Çarpık kentleşme, kentlerin, aşırı nüfus artışı sonucunda, plansız, programsız ve denetimsiz olarak, gelişigüzel, altyapısız yada eksik altyapı ile betonlaşarak merkezden dışa doğru hızla büyümesidir. Günümüzde kentlerin büyümesi artık sadece o kentte yaşayanların sorunu olmaktan çıkmış tüm ülkenin sorunu haline gelmiştir. Çarpık kentleşmenin yarattığı sorunlar, tüm ülke ekonomisini, doğal dengeyi ve toplumsal huzuru maddi ve manevi olarak olumsuz etkilemektedir. Çarpık kentleşmenin en büyük nedenleri rant ekonomisine dayalı plansız binalar, cadde ve sokakların düzensiz yerleşimi, doğal felaket kaynaklarının göz ardı edilmesi, yeterli altyapının yapılmaması, yeşil alanların tahrip edilerek yapılaşmaya açılması ve azalması, tarım alanlarının yok edilmesi, bilinçsizce müdahale edilen dere yatakları, kıyılar, heyelan ve deprem bölgeleri, ulaşım sorunları, çevre kirliliği, plansızlık ve denetimsizliktir. Çarpık kentleşmeye karşı ortak toplumsal bilinç sağlanamayıp gerekli önlemler hızla alınmadığı takdirde, bugün gelinen tüm olumsuzlukların katlanarak bir toplumsal felaket haline geleceği aşikardır.
Akarsu yataklarına yapılan müdahaleler, uygunsuz geçiş yapıları, beton büzler, hatalı imar planları, hızlı ve çarpık şehirleşme, yanlış arazi kullanımları, bitki örtüsünün tahribi ve iklim değişikliğine bağlı olarak yağış şiddetlerindeki artışlar, felakete yol açan etkenlerinin başında gelmektedir. Nüfus artışıyla birlikte, risk analizleri oluşturulmadan, eksik ve plansız alt yapıların yapılanmasıyla, aşırı yağmur yağdığında sular dere yatağından akmaya çalışıyor ama dere yatağı yok edildiği için takip edecek bir yön bulamıyor. Dere, yeşil alan ve deprem yasaları hâlâ yürürlükte olmasına rağmen yeterli denetim mekanizması olmadığından tabiat varlıkları korunamıyor.
Dere yataklarını imara açar binalarla doldurup betonlaştırırsanız, çöple doldurup geçiş yollarını tıkarsanız, Yeşil alanları tahrip edip yerine inşaat alanları açarsanız, deprem bölgesine sanayi alanları ve depreme dayanıksız konutlar yaparak çarpık yapılaşmaya göz yumarsanız, çöpünüzü, kanalınızı, fabrika atıklarınızı derelere, nehirlere, göllere, denizlere atarak doğanın dengesini bozarsanız, bir zaman sonra doğa sizden intikamını aldığında niye böyle oldu demeyeceksiniz.
Suyunda diğer canlılar gibi hafızası vardır, geçtiği yeri ve dengesini bozanları asla unutmaz. Bir gün mutlaka yine oradan geçecek, çarpık ve plansız yapılaşmaya neden olanlardan intikamını alacaktır. Suyun geçeceği vadilere, dere yataklarına inşaat yapmamak ve bu yatakları doldurmamak gerekir. Bugün eski haritalarla yenilerini karşılaştırdığımızda eskiden var olan derelerin şimdi olmadığını görüyoruz. Binlerce sokak, yüzlerce cadde ve onbinlerce bina derelerin üstünde kuruluyor. Derelerin kaybolması, akmadığı anlamına gelmez. Çünkü dereler, üstlerine kurulan binaların ve yerleşim alanlarının altından yine akmaya devam ediyor.
Dere yataklarına asla konut yapılmamalı ve asla imara açılmamalı. Üstelik dere yatağının zemini depreme dayanıklı değildir ve her derenin bir gün taşabileceği ihtimali vardır. Bu nedenle sel ve deprem açısından dere yatakları son derece tehlikeli. Dere yatağını, ormanı, heyelan ve deprem bölgesini, kıyıları imara açanlar, konut yapılmasına izin verenler, konut ve iş yeri yapanlar, yeşili yok edip yerini betonlaştıranlar bir gün mutlaka yaptıklarının sonucuna katlanacaktır.
Atalarımız ne güzel söylemiş ; “Dere yatağına ev yapma sel alır, yükseklere ev yapma yel alır”,
“Dere yatağına ev yapanın evi sele kapılır”, “Deprem öldürmez ihmal öldürür”, “Yaş kesen baş keser”. “Ormansız yurt vatan değildir”. “Ağaçlı köyü sel basmaz”.
Doğal felaketlerin oluşmasıyla yapılan binaların, yolların, köprülerin, enerji ve haberleşme hatlarının, içme suyu, kanalizasyon ve yağmur suyu şebekelerinin, tarım alanlarının, tarih ve sanat yapılarının zarar görmesi büyük bir gelir kaybına yol açmaktadır. En çok zararı da can ve mal kaybı yaşayarak o bölgelere yerleşmesine izin verilen insanlarımız çekmektedir.
Göz göre göre bu yapılaşmalara niçin izin veriliyor, bir türlü anlayamıyorum.