Dominant ekonomi anlayışı sürekli daha fazla kazanarak “refahın” artacağı varsayımı üzerine bina edilmiştir. Gerçekten temel ihtiyaçları giderebilecek bir kazancın insan refahı üzerinde etkisi vardır. Zira fizyolojik ihtiyaçları yeterince karşılanmayan, bir başka deyişle standart insani şartlarda ihtiyaçlarını gideremeyen insanın medeniyet perspektifi olamaz. Nitekim, özellikle de gelişme sürecini tamamlamamış ülkelerde milyonlarla, dünyada da milyarla ifade edilen sayıda insanın günlük tek meşgalesi maişetini çıkarma çabasıdır. Örneğin ülkemizde milyonlarca insan ‘asgari’ ücretle çalışmakta ve bu geliri ile temel ihtiyaçlarını karşılama çabasından başka bir şeyle de ilgilenememektedir. İstanbul’da, İzmir’de yaşayıp da denizi göremeyen o kadar çok insan var ki… Birleşmiş Milletler verilerine göre sırf 800 milyon insan açlıkla mücadele ediyor. Günlük iki doların altında çalışanların sayısı ise Dünya Bankası verilerine göre 1.5 milyar… Uluslararası araştırmalar ise, kişilerin toplumsal sorunlara kendi iradeleriyle tepki verebilmesi için alt gelir limitinin yıllık 10.000 dolar olması gerektiği yönünde…
Aslında yaşanmışlıklar da bu yöne işaret etmektedir. Para ile ‘saadetin’ olamayacağı hem geçmiş için, hem günümüz için ve hem de gelecek için geçerli fıtri bir realitedir. Kanadalı aktör Jim Jarrey’nin şu sözü durumu özetlemektedir aslında; “dilerim herkes bir gün zengin ve ünlü olur ve hayalini kurduğu her şeye kavuşur; böylece aranılan esas cevabın bu olmadığını anlar.” Buradan çıkan sonuç odur ki, refah için değilse de mutluluk için, daha da önemlisi huzur için belli bir kazanç seviyesi gerek şart iken, yeter şart değildir. Daha açıkçası mutluluğun sadece ‘refah’ artışına endekslenmesi fevkalade yanlış bir hareket noktasıdır.