ÇOCUKLUK VE GENÇLİĞİMİZ (2)

Mustafa Cemal TOMAR

ÇOCUKLUK VE GENÇLİĞİMİZ (2)

X Kuşağıyız biz. Doğduğumuz zaman tarih 60-70' li yılları gösteriyordu. Anadolu'nun Köyleri'nin çoğunda elektrik yoktu. Bir çok köyün ulaşım imkânı da yoktu. Yollar toprak, yağmur ya da kar yağdığı zaman ulaşım kesilirdi. Bir yere varmak için ya yürümeli ya da at, eşek ya da kadıra binmek gerekiyordu. Köylerin bir çoğunda okul bile yoktu. Köyünde okul olmadığından başka bir okula gitme imkânına sahip de olmadığından benim memleketimde 70-80' li yıllarda okula gidemeyen dolayısıyla okumayı- yazmayı öğrenemeyen binlerce insan olmuştur.

Bizim çocukluğumuzda da buna benzer durumlar çevremizde yaşanmıştır. Şimdiye göre oldukça zor yaşlarda okula gidip geliyorduk. Okullarımız son derece bakımsızdı. Anadolu'nun köylerdeki okulların nerde ise yarısı birleştirilmiş sınıflar kategorisinde eğitim- öğretimi yürütüyorlardı.

Temizlik görevlisi yok, okul tuvaletlerinin suyu yok, kanalizasyon tertibatı, ısınma tertibatı yoktu. Bütün bu işleri nöbetleşe bizler yapardık. Her sınıfın tabanında toprak tozları vardı. Sınıflar süpürülürken toprak tozları havaya karışarak toz bulutları oluşturuyordu. Bir çok okulun çatısından aşağıya oluk oluk sular akardı.

. Sobalar tüterdi, kışın pencere kenarları ve kapı aralıklarından sınıflara soğuk girerdi. Bazen mektepler odunsuz kalır, soğuk sınıflarda, kara tahtada, öğretmenlerin baskısı altında ders yapmak zorunda kalırdık. Okula giderken harçlık nedir bilmezdik. Kantin kelimesini hiç duymadık. Okul kitapları dışında kaynak kitap diye bir şey yoktu. Derste en büyük kaynağımız sözlük, Atlas ve çarpım tablosuydu. Test soru kelimesine hiç şahit olmadık. Bütün sınavlar klâsik yapılırdı. Sınıflarda öğretmen hakimiyeti vardı. Velinin tek sözü "eti senin, kemiği benim" sözüydü. Öğretmenin karşısında haklı olsan bile velinin gözünde daima haksızdın. Ne yedin, ne içtin mevzusuyla öğretmenler hiç ilgilenmezdi. Dayak serbestti. Yarı aç, yarı tok, bir önlük bir beyaz yakalık, şeker çuvalından dikilmiş çanta ve içerisinde üç beş kitapla ilkokulu bitirdiğimi hatırlıyorum.

O zamanın zenginleri günümüzün fakirleri, günümüzün fakirleri o zamanın zenginleri gibidir. Bu böyle bilinmesinde fayda vardır

Evlerimizde de şimdiye göre bayağı bir yoksulluk ve fakirlik vardı. Evler sağlıksız ve eskiydi. Oda sayısı az, çocuk sayısı çok fazlaydı. Ekmek kıtlığı vardı her tarafta. Yarı tok yarı aç sofradan kalkılıyordu. Genellikle bir odada üç- beş kardeş beraber yatardı. Kardeşler birbirinin beşiğini sallarlardı. Ebrveynlerin işleri çoktu. Biz şimdi bir çocuğa gösterdiğimiz ilgiyi o zamalar on tane çocuğa göstermezlerdi. Çok küçük yaşta ayaklarımızın üzerinde durmaya çalışırdık. 3 yaşındaki bir çocuk yeni doğan kardeşinin beşiğini sallıyordu. Ben 5 yaşında iken tarlaya iner, bana uyan işleri yapar, üç- beş inek önüme katar yayardım. O yaşlarda bile aile bütçesine ekonomik anlamda yardım ederdik. Babamın bir lâfı vardır. " Sofraya oturup bizimle yemek yiyen bir çocuk, tarlada da bizimle beraber gücü nispetinde çalışacaktır/ çalışmalıdır derdi. "Yemek yemesini biliyor da çalışmasını neden bilmesin" sözünü de ilaveten söylerdi. Tabi ki bu sözlerinde babamın haklılık tarafı vardır.

. Okuduğum İlkokul bize yakın değildi. 700-800 metre patika yoldan dereye ineceksin, dereyi geçtikten sonra hafif yukarı meyilli bir km yukarıya doğru yürüyerek okula varıyorsun. Her gün o yaşlarda git-gel yapmak üzere 4 km yol yürürdük. Ailece okula gidiyorduk desem yeridir. Ablam, ben, kardeşlerim, Ahmet, rahmetli Ali kardeşim, iki tane halam aynı anda aynı okula giderdik. Ablam ile beş sene aynı sınıfta okuduk.

