ben de bir hissesini yüz bine satın aldım.” dedi.

İbn Zem’a da, “Bir hissesini de yüz bine ben aldım” dedi, sonra Muâviye, “Ne kadar kaldı?” diye sordu. Abdullah, “Bir buçuk hisse kaldı.” dedi. Muâviye, “Onu da yüz elli bine ben aldım.” dedi. Abdullah b. Ca’fer de kendi hissesini altı yüz bine Muâviye’ye sattı.

İbn Zübeyr babasının borçlarını ödeyip bitirince, Zübeyr’in oğulları, Abdullah’a, “Mirasımızı aramızda paylaştır.” dediler. Abdullah, “‘Zübeyr’den kimin alacağı varsa bize gelsin, borcunu ödeyelim.’
diye dört sene, (hac) mevsiminde ilan etmedikçe vallahi paylaştırmam.” dedi ve dört sene (hac) mevsiminde ilan etti.

Bu müddet geçince mirası aralarında paylaştırdı ve üçte birini ödemiş oldu. Zübeyr’in dört karısı vardı, her birine bir milyon iki yüz bin hisse düştü. Zübeyr’in bütün malı elli milyon iki yüz bindi.(Buhârî, Humus, 13)

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.