Kışın bizim oralarda o zamanlar çok kar yağardı. Karın boyu bir buçuk metreyi bulurdu. Buna rağmen okulların tatil olduğunu hiç hatırlamıyorum. Kaymakamlık tatil etse de kimin haberi olurdu ki? Elektrik yok, telefon yok, anlıyacağınız iletişim adına bir şey yoktu. Şu anda Somali'de, Uganda da olan imkânlar bizde yoktu.

O küçük yaşlarda o devasa karları yara yara okula gidip geldiğimizi gün gibi hatırlarım. Büyüklerimiz bize yol açtığını, yollara revan olup bizim peşimize düştüklerini hiç hatırlamıyorum. Ailece okula gidiyorduk demiştim yaa! Aile büyüklerimizden bizim durumumuzu görüşmek üzere okula gelen hiç birini de hatırlamıyorum.

Ortaokuldaki garipliğimiz artarak devam etti. Kumyatak Vadisi diye tabir edilen köylerin hiç birinde Tonya merkezde evi yoktu. Kumyatak Vadisi'ndeki köylerde Roma kültürü vardır. Her birimiz Rumca konuşuruz. Aileler çocuklarını okutma peşinde. Lâkin ekonomik durum hiç birinin iyi görünmüyordu. Çocukları okutmanın en kolay ve en ucuz yolu ilçemiz Tonya'da ya da İskenderli'de okutmaktı. Bizim köy İskenderli'ye uzak düşüyordu. Ulaşım yoktu. Tonya'nın eğitimi daha iyi diye Tonya tercih ediliyordu. Sonra Tonya'da İmam-Hatip Lisesi de vardı.

Beşikdüzü, Vakfıkebir hele hele Trabzon'da okumak herkese nasip olmazdı. Oralarda okumak lüks ve pahalı kabul edilirdi. Benim için o yüzden Tonya terci edildi.

Sayraç, Yakçukur Köylerinden onlarca öğrenci ortaokul ve liseyi Tonya'da okumuştu. Hepimiz de bir gözlü odada kalırdık. Bir gözlü odada bazen iki öğrenci bile kalıyordu. Dışardan gelen öğrencilerin ihtitaçları karşılanması noktasında Tonya'da hiç bir yatırım ve alt tapı yoktu. Eski binaların tek gözlü odalarında onlarca öğrenci kalıyordu. Eski bir dairenin her odasının kapısına asma kilit takılırdı. Tuvalet ve salondaki musluk ortak kullanılıyordu. Bir eski daireyi üç-beş öğrenciye kiraya veriyorlardı. Evler betondan, ya da eski tahtalardan döşenmişti. Ailelerin oturamayacağı yerleri bizler, kiralıyorduk daha doğrusu. Küçük bir oda, hem muffağımız, hem oturma odanız, hem yatak odamızdı.

Okul müdürlüklerinde ve Tonya'nın ileri gelenlerinde bizim sorunlarımızla ilgili hiç bir çalışmaları olmamıştır. Velilerimiz de bizimle çok az ilgileniyorlardı. O küçük yaşlarda hayat mücadelesi veriyorduk.

Söyle bir düşünün: 11- 18 yaş aralığındasınız. Eski evin bir odasında iki kişi kalıyorsunuz. O yaşta kış soğuğunda, bir odanın içinde, sabahın erken saatinde kalkacaksın, Çayını demliyeceksin, sadece ekmek peynir ile kahvaltı yapacaksın, öğle arası tekrar ekmek yiyeceksin, akşam eve dönünce, her taraf buzlarla kaplı bir odanın içinde, odunlu sobanı yakacaksın, becerebildigin kadar çorbanı yapacaksın, bir taraftan da ders çalışacaksın. Bir de mutfağında yemek malzemesi olsa. Onların da çoğu bizde yoktu.

O şartların zorluğunu şimdi hiç bir çocuk çekemez. Biz de olsak şimdi o günleri tekrar yaşamak istemeyiz. Burada bu satırları yazarken bir tarih şeridi gibi o günler gôzümün önüne geliyor. Hayatın her türlü zorluklarını yaşayarak bu günlere gelmişiz. O günlere kısaca da olsa öyle bir değinmiş oldum.

O kaderi yaşayan tüm dostlarıma selâm ediyorum. Gerçekten bizim gibi vefakar ve cefakar insanlara bu ülkenin çok ihtiyacı var. Bizden sonra gelenlerin durumu da bizden çok farklı değil, ama Z kuşağının hali ortadadır.

Dünya yeni bir yerlere doğru hızla evriliyor. Yaşarsak göreceğiz bakalım. Sağlıkta kalın.

18.10.2024

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.